EYLÜL. Mehmet Rauf
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу EYLÜL - Mehmet Rauf страница 7
Ve birden Necib, kendini hatırlayıp düşündü ki, bu işte pek yabancı olduğu için hiçbir müdahalesi olamazdı; fakat onlar kendisini o kadar içtenlikle, o kadar samimiyetle işe karıştırıyorlardı ki artık, olayların akışına isteği dışında kapılmaktan başka çaresi yoktu.
Akşam sofraya oturup da Fatin, yine iki lokma arasında ağzı, gözleri açık olarak yalıdan bahsettiği ve yan bir bakışla Beyefendi’ye sırıtıp hoşa gitmeye çalıştığı zaman, üç günlük hezimetin acısı çıkmış oldu. Üç arkadaş, zevk içinde birbirleriyle bakıştı; Süreyya, kendini tutamayıp sakin göstermeye çalıştığı sevinçli bir sesle, “Evet, yarın gidip tutacağız,” dedi.
Hacer gülerek, “Hangi han satıldı acaba?” diye eğlendi. Beyefendi, yemeğiyle meşgul olarak, “Mahmutpaşa’da han mı yok? Bir tanesini satmıştır,” diye mırıldandı.
Fatin gülerek yemek arasında boğuluyor gibi, “Vallahi billâhi!” dedi.
Süreyya, her şeyi söyleyecekti; fakat Suad o kadar derin, yalvaran bir bakışla baktı ki karşıdan Necib, Süreyya’nın dayanamayıp susmasına hak verdi.
Yemekten kalktıkları zaman üç dost, Süreyya’nın küçük odasına geçti; balkona çıkmış olan Suad, havaya bakarak, “Hava pek kapanık, Allah vere yağmur yağmasa,” dedi.
Süreyya artık, gülünç bir tavırla, “Ne?” dedi. “Yağmur mu? Taş yağsa vallahi yine gideriz, değil mi Necib?”
Necib, gülerek, “Hay hay!” dedi.
O zaman tekrar konuştular; yarın nereye gidip nasıl yapacaklarını görüştüler; Suad, Emirgân’dan aşağı olmamasını istiyordu. “Beykoz olsa fena mı?” diyordu. Necib, karşı sahili tercih ederek Yeniköy’de veya Yenimahalle’de küçük bir şey bulacaklarını söylüyor, “Oralarda, içerilerdeki evler bile yalı gibidir,” diye destek veriyordu. Suad’ın asıl istediği; sessizlikti.
Dörde kadar konuştular; Süreyya çokça hayal kurarak yaz hayatını bin türlü sözler içinde şimdiden düzenliyor; Suad, bazı ufak görüşlerle buna başka düzenlemeler ekliyordu. Süreyya, bir sandal bulacaktı. Gülerek, “Bir de araba…” dedi. Suad, düşünceli bir şekilde başını sallarken, “Bu uzun olur, değil mi? Asıl o zaman aç kalırız işte,” diye içini çekti. Yalıda sürülecek zevklerin sınırını şimdiden aşıp, keyiflenirken birdenbire, “Fakat bu söylediklerimizi yapmak için bütün yaz yetişmeyecek,” diye gülüşüyorlardı.
Ve Necib, son dakikalarda garip bir hüznün içine gömülerek bu mutlu karı ve kocaya bakıyor, eğer evli olmak bu ise hiç de fena bir şey olmadığını düşünüyordu. Fakat bu evliliğin nasıl özel şartlar, rastlantılarla gerçekleştiğini düşünerek birçok kötü evliliği gözünün önüne getiriyor; kendisinin böyle bir geleceğe kavuşmasının asla mümkün olmadığını, bu kadar uygun bir eşe kavuşamayacağını; her şeyden mahrum ve sefil hayatını, ihtiyarlığa kadar böyle yalnız ve talihsiz bir şekilde sürükleyeceğini düşünüyordu.
Yarın erken kalkılacağından erken yatmak tavsiyesiyle dağıldıkları sırada Necib, hep bu fikirlerin esiriydi; odasına gitmek için balkona geçtiği zaman iri, rüzgârlı damlaların düştüğünü görerek bu serinlikten yararlanmak için orada durdu, alnını bir direğe koydu ve gecenin karşısında bir süre öyle kaldı.
