SAKLI DÜNYAYA YOLCULUK. AYDIN ALMILA
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу SAKLI DÜNYAYA YOLCULUK - AYDIN ALMILA страница 4
Bu sırada Ada’nın bakışları haritaların üzerinde kaydı. Doruk’un ilgisini nasıl pervaneler çektiyse Ada’nın da haritalar çekmişti. Dünyanın ya da tek başına kimi ülkelerin haritalarıydı bunlar. Kimisi dağları, denizleri, nehirleri, gölleri gösteriyordu. Birkaçı yan yana asılı olduğu hâlde birbirini tamamlamıyordu. Sanki dünya parçalara bölünmüş de farklı düzende dizilmişti. Ada, parçaları yanlış birleştirilmiş bir yapboz gibi, diye düşündü. Kasabanın haritası da aralarındaydı. Çoğunlukla eskiydiler. Kat izleri vardı, hatta sık sık katlanmaktan kimi yerlerindeki yazılar neredeyse silinmişti.
Amcaları bu defa, “Haritalardaki yerlere gittiniz mi?” diye sordu. Bu, sıcak hava balonuna binmelerinden bile tuhaf olurdu. Ada, “Hayır!” diye mırıldandı.
“Ben gittim, kimi icatlarım ve araştırmalarım için…”
Çocuklar tam, “Hangileri için?” diye soracaklardı ki Ediz amca fırsat vermedi. “Artık kesinlikle çıkabiliriz!” diye bildirdi. “Çantalarınızı uygun bir yere bırakın.”
Amcalarının, uygun, derken neyi kastettiğini anlamamışlardı. Çantaları boş buldukları bir yere bıraktılar.
Bu sırada Ada, parmağıyla duvarı işaret etti. “Gerçekten hepsine gittin mi Ediz amca?”
Amcaları haritaların önüne geçti. Birden, “Monoklüm nerede?” diye etrafına bakındı. Çekmecenin kenarına bıraktığı tek camlı gözlüğünü bulunca, alıp gözüne bastırdı.
Ada’yla Doruk içlerinden, “Monokl.” diye tekrarlarken amcaları yeniden haritaların karşısındaydı. Bir elini çenesine dayayıp gözlerini hafifçe kıstı. Gören çok önemli matematiksel hesaplar yaptığını sanırdı. Oysa, “Büyük bir kısmına!” demekle yetindi. “Yoksa onca parçayı nasıl toplardım?” Bir yandan üstleri dolu, uzun ve geniş masayla sehpayı işaret etti. Yüz ifadesine bakılırsa çocukların bunu bilmemesine şaşırmıştı. “Kasabada her şeyin bulunacağını mı sanıyorsunuz?”
Çocuklar amcalarını tanıdıkça bu tür cevapların tam da ona göre olduğunu anlayacaklardı. Ediz üstü kapalı konuşmayı tercih ederdi. O da canı konuşmak isterse tabii. Bir şeyin karşısındaki tarafından bilinmemesine de şaşırırdı. Onun bildiği her şeyi, herkesin bilmesi mümkünmüş gibi!
“Şuradaki mineraller ve taşlar örneğin… Hiçbiri bu kasabada yok. Nasıl olsun! Dünyada… Durun bakayım!” Yine karışık bir hesap yapıyormuş gibi düşündü. “4.750’den fazla mineral var, keşfedilmeyi bekleyenleri de eklersek…” Sanki mineralleri tam o sırada tek tek saymış da 4.750 sayısına ulaşmıştı! Üstelik keşfedilmeyen kaç tane mineral olduğunu bilmek mümkünmüş gibi konuşuyordu. Sonunda, “Çok sayıda, evrenin doğuşundan beri oluşuyorlar.” demekle yetindi.
Amcalarını izleyip alt kata indiler. Ediz kapıdan çıkmadan önce lambayı ve mumları söndürdü.
Doruk amcasının peşi sıra yürürken, “Mucit olduğunu bilmiyorduk.” dedi.
Ediz amca hayretle kaşlarını kaldırdı. Bu sırada düşmesin diye monoklü eline aldı. “Biliyormuşsunuz işte!”
“Yani yeni öğrendik. Tabeladan okuduk.”
