Ejderhanın Evrimi. Grafton Elliot Smith

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Ejderhanın Evrimi - Grafton Elliot Smith страница 9

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Ejderhanın Evrimi - Grafton Elliot Smith

Скачать книгу

eylemlerini de akla uygun görüyorlardı. İlk Mısırlıların ilkel biyolojik teorilerinin yetersiz olduğu gerçeği, modern bilim insanlarını yanlış yönlendirmemeli ve onların, libasyon ayininin ciddi bilimsel çıkarımlara dayanmadığını düşünmek gibi bir yanlışa düşmelerine engel olmalıdır. Modern bilim insanları Darwin’in tüm öğretilerini veya belki de Newton “kanunları”nı bile kabul etmezler. Ancak bu, geçmişteki sayısız çıkarımın bu genel ilkelerin özgül yöntemi vasıtasıyla doğru ve güvenilir bir şekilde yapıldığı anlamına gelmez.

      Öyleyse ilk Mısırlıların öğretiler bütününü, bunların karşılıklı etkisini ve mumyalama uygulaması tarafından meydana getirilen fikirleri açıklığa kavuşturmak için daha derine inmeliyim. Tarımın ilk defa nerede yapıldığı veya insanın bitkilerin evcilleşebildiğini keşfetmesini sağlayan şartların ne olduğu bilinmiyor. Dünyanın pek çok yerinde tarım, yapay sulama yöntemleri veya çiftçilerde suyun önemi hakkında herhangi bir farkındalık olmadan varlığını sürdürebilir. Ancak Mısır ve Mezopotamya gibi şartların hüküm sürdüğü coğrafyalarda tarımın uygulanmaya başlaması, çiftçilerin çok kısa bir süre içinde bitkilerin yetişmesi için suyun zaruri olduğunu anlamasını sağlamıştır. Bu yüzden çiftçiler, zorunlu olarak toprağı sulamak için aletler geliştirdi. Bu önemli unsurun ilk defa nerede ve kim tarafından fark edildiği bilinmemektedir. Sümerliler, Mısırlılar veya başka insanlar tarafından gerçekleştirilmiş olabilir. Ancak, Sümerlere ve Mısırlılara ilişkin ilk kayıtlarda hükümdarın bilgeliğinin en önemli göstergesinin, sulama kanalları açmak ve suyun denetimini elinde tutmak şeklinde geçtiği bilinmektedir. Bu önemli göstergeler insanların maddi refahı ile ilgili olduğundan insanoğlunun inançları üzerinde son derece derin ve geniş kapsamlı etkileri olmuştur. Toprağın suyla kavuşup bereketlenmesi ve aynı etkiyle tohumun hayat bulması sonucunda ilk biyologlar, suyun, hayat verici güçlerin kaynağı olduğu şeklinde doğal ve çok da mantıksız olmayan bir fikir geliştirdiler. Su, hayatın ortaya çıkması ve sürmesi için aynı ölçüde zaruriydi.

      Bu biyolojik teorinin gelişiminin ilk aşamasında, insan ve diğer hayvanlar bu genellemenin kapsamına dahil edildi. Çünkü su içme, hayvanlar için var olmanın bir koşuluydu. Suyun üremede rol oynadığı fikri bu olguyla ilişkiliydi.

      Günümüzde bile Avustralya, Yeni Gine ve pek çok başka bölgenin yerlileri, hayvanın üreme sürecinde erkeğin dölleyici olarak fizyolojik bir role sahip olduğunun farkında değildir.43

      Dünyanın pek çok yerinde, bu temel fizyolojik bilginin insanlık tarihinin çok yakın dönemlerine kadar bilinmediğini gösteren çok çeşitli bulgular vardır.

      İnsanlar hayvan yetiştiriciliğine başlayana kadar hayvanların üreme fizyolojisiyle ilgili bu temel gerçeklerin bilinmiyor olduğuna inanmak güçtür. Mısır hiyeroglifleri ilk resim yazısının geliştirildiği dönemde bu bilgilere sahip olunduğuna ilişkin şüpheye yer bırakmayacak kanıtlar sunar. Zira “yaratmak” fiili erkek cinsel organıyla resmedilmektedir. Ancak, hayvanların evcilleştirilmesi, tarımın icadından önce gerçekleştiğinden dolayı erkek hayvanın dölleme yetisinin, suyun dölleme yetisi hakkındaki biyolojik teoriden çok daha önce biliniyor olması kuvvetle muhtemeldir.

