Uzay ve Zaman Hikayeleri. H.G. Wells

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Uzay ve Zaman Hikayeleri - H.G. Wells страница 5

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Uzay ve Zaman Hikayeleri - H.G. Wells

Скачать книгу

de olsa kristalin peşini bırakmak zorunda kaldı. Ve kristalin nerede olduğu bugün hâlâ bilinmiyor. Arada sırada Bay Wace, büyük bir hevesle diğer tüm işlerini bırakıp kristali aramakla uğraştığını söylüyor (ki bunun doğru olduğuna gerçekten inanıyorum).

      Kristal sonsuza kadar kayıp kalsa da kalmasa da yaşanan her şey fazlasıyla şüpheli. Eğer kristali satın alan kişi bir koleksiyoncu olsaydı, Bay Wace’in diğer tüccarlar aracılığıyla ona ulaşabilmesi beklenirdi. Bay Cave’in dükkânına gelen rahip ve esmer gencin, Rahip James Parker ve Bosso-Kuni Prensi olduklarını bulmayı başarmıştı Bay Wace. Bazı detaylar için onlara minnettarım. Prens’in kristalle ilgilenme sebebi tamamen meraktan, ayrıca lüks ve pahalı şeyler alma huyundan ibaretti. Bay Cave’in kristali satmayı kesinlikle istememesi, Prens’in onu daha çok arzulamasına yol açmıştı. Bundan yola çıkarak kristali satın alan kişinin de bir koleksiyoncu bile olmadığını; belki de kristalin, bir iki kilometre uzaktaki bir evde, sıradan bir vitrin süsü olarak kullanılmakta olduğunu düşünmek mümkün.

      Benim kendi fikirlerim Bay Wace’inkilerle tamamen aynı. Bence de dünyadaki kristal ile Mars’ta direklerin üstünde bulunan o kristal arasında bir çeşit bağ vardı. Bizim kristal, Marslılar tarafından dünyada neler olup bittiğini izleyebilmek amacıyla buraya gönderilmişti. Muhtemelen diğer direklerdeki kristallerin eşleri de bizim dünyamızdaydı.

      Yıldız

      Yeni yılın ilk gününde, neredeyse aynı anda üç gözlemevinden, Güneş sisteminin en dışındaki gezegen olan Neptün’ün Güneş çevresindeki yörüngesinin tuhaf ve düzensiz bir hal aldığı duyuruldu. Ogilvy, aralık ayında gezegenin hızında bir düşüş olacağı ihtimalini zaten öngörmüştü. Tabii ki Neptün adında bir gezegenin varlığından bile haberdar olmayan dünya halkı için bu haber pek bir şey ifade etmiyordu. Yine de bu haber, Neptün’ün sürekli daha büyük ve daha parlak hale geldiği, yörüngedeki hareketinin de diğer gezegenlerden çok farklı bir hal aldığı henüz fark edilmemiş olsa bile, bilim insanlarının dikkatini çekmeye yetti.

      Pek az insan, Güneş sisteminin uzaydaki yalnızlığının farkında olabilirdi. Etrafında dolaşan gezegenleriyle birlikte Güneş, asteroit tozları ve tam olarak ne oldukları pek de anlaşılmayan kuyrukluyıldızlar, manasız bir boşlukta, sonsuzluğa doğru öylece sürükleniyorlardı. Neptün’ün yörüngesinin ötesinde, hiçbir sıcaklığı, ışığı ya da sesi olmayan, üç trilyon kilometre ötesine kadar uzanan bomboş uzay… Ancak bu devasa boşluğu aştıktan sonra sisteme en yakın yıldıza ulaşılabiliyor. Ve en sönük ateşten bile daha önemsiz birkaç kuyrukluyıldızı saymazsak insanlar bu uzay uçurumunu geçen hiçbir maddeye rastlamamıştı, ta ki yirminci yüzyılın başlarında bu tuhaf gezgin ortaya çıkana kadar. Muazzam bir kütlesi olan, hantal bir cisimdi. Gökyüzünün karanlık gizeminden aniden fırlayıp Güneş’in parlaklığına doğru gidiyordu. İkinci gün, iyi bir ekipmanla, Aslan takımyıldızındaki Regulus’un yakınlarında bir nokta olarak rahatça görülebiliyordu. Kısa bir süre sonra basit bir teleskopla bile görülebilir hale gelmişti.

      Yeni yılın üçüncü gününde, iki yarımküredeki gazete okurları, ilk defa haberdar edilmişti göklerdeki bu alışılmadık cismin öneminden. “Gezegenlerin Çarpışması” başlığını atmış ve Duchaine’in fikri olan “yeni gezegenin muhtemelen Neptün’le çarpışacağı” düşüncesini yazmışlardı. Başyazarlar konu üzerinde yoğunlaşmaya başladı. Dünyanın çoğu başkenti, yaklaşan bu “şey” ne kadar belirsiz olsa da bir beklenti içindeydi. Dünyanın her yerinde, gece olunca gözlerini gökyüzüne diken ve her zamanki yıldızları her zamanki durumlarında gören binlerce insan vardı.

