SAKLI DÜNYAYA YOLCULUK. AYDIN ALMILA
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу SAKLI DÜNYAYA YOLCULUK - AYDIN ALMILA страница 3
Ada kokuyu içine çekti. “Ne tatlı!” diye mırıldandı. Ağzında mayhoş bir tat bırakıyordu. Mumların aydınlatmak için değil de koku yaymak için yakıldığını tahmin etti.
Doruk, “Ediz amca.” diye seslendi. Cevap yerine yelkovanların tıkırtıları duyuldu. Ardından eşya yığınının arasında ağır adımlarla yürüdü. Birden gözleri heyecanla büyüdü. “Bu da ne böyle?”
Ağabeyinin peşi sıra gelen Ada kaşlarını hayretle kaldırdı. Hiçbir fikri yoktu.
Dükkânın dip kısmındaydılar. Durdukları yer giriş kapısından görülmüyordu. En az demir masalar kadar eski, salyangoz bir merdiven önlerinde yükseliyordu. Ancak Doruk’un ilgisini çeken merdiven değil; merdivenin dibinde duran iki farklı büyüklükte küreden ve küreleri farklı yerlerinden birbirine bağlayan borulardan oluşan makineydi. Aslında çocukların durduğu yerden makinenin o kadarı görünüyordu. Diğer kısmı basamakların altındaydı. Karanlığa gömülmüş gibiydi. Ne Doruk ne de Ada basamakların altına geçmeye yeltendi.
Ada, “Amcamın icatlarından biridir belki de!” diye tahminde bulundu. O sırada makineden yükselen homurtuyla birkaç adım geriye sıçradı. Homurtuyu gurultuya benzeyen başka sesler izledi. Hatta makine dağılacakmış gibi sallandı. Hemen ardından durdu.
Doruk başını hafifçe bir yana eğip kürelere baktı. “Dünya gibi, yerküre gibi, bir tarafa doğru eğikler.” dedi.
“Evet, yerkürenin ekseninin eğikliği gibi!”
Bir süre orada öyle durup gözlerini metal yığınına diktiler. Ada, “Mum yapma makinesi olabilir mi?” diye sordu. “Daha önce hiç böylesine güzel kokan mumlara rastlamamıştım.”
“Sanmam.”
Ada’nın ilgisi birden makineden mumlara kaydı. “Tabii, mumlar!”
“Sanmam, dedim ya!”
“Demek istediğim, mumlar yandığına göre Ediz amca burada olmalı. Söndürmeden çıkıp gidecek değil!”
Bunun üzerine Doruk bakışlarını salyangoz merdivenin tepesine kaydırdı. “Dükkân iki katlı ya! Belki üst kattadır.”
“Bunu öğrenmenin tek bir yolu var.”
“O da üst kata çıkmak!”
İki kardeş, basamakları çıkmak için tırabzanı tuttular. Ancak ilk basamağa adım atmaya fırsat bile bulamadılar. Çünkü tam o sırada merdiven yerinden çıkacakmış gibi sallanmaya başladı. Sallantıya gıcırtılar eşlik etti. Biri paldır küldür aşağı indi.
Ada’yla Doruk, gelen adama yol vermek için geri çekilirken, “Ediz amca!” diye bağırdılar. Seslerinin ne kadar yüksek çıktığının farkına varmamışlardı.
Ediz amca üst kattan inmemişti de fotoğraftan fırlamıştı sanki. Üstünde, fotoğraftakiyle tıpatıp bir giysi vardı. Köstekli saat ve tek camlı gözlük de buna dâhildi. Çocukları karşısında görünce hafifçe irkildi. Hemen ardından, “Ah, buradasınız demek!” dedi. “Ben de zaten kasabaya vardığınızı babanıza haber verdim.”
Doruk gözlerini kocaman açtı. “Bizi şimdi gördün, ne zaman haber verdin ki?”
Amcasının gözü duvardaki saatlerden birine kaydı. “Tren gara vardığında tabii ki!” Doruk’un bunu nasıl düşünemediğine hayret etmişti. “Hep bu saatte varır.”
