Ejderhanın Evrimi. Grafton Elliot Smith
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Ejderhanın Evrimi - Grafton Elliot Smith страница 7
Ölünün heykelini yapma geleneği tam olarak yerleştiğinde bile mumyanın şeklini onarma veya onu sarma fikrinden hiçbir zaman vazgeçilmediğini unutmamak gerekir. XVIII, XXI ve XXII. hanedanlar döneminde mumyanın bedeninin koruyucu bir şekilde sarılması ve yapay gereçlerle mumyaya gerçeğe uygun bir görüntü verme çabaları bunun kanıtıdır. Yeni İmparatorluk ve Roma İmparatorluğu dönemlerinde sarılı mumya kimi zaman heykelleştirilirdi. Ancak Mısır tarihi boyunca sarılı mumya için boyalı maske yapmak veya Hıristiyanlığın ilk zamanlarında ölünün basit bir tasvirini yapmak için bu uygulama pek yaygın değildi.
4. şekil: Piramitler Çağı’nda Mısırlı bir kadının tasvir heykeli.
Bu gelenek sayesinde, onun asıl değeri hiçbir zaman unutulmadı. Profesör Garstang, sarılı mumyalara boyalı maskeler takıldığı XII. Hanedan döneminde30 mezarlarda hiçbir heykel veya heykelciğin bulunmadığı gerçeğinin altını çizer. Görünüşe bakılırsa cenazeci, mumyanın31 gerçeğe uygun şekilde yapılan maskeleri sayesinde heykellerin yapılma amacını yerini getirdiğini fark etmişe benziyor. Ayrıca Yeni İmparatorluk döneminde, asıl mumyayı gerçeğe uygun bir hale getirmek amacıyla sarmak ve modellemek, heykel ihtiyacını gereksiz kılıyordu.
Artık Eski Krallık dönemi heykelleri hakkındaki diğer değerlendirmelere geçmeliyim. Tüm bu çeşitli uğraşlar aynı arzudan kaynaklanıyordu: Ölünün suretini muhafaza etmek. Ancak heykeltıraşlar amaçlarına ulaşıp teknik becerinin ve sanatsal hislerin olağanüstülüğünü her daim taşıyacak olan bu harikulade tıpatıp tasvirleri yapıp ölüden kalanları kurutmayı düşündüklerinde, Hanedan öncesi Mısır döneminin zihin yapısının ürünü olan eski fikirler kuvvetli bir şekilde pekiştirilmiş oldu. İlk insanlar, hayat ve ölümün doğası üzerine öncesine göre çok daha belirgin bir şekilde tefekkür etmeye başladılar. Ölmüşlerin bedenlerinin tam ve bozulmamış bir şekilde korunduklarını görmeleri bunda etkili oldu. Eylemleri, fikirlerinin dışavurumu olarak değerlendirilirse, fiziksel olarak eksiksiz olan bu vücutlarda yaşayan varlıklar gibi hissetmelerini ve davranmalarını engelleyen eksiğin ne olduğunu merak etmeye başladılar. Bu merak, hayat ve ölüm gibi ciddi meselelerdeki kafa karışıklıklarından kaynaklanmış olmalı. Aksi takdirde, mumyalamayı icat ederek vücudu muhafaza etmenin daha kesin bir yolunu bulmalarındaki ve oyulmuş bir heykelle ölünün tıpkısı bir tasvir elde etmedeki neden gizemini korurdu. Ancak, ceset çürümez bir şey olarak düşünüldüğünde ve ölünün tasviri gerçekçi bir ustalıkla tasarlandığında eski düşünceler kuvvetli bir şekilde tekrardan hatırlandı. Bunun üzerine bu inanç, canlılığın kaybolmuş unsurlarının heykele geri verilebilmesi durumunda heykelin canlanmış olabileceği ve ölen kişinin canlandırılmış heykelinde tekrar yaşayacağı şeklinde daha kati bir hal aldı. Bu, ölüm ânında cesedin mahrum olduğu canlılık unsurlarının doğasıyla ilgili meselenin daha yoğun ve nüfuzlu bir şekilde araştırılmasını teşvik etti. Zaman içinde bu soruşturmalardan bağımsız bir biçimde, hayli karmaşık bir felsefe gelişti.32