      Suyun kendisine dölleyici özelliklerin yüklendiği daha geniş bir genellemenin kapsamı içine, hayvanların sperm yoluyla üreyebildiği bilgisinin kesinlikle alınması gerektiğini ileri sürmek için bu meseleyi ele aldım. Tıpkı suyun toprağı döllediği gibi sperm de dişiyi döller. Su bitkilerde hayatın devam etmesi için zaruri olduğu gibi, hayvanların içmesi için de şarttır. Hem toprak hem de kadın su tarafından döllenebildiğinden, bunlar birbirleriyle eşdeğer kılındılar. Toprak; kadın, yani Ulu Ana olarak kabul edilmeye başlandı.44 Dölleyici su, Osiris’in şahsında kişileştirilemeye başlandığında Osiris’in eşi İsis, su tarafından döllenen toprakla özdeştirildi.45

      Bir krala ait en eski tasvirlerden birinde kral, sulama kanalının açılışında çapa kullanırken resmedilmektedir.46 Bu, bilgi hükümdarın sıradan, cömert bir davranışıydı. Belirli bir lider etrafında örgütlenen ilk toplumların bunu, sistemli bir şekilde suyun kontrol edilmesine duyulan ihtiyaçtan dolayı yapmış olmaları pek muhtemeldir. Her halükârda Mısır’ın ve Sümer’in ilk hükümdarları esas olarak su kaynağının hâkimleri, düzenleyicisiydi; buna bağlı olarak da bereket ve refah getirenlerdiler.

      İnsanlar ölümün her şeyin sonu olmadığı,47 yani bedenin ve bilincin yeniden diriltilerek eski haline getirilebileceği inancını bir kez geliştirdiklerinde, hayattayken cazip hizmetler sunan bir hükümdarın ölümden sonra da danışma mercii olmaya devam etmesinin istenmesi normaldi. Böylesi bir adamın şöhreti zamanla artacak, hayırlı işleri ve gücü ilahlaştırılacaktı. Öğütleri aranan, mezardayken bile medet umulan bir kâhin haline gelecekti. Başka bir deyişle, ölü kral tanrısallaştırılacak veya hiç olmazsa hayattayken bahşedebildiğinden çok daha fazlasını ihsan etme kudretine sahip olduğuna inanılacaktı.

      İlk “tanrı”nın ne Osiris olması ne de suyun hâkimi ve özellikle tarımla uğraşan sıfatlarına sahip olması tesadüftür. Ayrıca onun, ileri sürdüğüm sebeplerden dolayı, eril özelliklere sahip olması ve bizzat kendisinin eril üreme gücünün simgesi olarak kabul edilmesi şaşırtıcı değildir.48

      Tütsü yakma ve libasyon ayinlerinin kökenini açıklarken bir şeyin farkına varılması çok önemlidir. İlk ilahlar aslında dini inancın bir dışavurumu olarak değil, aksine doğa olaylarının bilimsel olarak açıklanması sonucunda meydana gelmişlerdir. Bu, hayatın pratik faydaları için geliştirilen, zamanın hâkim bilimsel teorisinin mantıksal bir izahıydı. Diğer bir ifadeyle bu, bilge hükümdarın ölümünden sonra da nasihat ve yardımından faydalanmak için geliştirilen bir yöntemdi. Bu, özünde faydacı siyaset ve uygulamalı bilimle ilgili bir meseleydi. Bu yöntem, gelişmiş bilimin ilkel bilimsel teorilerin yerini alıp bunları insanoğlunun düşüncelerini ve arzularını beslesin diye teselli edici gelenekler seviyesine indirdiği zaman dini bir mesele oldu. Çünkü bu bilimsel teorilerin doğruluğu sorgulanmaya başlayıncaya kadar bunlar ısrarla geçerliliklerini korumuş, ölümden sonraki hayata ilişkin inancın kurulmasında önemli bir dayanak olarak görülmeye başlanmıştı. Bu avutucu inanç, hiçbir gücün söküp çıkaramayacağı bir manevi öğretiler ağıyla ve ümitle örülmüştü. Aslında temellerini teşkil eden dayanağın birkaç bin yıl önce çürümesi ve unutulmasına rağmen bunlar çok uzun süre varlıklarını korudular.

