Uzay ve Zaman Hikayeleri. H.G. Wells
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Uzay ve Zaman Hikayeleri - H.G. Wells страница 3
Bay Wace’in söylediğine göre Bay Cave’in anlattıkları fazlasıyla gerçekti ve duygusallığın getirebileceği halüsinasyonlardan tamamen uzaktı. Ancak Bay Wace’in anlatılan durumu birçok kez taklit etmeye çalışmasına rağmen bu manzarayı pek de net göremediğini unutmamak gerek. İki adamın gördüğü manzaranın birbirinden çok farklı olduğu söylenebilir. Bay Cave için geniş bir manzara olan görüntü, Bay Wace için bulanık bir renk karmaşasıydı.
Bay Cave’in anlattığına göre manzara, geniş bir düzlüktü ve bu düzlüğü, bir kuledeymiş gibi yüksek bir yerden görüyordu. Düzlük, doğusunda ve batısında bulunan kocaman, kırmızımsı tepelerle bitiyordu. Bu kırmızımsı tepeleri daha önce gördüğü bir fotoğraftaki tepelere benzetti Bay Cave. Ancak Bay Wace’in bu fotoğrafı görmesi pek mümkün değildi. Tepeler, kuzeye ve güneye (yıldızlara bakarak yönleri anlayabiliyordu) neredeyse sonsuza kadar uzanıyor ve uzaktaki sisin içinde kayboluyordu. Doğudaki tepelere daha yakındı. Manzarayı ilk gördüğünde güneş, onların üzerinden doğuyordu ve güneş ile kendisi arasında, Bay Cave’in kuş olarak tanımladığı kalabalık bir şekiller topluluğu yükseliyordu. Altında binalardan oluşan kocaman bir küme bulunuyordu. Görünüşe göre bu binaların tam üstünden onlara bakıyordu ve görüntü kristalin kenarına yaklaşıp bulanıklaştıkça binalar da belirsizleşmeye başlıyordu. Parlak bir suyolunun yanında, tuhaf şekilleri olan, soluk, yosunumsu bir yeşil ve gri renklerden oluşan ağaçlar bulunuyordu. Kocaman ve çok güzel renkleri olan bir nesne de manzara boyunca uçuyordu. Bay Cave bu görüntüleri ilk gördüğünde panikleyip kristali hareket ettirmiş ve görüntüyü kaybetmişti. Kristali hangi doğrultuda tutması gerektiğini hatırlamadığından görüntüyü ikinci kere bulmak gerçekten çok zor olmuştu.
Bulanık görüntüler ve belki de manzarayı nasıl bulabileceği hakkında birkaç tecrübe edinmek haricinde hiçbir işe yaramayan bir hafta sonunda tekrar net bir görüntü yakalayabildi. Manzara eskisinden farklıydı. Ancak Bay Cave, daha sonraki incelemelerinin de gösterdiği gibi, aynı noktadan başka bir yöne doğru baktığı kanaatindeydi. Önceden çatısına üstten baktığı büyük binanın uzun cephesi artık daha gerideydi. Çatıyı tanıdı. Binanın bu cephesinde her şeyin mükemmel bir simetriye sahip olduğu devasa bir teras bulunuyordu. Terasın ortasında da belli aralıklarla, üzerinde güneş ışığını yansıtan minik nesneleriyle çok büyük olmasına rağmen fazlasıyla zarif direkler bulunuyordu. Bu küçük parlak nesnelerin önemini, manzarayı Bay Wace’e tarif edene kadar anlamamıştı Bay Cave. Hayal edilebilecek en lüks ve zarif bitki örtüsünden oluşan çalılıkların üstünde asılıydı teras. Çalılıkların ötesinde geniş bir çimenlik alan, bu alanda da böceklere benzeyen ama çok daha büyük yaratıklar vardı. Çimenliğin ötesinde de pembemsi taşların dizildiği bir geçit; onun arkasında da uzaktaki tepelerle paralel bir şekilde vadinin sonuna kadar uzanan, sık kırmızı otlarla çevrili, tertemiz bir nehir vardı. Gökyüzü, kocaman kuşlardan oluşan görkemli sürülerle doluydu. Nehrin karşısındaki yosun kaplı ağaçların arasında metalden yapılmış gibi görünen, parlak ve rengârenk binalar vardı. Ve birden manzara boyunca, bir kuşun kanat çırpmasına benzeyen bir hareketlenmeyle birlikte bir yüz, daha doğrusu bir yüzün üst kısmı, kocaman gözleriyle kristalin diğer tarafından Bay Cave’e bakıyormuş gibi belirdi. Karşısındaki gözlerin tamamen gerçek gibi görünmesi Bay Cave’i o kadar ürkütmüş ve etkilemişti ki kafasını yana uzatıp kristalin arkasında kimse olup olmadığına baktı. Kristalin dünyasında kendisini o kadar kaybetmişti ki kafasını kaldırdığında hâlâ dükkânının metil kokan, soğuk, karanlık köşesinde olduğuna inanamadı. Dikkati dağıldığı sırada kristal yavaşça söndü.