Gelgelelim, şu anda ele aldığım daha eski dönemlerde bu inanç; heykele yaşam sebebini, yaşam enerjisi ile canlı vücudun kokusu ve terini aktarabilmek için icat edilen bazı ritüel yöntemlerinde uygulamalı olarak kendisine yer buldu. Kalp ait olduğu yere döndüğünde, bilginin ve duyunun merkezinin bedenin içinde bulunduğuna inanılıyordu. Bu yüzden bilinci uyandırıp ölünün arkadaşlarını fark etmesini ve iradesiyle davranmasını mümkün kılmak için yapılması gereken tek şey, kalbin fizyolojik işlevini harekete geçirecek kan bağışını yapmaktı. Ölüm esnasında yok olan canlılık unsurları ka-evinde ölüyü temsil eden heykellerde yeniden canlandırılmalıydı.33
Bu meseleyi açıklamak için ilk teşebbüslerimde34 tasvir heykellerin yapımının, mumyalama yönteminin doğrudan bir sonucu olduğu görüşünü benimsedim. Ancak bu gibi meselelere Mısırlıların kendi bakış açısından bakabilmesini sağlayan erken dönem literatürü hakkında derin bilgi sahibi olan Dr. Alan Gardiner, benim yorumumda bazı değişiklikler yaptı. Heykel yapımını mumyalama uygulamasının bir sonucu olarak görmek yerine, iki geleneğin eşzamanlı bir şekilde geliştiğini savundu. Ona göre bu eşzamanlı gelişim hem asıl vücudun hem ölünün parçalarının bir temsilinin muhafaza edilmesi gibi ikili bir arzunun dışavurumuydu. Ama bana kalırsa bu iddia, cenaze törenlerine ait tasvirlerin gerçek mumya sargılarının üzerine yapıldığı gerçeğini açıklamakta yetersiz kalmaktadır. Junker’dan zaten alıntıladığım bu olgu ve bulgu, mumyalamanın asıl amacının bedeni muhafaza etmek ve mumyanın kendisini ölünün bir taklidi haline dönüştürmek olduğunu açık bir şekilde göstermektedir. Bu çifte amacı yerine getirmek için teknik becerinin yetersizliği fark edilince, mumyanın dışında, daha mükemmel ve daha gerçekçi bir tasvir heykelinin yapımına başvuruldu. Ancak, işaret ettiğim gibi, mumyanın kendisini dönüştürme hevesinden tam anlamıyla hiçbir zaman vazgeçilmedi. Aslına bakılırsa yeni imparatorluk döneminde yaklaşık 2000 yıl boyunca dikkate alınacak sonuçlar elde edildi. Bu görüşlerle yalnızca cenaze törenlerine ait tasvir heykellerinden bahsediyorum. Bunların oluşturulmasından yüzyıllar önce, tasarımcılar öküz ve insanın kilden ve taştan heykellerini yapıyorlardı. Bunlara yalnızca Mısır’da hanedan öncesi döneme ait mezarlarda değil, Avrupa’da “Üst Paleolitik” adı verilen döneme ait kalıntılarda da rast gelinmiştir.
Bununla birlikte cenaze için gerçekçi ve doğal büyüklükteki insan tasvir heykellerinin yapılması yeni bir sanattı. Bu sanat anlatmaya çalıştığım şekilde adım adım gelişti. Tasarımcıların bu heykelleri yaparken eskinin kaba izlenimci tekniklerinden edinmiş oldukları becerileri kullandıklarına şüphe yoktur.