Kendini, hayatını düşünüyordu. Evlenmemek hakkındaki kesin kararı, ara sıra zayıflıyordu; şimdi yine o zayıf zamanından biriydi. Bu karı ve koca arasında şahit olduğu anlaşma ve yakınlık; bu sıcaklık, bu birinin küçük bir isteği için öbürünün canını verecek derecedeki telâşı, bu sakin ve mutlu sevgi, onu harap ediyordu. Bütün başarıları birer hüsran ve azap olan kendi hayatının uzun uzun arzu edilmiş, çalışılmış, kazanılmış zaferlerinde bile böyle güçlü, böyle fedakâr, böyle şefkatli ve sıcak samimiyete ulaşamamıştı. Birçok mutluluğu ya zehirli bir ayrılık ya da kahredici bir kayıtsızlıkla bitmiş; hiçbiri en mutlu zamanında bile şu mutluluğun sessizliğine ve güzelliğine benzeyememişti. Ve bu hayatı tatmadıktan sonra yaşamak ona boş, pek boş geliyordu.
“Niçin?” diyor, sonra ümitsizlik ve bezginliğin bu nakaratını, “Niye iyi!” hitabı takip ediyordu. Onun, zevkin hayhuyuna tutulmuş, maceralara eğilimli olan kişiliği bunlarla anlaştığı için artık ikinci huy olmuş, şimdi kendisinde sakinliğe ve şefkate, gölgeye, yücelik ve şiire susamış bir kişilik uyanmaya başlamıştı. Hayatın en memnun olduğu anında bile, ruhundaki eksiklik hissi bir başka ihtiyaçla dağlanıyor; şimdi zannediyordu ki bu ihtiyaç, ancak böyle sıcak bir sevgiyle, böyle dostane bir vefayla tatmin edilecek…
Ilık bir rüzgârla büyük büyük bulutlar uçuşarak geçtikçe seyrek, ağır damlalar serpiliyor; bunların yapraklara düşmesinden dolayı etrafında ölçüsüz bir ses hışırdıyordu. Necip, ıslandığını fark edip karanlığın içinde odasına giderken durdu, yanı başında şimdi işitiyorum zannettiği, huzurlu bir soluk alışla uyuyan bu karı kocanın mutlu olmasını, büyük bir hürmet ve sevgiyle diledi. “Lâyık olan mutlu olur,” fikri, zihnini bir süre oyaladı. Odasına geçip soyunurken hâlâ bunu düşünüyordu.
“Evet,” dedi. “Lâyık olan mutlu olur veya Goethe’nin dediği gibi, lâyık olan kazanır ve kazanamayan lâyık değildir.”
Sabahleyin Süreyya’nın sesini işitip uyandığı zaman hemen hemen yeni uyumuş gibiydi. Başı, küflü ve ağır bir şekilde kalktı; fakat panjurları açıp da dışarıdan taze, yeşil, parlak bir yaz sabahı bütün neşe ve tazeliğiyle içeri dolduğu zaman derin bir ferahlık hissetti.
Süreyya: “Çabuk, çabuk, treni kaçıracağız,” dedi, sonra balkonun parmaklığından aşağıya sarkıp, “Araba hazır mı Selim, araba?” diye haykırdı.
Necib, beş dakika sonra hazırdı. Onları odalarının önünde buldu. Suad, tavsiyelerini bitiremiyor, tekrar ediyordu, “Aman Süreyya, Allah aşkına…” derken Necib, birden dün geceki düşüncelerine döndü, gülümsedi. Suad, arabaya kadar yanlarında gelmişti.
Süreyya: “Bağın kapısına kadar beraber gel, orada seni bırakırız, dönersin,” dedi.
Suad: “Ya bırakmazsanız,” diye tereddüt etti. Necib, Suad’ın gözlerinde istasyona kadar gitme arzusunu okuduğundan, “İstasyona gelseniz de yine arabayla dönseniz daha iyi olmaz mı?” dedi.
Karı kocanın, ikisinin de bunu istedikleri, hemen gösterdikleri sevinçli kabulden anlaşılıyordu.
Araba hareket etti. Bağın bozuk yolundan bazen devrilecek gibi giderken Necib, şu on dakikalık mesafede bile beraber bulunmak için, hatta açıkça itiraf edemeyecek kadar istekli olan bu iki kalbin şimdi yetişmek telâşıyla birbirlerine bakmadıklarına dikkat ederek, “Beraber olmak yetiyor,” diyor ve tekrar – bulanık ve tortulu, cevap vermek veya tutunmak için düşünceleri daima kırılmaya uğrayarak – tekrar bu hali bile bir mutluluk derecesine çıkaran yakıcı, kavurucu değil; sakinleştirici aşkı, hayır bu aşk olamaz; kalp bağlılığını düşünüyordu.
Tren hareket edeceği zaman, istasyonun