“Ama ya trenden inmeseydik?”
“Neden inmeyesiniz ki?”
Ada da kardeşine katıldı. “Ya evi, yani dükkânı bulamasaydık?”
“Niye bulamayasınız ki?.. Hem ben de aslında…” dedi. Cümlesini yarıda kesti. Tek camlı gözlüğünü, kaşıyla yanağının üst kısmı arasına iyice sıkıştırıp yeniden saate baktı. “Tam zamanında!” diye ekledi.
Ediz amca selamlaşma gereği duymamıştı. Yeğenlerini hayatında ilk defa değil de sadece birkaç saat önce görmüş gibiydi. Demek ki tanışma faslına ya da merhaba demeye gerek yoktu. Doruk da amcası gibi davranıp, “Ne için tam zamanında?” diye sordu.
“Bitpazarına gitmek için!” dedi Ediz amca. “Hızlı davranmalıyız, makineyi bir an önce tamir etmem lazım. Çıkardığı sesleri duydunuz mu? İyiye işaret değil!” Bir yandan metal yığınına göz attı. Ardından, “Su içmeyi sever misiniz?” diye sordu.
İkisi de başlarını hararetle salladılar. Su içmeyi kim sevmezdi ki!
“O hâlde öylece dikilmeyin, acele edin. Değiştirecek cıvatalar ve somunlar var. Yoksa su arıtma makinesi dağılacak!”
Doruk, “Su arıtma makinesi mi?” dedi. Aslında soru cümlesi değil, hayretle söylenmiş kelimelerdi. Amcaları gerçek bir mucitti!
Ediz arkasını dönüp, yeniden basamakları uçarcasına çıkarken yeğenine cevap verdi. “Tabii ki! Başka ne olacaktı ki! Üstelik kasabanın en lezzetli suyu! Lezzetli suya ulaşmak çok zor, biliyorsunuz!” Belli ki icadıyla gurur duyuyor ve bunu saklamıyordu. Çocukların tahmin ettiğinden de tuhaf biriydi.
Ada’yla Doruk’un nasıl acele edeceklerine dair fikirleri yoktu. Sessizce amcalarını izlediler. Her adımda artan gıcırtılar eşliğinde üst kata çıktılar.
Burası yüksek tavanlı bir çatı katıydı. Dükkânın giriş katına pek benzemiyordu. En azından daha düzenliydi. Duvarları kaplayan koyu renk tahtalar, odanın iki kenarından yükselip tepede birleşiyordu.
Duvarın birinde haritalar asılıydı. Bir başka duvarın önünde genişçe bir masa uzanıyordu. Masa makine parçaları ve metallerle doluydu. Onların yanında yerküreler ve dünya maketleri diziliydi. Kenardaki derme çatma bir sehpanın üstünde ise minerallerle taşlar vardı. Tuhaf şekillerde ve çeşitli renklerde bir yığındı. Odanın bir diğer ilginç yanı da tavandan sarkan pervanelerdi.
Pervaneler Doruk’un ilgisini çekmişti. Farklı boyutlardaydı. Çoğu metaldendi. Kim bilir, belki bir zamanlar bir uçağa, helikoptere ya da denizaltıya aitti. Doruk pervanelerin orada ne işi olduğunu düşündü. Sonra gözü ahşap pervanede takılı kaldı. Diğerlerine benzemiyordu, hem daha küçük hem de temizdi.
Ediz odanın bir köşesindeki çekmeceyi açmış, altüst etmekle meşguldü. Eline geçen metal parçalarını inceliyordu. Çocuklara sırtı dönüktü. Buna rağmen Doruk’un neye baktığını hissetmişti sanki. “Sıcak hava balonu pervanesi.” dedi. “Hiç bindiniz mi?”
Amcaları gözünü çekmeceden ayırmadan konuşunca irkildiler. Doruk pervaneden uzaklaştı. Değil binmek, gerçek bir sıcak hava balonu görmemişlerdi bile. Duyan da sık kullanılan bir araç sanırdı.
Doruk