EYLÜL. Mehmet Rauf
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу EYLÜL - Mehmet Rauf страница 13
Önce Süreyya geldi, “Ben hazırım,” dedi. Suad da hazırlanıp geldiği zaman yol müzakeresine başladılar; o, Büyükdere’ye kadar yaya gidip oradan bir arabaya binmeyi teklif etti. Süreyya, çarşıdan geçmemek için sandalı tercih ediyordu; ikisinin de birer parça fikri kabul edildi. Sandalla Büyükdere’ye, oradan da arabaya bineceklerdi.
Yolda çayırdan geçerken Süreyya, daha vapura zaman olduğundan söz ederek arabayı Bentler yoluna sürdürdü ve iki tarafı ağaç ve çayır olan bu yoldan giderlerken onlara uzak bir mutluluktan söz eder gibi çiftlik hayatından söz etmeye başladı.
Necib: “Ne olsa öyle hayatlara gelemem; bana hayhuy, gürültü, sersemlik gerekir,” diyor; Süreyya, o hayatı abartılarla överek huzurlu, sakin geçecek bir çiftlik hayatı için bütün bu sahte ihtişamları feda edeceğini söylüyordu.
Necib, Suad’ın Süreyya’ya nasıl baktığına dikkat edip, “Evet,” dedi. “Sizi oraya kadar takip edecek arkadaşınız olduktan sonra…”
O zaman Suad’ın gözleri şefkatli bakışlarını kaybetmeksizin Necib’e döndü ve bu bakış o kadar derin, sıcak bir sevgiyle nemliydi ki Necib, ruhunun eridiğini zannetti. Mutluluk duyduğu bir heyecanla bir saniye titredi. Evet, böyle bir bakışla insan, dünyanın öbür ucuna gider, diye düşündü. Çöllere gider, dağlara gider… Onun şimdi terk etmek istemediği hayat, bir çölden başka neydi? Gölgesiz, susuz, vahasız, hatta serapsız bir çöl…
Evet, hatta serapsız… Bununla beraber, bazen en önemsiz tebessümler, hatta kendine ait olmayan bakışlar bile ona bir şiir taşkınlığı verir; onu, canını feda etmek ihtiyacıyla inletirdi. Ah zıtlıklar, zıtlıklar… İnsan değilim, sanki bir denklemim, diye düşünüyordu.
Ayrılırken Suad tekrar etti: “Çarşambaya, değil mi Necib Bey?” diye sordu. Süreyya, “Erken gel de Bentler’e gidelim,” dedi, sonra çarşamba günü akşam gelip, ertesi gün sabahleyin Bentler’e gidilmeye karar verildi. Necib, kalabalık içinde vapura girdiği zaman bir kenara geçip onları görebilmek için baktı. Suad, elinde küçük kırmızı şemsiyesi, arabanın içinde sadece omuzları görünen siyah çarşafıyla, arabaya yaslanmış olan Süreyya, ince uzun boyuyla o kadar mutlu, o kadar güzel görünüyorlardı ki onların yanında duyduğu mutluluktan ve huzurdan onlardan ayrılınca mahrum olmuş; o mutluluğu uzaktan görüp ne kadar yabancı kaldığını anlamış gibi üzüntülü, ayrıldığına pişman oldu. Onların salladığı ellere karşılık verirken, “Budalalık ettim,” diye hayıflandı. Onlar küçüle küçüle bir nokta kalınca azalarak nihayet ümitsizliğe dönüşmüş olan bu sevinç gibi acı, yıkılmış bir üzüntü içinde kaldı. Bu güzel geceye tercih ettiği Beyoğlu gecesini, buluşacağı kadını düşünerek geceyi miskin, kadını hayvan sayıyor; verdiği sözü unutmanın bir ihanet olmayacağını düşünüyordu. “İşte böyle,”dedi. “Kararsız, isteksiz, boş…” Başını salladı, “Ve bana evlen diyorlar,” diye güldü.
5
Birbirlerine, ilk günlerin şevk ve ferahlığına benzeyen bağlılıkları vardı; buraya geldiklerinden beri hayatları huzurla, hep yeni sevinçlerle geçiyordu. Süreyya’nın çocukça sevinmeleri, delilikleri oluyordu. Ve bu, Suad’ın kalbinde duyduğu sıcaklığın okşanmak isteyen coşkunluğuyla büyük bir mutluluğa istek duymasına neden oluyordu ve Suad hayatlarını düzenli, güzel yapmak için pek çok çalışarak yoruluyordu. Can sıkıntısından uzak bir ömür geçirmek için böyle uğraşıp sonra mükâfatını gördükçe Süreyya’yı böyle yeniden istekli ve çok neşeli buldukça arzusuna kavuştuğundan dolayı mutlu oluyordu. İstiyordu ki, Süreyya evde şikâyet edecek hiçbir şey bulamasın. Evdeki ilk günler hazırlık, tedarik, düzenleme ile geçince artık, birbirine benzeyen günler ardı ardına gelip geçmeye başladı; fakat bunda bile bağda geçen son zamanlara göre, yeni evli bir karı kocanın sıcaklığı ve neşesi vardı.