Bay Cave’in ilk izlenimleri bunlardı. Anlattığı hikâye ilginç bir şekilde herhangi bir abartı içermiyordu. Manzarayı ilk gördüğünden beri hayal gücü fazlasıyla etkilenmişti. Gördüğü detayları düşündükçe de bu ilginç diyara duyduğu merak arttıkça artıyordu. Artık işini ilgisizce yapıyor, sürekli kristali ve o muhteşem sahneyi düşünüyordu. Manzarayı ilk görüşünden birkaç hafta sonra da kristali almak isteyen iki müşteri gelmişti. Sundukları teklif cezbedici olsa da önceden anlattığım gibi bu tekliften bir kaçış yolu bulmuştu Bay Cave.
Bu durum Bay Cave’in sırrı olmakla beraber, merak edilmeyecek gibi de değildi. Sürekli gizlice yaklaşıp kurcalama isteği uyandırıyordu insanda, tıpkı yasak bahçeyi gözlemeye çalışan bir çocuk gibi. Ancak Bay Wace, genç bir araştırmacı için gayet berrak ve net bir zihne sahipti. Kristalin hikâyesi ve bu hikâyeyi destekleyen olağanüstü parıltıları kendi gözüyle görmüş olması Bay Wace’i tatmin etmeye yetmişti. O da konuya daha sistematik bir yaklaşım sergiledi. Bay Cave her zaman bu muhteşem manzarada gözlerini bayram ettirmek için fazlasıyla hevesliydi. Her akşam saat sekiz buçuktan on buçuğa, bazen de Bay Wace’in evde olmadığı zamanlar gün içinde gelirdi. Ayrıca pazar günleri öğleden sonra da gelirdi. Olaylar başladığından beri kristaldeki görüntünün nasıl oluştuğu ve kristale giren ışık yönünün manzaranın gözüktüğü yönle olan alakası hakkında bolca bilimsel not tutmuştu. Kristali, istediği açıdan küçük ışınları yansıtabileceği, üzerinde küçük delikler bulunan bir kutuya koymuş ve böylece incelemeyi kolaylaştırmıştı. Artık vadiyi istedikleri açıdan gözlemleyebiliyorlardı.
Bu olayları anlattığımıza göre, kristalin içindeki hayali dünyanın kısa bir açıklamasını yapabiliriz. İkilinin çalışma metodu her zaman şöyleydi: Bay Cave vadiyi izleyip gördüklerini Bay Wace’e söylüyor, Bay Wace de (bir bilim insanı olmanın kazandırdığı karanlıkta yazı yazabilme becerisiyle) söylenenleri kısaca not alıyordu. Kristal, parlaklığını kaybedince özel kutusuna konuyor, odayı aydınlatan ampul yakılıyordu. Bay Wace sorular soruyor, anlaması zor bazı noktalara açıklık getirmeye çalışıyordu. Başka hiçbir şey daha az hayal ürünü veya daha gerçek olamazdı.
Bay Cave’in dikkatini hemen, önceki incelemelerinde etrafta bolca bulunan kuş benzeri yaratıklar çekmişti. Daha sonraki incelemelerinde de gördüğü bu yaratıkların bir çeşit gündüz yarasası olduklarını düşünmüştü Bay Cave. Daha sonra da garip bir şekilde bu yaratıkların melek olabileceklerini düşündü. Bu düşüncenin sebebi, Bay Cave’in ikinci incelemesinde gördüğü gözlerdi. Kafaları yuvarlaktı ve insan kafasına çok benziyordu. Geniş, gümüş renginde ve tüysüz kanatları, yeni yakalanmış bir balığın pulları gibi parlıyordu. Ayrıca bir kuş veya yarasanın aksine kanatları, vücutlarından çıkan kavisli kemikleriyle tutturulmuş gibiydi. (Kavisli kemikleri olan kelebek kanatları, yapabileceğimiz en iyi tanım olurdu sanırım.) Vücutları küçüktü. Ağızlarının hemen altından çıkan, dokunaç benzeri iki uzuv bulunuyordu. Bay Wace için ne kadar akıl almaz gözükse de insan yapımı gibi duran kocaman yapılar ve vadiyi bu kadar muhteşem hale getiren o kocaman bahçe bu yaratıklara ait gibiydi. Bay Cave bu büyük yapıların kapılarının olmadığını, bunun yerine kolayca açılıp kapanabilen büyük, daire şeklinde pencerelerinin olduğunu ve uçan yaratıkların bu pencereleri giriş çıkış için kullandıklarını fark etti. Dokunaçlarının üzerine iniyor, kanatlarını neredeyse bir kol