Ediz amca tabelaya ilk kez görüyormuş gibi baktı. “Ah, omu? Doğru!” dedi.
Pamir epeydir yürüyordu. Kasaba tahmininden daha büyüktü. Hindiba Yolu ise belli ki gerçekten kasabanın diğer ucundaydı. Bunlar yetmezmiş gibi yapış yapış hava hızını kesiyordu. Gerçi asıl sorunu daha büyüktü, hatta oldukça iriydi! Gardan ayrıldığından beri peşinde olan adamı yeni fark etmişti. Büyükbabası çok dikkatli olmasını tembihlerken kastettiği bu muydu?
Huzursuz olmuştu. Yine de adamı gördüğünü önce belli etmedi. Ama sonra dayanamayıp arkasını kontrol etti.
Fark edildiğini anlayan adam ise adımlarını sıklaştırdı. Bunun üzerine Pamir paniğe kapılıp koşmaya başladı. Karşısına çıkan ilk köşeden döndü, ancak izini kaybettiremedi. İri cüssesine rağmen adam da hızlı çıkmıştı.
Pamir, Hindiba Yolu’nu aramaktan vazgeçti. Önce adamdan kurtulmalıydı. Kalabalık ve sisle kaplı sokaklara girdi, köşelerden döndü. Bu sırada gideceği adresten iyice uzaklaştı. Eski püskü dükkânların olduğu bitpazarına dalınca arkasına yeniden bakmaya cesaret etti. Adam yoktu. Atlatmayı başarmış mıydı?
3. Bölüm
Cıvata, Somun ve Bisiklet
Amcalarının ardında, dükkânın arka tarafına dolandılar. Kayalık Çıkmazı’nın kayaları, yürüdükleri yerden bakınca daha dik görünüyordu. Denizin rengi ise bu görüntüyü daha ürkütücü hâle getiriyordu.
Doruk, “Nereye gidiyoruz?” diye sordu. Ediz amcayı yanlış mı anlamışlardı? Bitpazarı dükkânın arka tarafında olacak değildi ya!
Ediz ağzını bir tarafa yamultarak güldü. “Garaja, bitpazarına gideceğimiz taşıta binmeye!..”
Ada, “Taşıt mı?” diye sordu. “Yoksa… Ama…”
Ediz yeğeninin aklından geçeni okumuşçasına, “Sıcak hava balonu değil!” diye karşılık verdi. “Yine de onun kadar ilginç bulacaksınız.” Yüz ifadesine bakılırsa bu gizemli taşıtıyla da gurur duyuyordu.
Neyle karşılaşacaklarını merak ettiler. Taşıtı görünce ise hayal kırıklıklarını gizleyemediler. İki tekerleği, bir selesi, bir gidonu olan sıradan bir bisikletti bu!
Doruk, “Üçümüz nasıl bineceğiz ki?” dedi. Asıl sorun bisikletin şaşırtıcı olmaması değil, tek kişilik olmasıydı!
Ediz, “Doğru soru!” diye karşılık verdi. Ardından yeğenlerine bir dizi komut sıraladı. “Sen gidonu tut, sen de seleyi!.. Sıkıca tuttunuz mu? Şimdi kendinize doğru çekin! Kuvvetli çekin, çekinmeyin!”
Ada’yla Doruk bisikleti iki tarafından çektikçe aradaki destek sütunu uzadı. Bu sırada Ediz amca daha uzunuyla değiştirmek için zinciri çıkarttı. Destek sütununun üzerine iki sele, iki gidon ve pedallar yerleştirdi.
Bisiklet üç kişilik oluvermişti. Çocuklar ise şaşkınlıkla bakakalmışlardı.
Amcaları, “Selelerin sırtlığı da var.” dedi. Bu sırada ön tarafa yerleşmişti bile. Yeğenlerinin kararsız kaldığını görünce, “İmal ettiğim en güvenli araçtır!” diye belirtti. “Bana ait bir icat sayılmasa da yaptığım eklemelerle mükemmel oldu! Hadi binin!”
Sadece birkaç dakika sonra çıkmazı arkalarında bırakmışlardı.
Pamir, barakayı andıran yan yana sıralı dükkânlardan birine kendini attı.