Necib, bu hayatın bir başka neşesi oluyordu; bu halin bir parça yardımcısı da kendisi olduğu için onun da orada olması, sevincini biraz daha tamamlıyor gibiydi. Onun gelmesini sevinçle karşılıyorlar, dönüşünü geciktirmek için tuhaf vesileler icat ediyorlardı. O, ilk gelişinden sonra karar verildiği üzere çarşamba günü, akşam vapuruyla geldi. Cuma günü sabahleyin dönmek şartıyla kalacağını söyledi. Karı koca bu iki günü büyük bir sevinç gibi kabul etti. Onlar, daha Necib gelmeden gezintiler hazırlamışlardı. Bentlerle9 Beykoz’a gitmek istiyorlardı.
Suad: “Şimdi Bentler ne güzel olur,” diyor, Süreyya: “Hele Beykoz Çayırı,” diye karşılık veriyordu; hemen ertesi sabah hangisine gideceklerini konuştular. Nihayet üçü de sabah erkenden, Bentler’e gitme konusunda anlaştılar.
Erken kalkmak için erken yattılar. Ertesi gün, güneş karşıki tepelerin arkasından henüz çıkmışken üçü de hazırlanmış, sabahın sessizliğinde, geceden tembih edilip kapının önünde bekleyen arabaya bindiler. Ve bu mayıs sabahı, Bentler yolculuğu üçüne de bir seyahat hayalinin şiirini ve sarhoşluğunu verdi. Sabahın tazeliği, mayısın son günlerindeki yeşillik bolluğuyla yolun etrafındaki çayırların, bağların henüz rüzgârsız serin havadaki durgunluğun içinde yayılmak için esinti bekleyen kokuları; arasında gittikleri yeşil gölgeler, daha ilerledikçe ormanlar, kocaman ağaçların birbirine sarılmış dalları, uzakta birikmiş gölgeleriyle yeşil birer karanlık halinde görünen koruların göğüsleri; hep bu sessizlik, bu ıssızlık, bu parlak sakinlik içinde, şurada burada oynayan ışık parıltıları arasında kuşların ışık gibi süzülen şakımaları; arabadan indikleri zaman, içinde kaybolacaklarmış kuruntusunun verdiği korku hissiyle büyük orman; nihayet havuzlar, insana birer korku ürpermesiyle hayattaki bağlara yakınlaşmak hissi ve ihtiyacı veren heybetli havuzlar ve sonra dönüş…
Öyle ki saat beşte eve girdikleri zaman sabahın bütün temizliği, yorgunluğun bütün gücüyle midelerinin feryadından başka bir şey duymadılar. Süreyya: “Yemek, yemek!” diye gürlüyordu. “Buyurun,” dedikleri zaman iki delikanlı koştu. Önden giden Süreyya odaya girince, “Vay, çilek!” diye sevinçle haykırdı. Sonra Suad’a dönerek, “Bu nereden böyle?” diye sordu. Suad gülümseyerek, “Çileğini ye de tarlasını sorma, demezler mi?” dedi.
Güzel bir çilek kokusu sofradaki çiçeklerin kokusunu bastırdı. Süreyya, Necib’e dönerek, “Görüyorsun ya azizim; ne varsa kadınlarda var,” dedi, sonra havlusuyla ağzını siler gibi yaparak ekledi, “Her şeyi bir sır yapmak inadıyla bile…”
Öğleden sonra ne yapacaklarını konuştular. Süreyya, birdenbire, “Eyvah!” dedi. Önceki gün, bugün gelmesi için yelkenli bir sandal tembih etmişti. Çok sevdiği yelkenle gezmek için bir sandal kiralamak isteğini çoktandır söylüyordu. Sandal şimdi Moda’dan gelecekti, eğer beğenmezse geri gidecekti; bunun için verdiği sözü unutmak istemiyordu.
“İsterseniz
9
Osmanlı döneminde şehrin su ihtiyacını karşılamak için çeşitli zamanlarda değişik kişilerce yaptırılmıştır.Belgrad Ormanlarının içinde altı tane bent bulunmaktadır.