Taş ev (serdab), heykellerin yerin üstünde sergilenmesini mümkün kıldı.35 Taş gömüt, serdab’ın acemice yapılmış bir taklidi olduğu için, mumyalama uygulamasının nihai sonuçlarından biri olarak öne sürülebilir. Öte dünya düşüncesi vücudun kendisinin bozulmaz bir şey olarak yorumlanmasını ve kendine has özelliklerinin tasvir heykeller yoluyla canlı tutulabileceğinin fark edilmesini sağladı. Böylece mezarlık daha bir somut hale büründü. İlkel insanın kendi varlığının son bulma ihtimalini fark etmemiş veya düşünmemiş olduğunu varsaymamız için sebepler mevcuttur.36 İlkel insan, arkadaşlarının öldüğüne tanık olduğunda bile bunun gerçekten hayatın sonu anlamına geldiğini ve yalnızca, ölenin uyanabileceği türden bir uyku olmadığını muhtemelen fark etmemiştir. Ancak ceset imha edilirse veya doğal bozulma sürecine maruz kalırsa ölümün gerçeklemiş olduğu anlaşılır. Erken Mısır edebiyatının değinmiş gibi gözüktüğü bu değerlendirmeleri göz
29
“Aylward M. Blackman, “The
30
A.g.e. 171.
31
Bugüne kadar bulunmuş belki en iyi ve kesinlikle en iyi korunmuş Orta Krallık döneminin mumya koleksiyonunu gün yüzüne çıkaran Profesör Garstang, bunların gerçekten mumyalanmış olduğu gerçeğini fark edememiş olması fevkalade garip bir durumdur.
32
Bu inançların kökeni ve bunların ciddi bir şekilde nasıl rağbet gördüğü konusunda daha doyurucu bilgi isteyen okuyucu Çin’deki uygulamalara bakabilir. Çin felsefesi hakkında De Groot’un “Religious System of China” adlı çalışmasında hayranlık uyandıracak görüşler mevcuttur. Özellikle 4. cilt 2. kitap. Çalışma, yerel olarak Çin tarafından geliştirildiği kadar Babil, Hindistan ve Orta Asya tarafından çeşitli şekillerde değiştirilen Mısır’ın inanç sisteminin tam gelişmişliğini (Yeni İmparatorluk Dönemi) gösterir.
33
A. M. Blackman, “The
34
Bence, Dr. Alan Gardiner (Davies and Gardiner, “The Tomb of Amenemhet”, 1915, s. 83, dipnot) benim yazılarımdaki bazı ifadeleri görmezlikten gelmiş ve antik çağların mumyalama sanatını hafife almış. Çünkü bana, kendisinin “mumyalamanın görece geç gelişmiş bir gelenek” olduğunu düşündüğünü hissettirmiştir. Karakteristik olarak Mısır inançlarının Çin’deki mevcudiyeti, heykellerin canlandırılmasıyla alakalıdır (de Groot, a.g.e. s. 339-356). Oysa mumyalama uygulaması tam olarak olmasa da belirgin olmaması bazı bilim insanları tarafından, heykel yapma geleneğinin mumyalama uygulamasından bağımsız olarak geliştirildiğini gösteren bir delil olarak yorumlanabilir. Ancak bu çıkarım çürüktür. Birincisi, dünyanın pek çok yerinde heykel yapma ve ölü mumyalama uygulamaları birbirleriyle bağlantılı olarak görülür. İkincisi, Çin’de ölümle ilgili asıl inançlar, cesedin tam olarak korunduğu varsayımı üzerine kuruludur (bkz. de Groot, 15. bölüm). Çin geleneklerinin doğrudan ya da dolaylı bir şekilde, düzenli olarak ölülerini mumyalayan insanlardan geldiği çok açıktır. Böyle şeyler yapmak için esas esin kaynaklarının Mısır olduğuna hiç şüphe yoktur. Bunu açıkça gösteren pek çok benzerliğin bir tanesinden bahsetmeliyim. De Groot “Çin muhayyilesinin iç organların ruhlarını hayvan şeklinde bağımsız bireyler olarak tasvir edildiğini görmenin garipliğinden” söz eder (s. 71). Aynı gelenek ruhların veya koruyucu ilahların ilk defa hayvan şeklinde tasvir edildiği IXX. Hanedan dönemi Mısır’ında da hüküm sürmektedir (Riesner).
35
Ev, kazılar sayesinde açığa çıkarıldığı için bu Arapça kelime “yeraltında gizlenmiş” anlamına dönüştü.
36
Bkz. Alan H. Gardiner, “Life and Death (Egyptian)”, Hasting’s