      Londra’da şafak sökene kadar Pollux ve yakınlarındaki yıldızlar sönmüştü. Bir kış sabahıydı bu. Bulutların arasından zar zor geçen güneş ışınlarının aydınlatamadığı pencerelere yansıyan, bir gaz lambası veya mumdan çıkan sarı ışığa bakarak kimlerin uyanık olduğunu tespit etmek mümkündü. Uyuklayan polis memuru görmüştü onu, marketlerdeki kalabalıkların ağzı açık kalmıştı, erkenden işine giden işçiler, sütçüler, taksi şoförleri, orada burada gezen evsizler, işlerinin başındaki nöbetçiler, kırlarda evlerinden uzak, yorgun argın yürüyen emekçiler, gizlice evlerine dönen hırsızlar, yani bu karanlık ülkenin her yerindeki insanlar görebiliyordu onu. Kocaman beyaz bir yıldız, aniden gökyüzünde belirmişti.

      Gökyüzündeki tüm yıldızlardan daha parlaktı. Işık saçan minik bir noktadan ibaret değildi bu yıldız. Küçük, çok parlak bir yuvarlaktı. Bilimin ulaşamadığı yerlerde, insanlar bakıp korktular, birbirlerine göklerin savaş ve hastalık işaretleri verdiğini söyleyip durdular. Güçlü Boerlar, esmer tenli Hottentotlar, Altın Sahil zencileri, Fransızlar, İspanyollar, Portekizliler, güneşin doğuşuyla birlikte bu yeni yıldızın batmasını izlediler.

      Yüzlerce gözlemevindeki bilim insanları, heyecanlarını bastırmaya çalışıyorlardı. Görüntüyü kaydedebilecekleri aparatları ve spektroskopları bir an önce kurmak için oradan oraya koşturuyorlar, romanlarda görülecek cinsten bu olayı, yani bir dünyanın yok oluşunu kaydetmek için birbirleriyle yarışıyorlardı. Yok olan dünya bizimki olmasa da çok daha büyük bir kardeş gezegendi. Güneş sisteminin dışından gelen yabancı tarafından vurulan gezegen Neptün’dü ve çarpışma, iki kürenin birleşip büyük ve parlak bir kütle halini almasını sağlamıştı. Solgun, beyaz yıldız o gün tüm dünyada şafaktan iki saat önce, güneşin altına bağlıymış gibi battı. Dünyanın dört bir yanından insanlar gördüklerine inanamıyorlardı ama yine de hiç kimse, yıldızların sürekli seyircisi olan denizcilerden daha çok şaşırmamıştı.

      Avrupa’daki insanlar tepelerde, evlerin çatılarında, geniş açıklıklarda doğu yönünü öylece izleyerek yeni yıldızın doğmasını bekliyorlardı. Yıldızımız, beyaz bir ateşe benzeyen parıltısıyla yükseliyordu. Bir önceki gece de onu görmüş olanlar gördükleri gibi heyecanla bağırdılar, “Daha büyük, daha parlak!” O sırada batmakta olan ayın boyutu her zamanki gibi olsa da yeni yıldızdan daha parlak değildi.

      “Daha parlak!” diyordu sokaklarda toplanan insanlar. Ancak gözlemevlerinde bilim insanları birbirlerine, “Daha yakın,” diyorlardı nefeslerini tutarak. “Daha yakın!”

      Yüzlerce insan tekrarlıyordu: “Daha yakın!” Telgraflar bu sinyali alıyorlar, telefon kablolarında bu sözler titreşiyor, binlerce şehirden gazeteciler daktilolarına aynı şeyi yazıyorlardı: “Daha yakın.” Ofislerinde yazan insanlar sanki aniden fark etmiş gibi kalemlerini bıraktılar, binlerce farklı yerde konuşan insanlar birden şu sözlerdeki garip doğruluk ihtimalinin farkına vardı: “Daha yakın.” Yeni uyanan sokaklarda geziniyordu, sessiz köylerin buz tutmuş yollarından bağırarak ilerliyordu bu haber. Oradan buradan duyan insanlar, sarı ışıklı kapı önlerinde duruyor, geçenlere haber veriyorlardı. “Daha yakın.” Güzel kadınlar, haberleri dans aralarında duyup ilgi gösterme numarası yapıyorlardı. “Gerçekten de daha yakın! Ne kadar da ilginç! Böyle şeyleri bulmak için bayağı zeki olmak gerekiyor sanırım.”

      Soğuk gecelerde sokaklarda gezen yalnız berduşlar kendilerini avutmak için gökyüzüne bakarak mırıldanıyorlardı: “Buz gibi geceleri ısıtmak için daha da yakın olmalı. Gerçi bu kadar yakın olmasına rağmen sıcaklık veriyor gibi gözükmüyor.”

      “Ne yapayım ben sizin yeni yıldızınızı?” diye bağırdı ağlayan kadın, ölmüş kocasının yanında diz çökerek.

      Sınavına

Скачать книгу