      Osiris’in doğduğu yer bilinmemektedir. Mısır haricindeki başka coğrafyalarda kesinlikle aynı düşüncenin tezahürü olup aynı kaynaktan doğan Ea, Tammuz, Adonis ve Attis gibi benzer ilahlar vardır. Bazı çağdaş yazarlar Osiris düşüncesinin çekirdeğinin, Mısır’a dışarıdan getirildiğini düşünmektedir. Öyle olsa bile, kökeninin neresi olduğu hakkında hiçbir şey kesin değildir. Buna karşın, Osiris’in kendine özgü gerçek kişiliğinin ve karakterinin Mısır’da geliştiğine şüphe yoktur.

      Öne sürdüğüm sebeplerden dolayı tarımda sulamanın önemi, Babil ve Mısır gibi kimi yerlerde tahılın evcilleştirilmesine kadar anlaşılmadı. Babilli Ea’nın, İran Körfezi yoluyla başka bir coğrafyadan geldiğini kesin olarak gösteren bir efsane vardır.49 Tammuz’un erken dönemleri

Скачать книгу


<p>43</p>

Baldwin Spencer ve Gillen, “The Northern Tribes of Central Australia”: “Across Australia” ve Spencer’ın “Native Tribes of the Northern Territory of Australia” adlı çalışması. Yeni Gine’ye özellikle değinerek meseleye bütüncül bir yaklaşımla yaklaşan çok önemli bir çalışma için bkz. B. Malinowski, “Baloma: the Spirits of the Dead” ve diğerleri, Journal of the Royal Anthropological Institute, 1916, s. 415.

<p>44</p>

Toprağın anaç işlevlere sahip olduğu fikri dünyanın pek çok bölgesine yayıldı.

<p>45</p>

İnsanın üremesi ile toprağı sulama fikirlerinin benzerliği ve erkeğin antik dönemde yaygın bir şekilde “toprağı sulayan” olarak görülmesi fikrine ilişkin olarak Canon van Hoonacker, M. Louis Siret’ye şu şekilde cevap verir:

“Asur çivi yazısında suyu temsil eden sembol ayrıca, yaratma fikrini (banû) ifade etmek için de kullanılırdı. Bunları İbrani ve Arap yazılarıyla karşılaştırın. Yeşaya 48:1’de şöyle yazar “Dinle ey Yakup soyu, İsrail adıyla anılan ve Judah’ın suyundan gelen” ve 24:7’de şunlar söylenir, “Su şakır şakır akacak ve tohumları suların içine dağılacaktır.

“İbranicede cinsel birleşmeye gönderme yapan shangal, Arapçada ise sadjala filli ‘su dökmek’ anlamına sahiptir. Kuran’da 36. sure, 6. ayette mâ’un (su) kelimesi spermi ifade etmek için kullanılır,” (L. Siret, “Questions de Chronologie et d’Ethnographie Ibériques,” Tome I, 1913, s. 250).

<p>46</p>

Quibell, Hieraconpolis, 1. Cilt, 260, 4.

<p>47</p>

İnsanın, hayatın nihayete ereceğinin bilincinde olmadığı özgün durumdaki kültür safhası ile, gerçek varlığının ebedi kalacağı gerçeğine rağmen, insanın ölümün kaçınılmaz bir son olduğunu tamamıyla idrak ettiği daha aydınlanmış bir aşama arasında açık bir ayrım yapmak istediğim için bu ifadeyi kullanıyorum.

İnsanlık tarihinin oldukça erken bir aşamasında, insanın bir hayvanı veya hemcinsini öldürebildiği gerçeğini anlamış olduğu açıktır. İnsan, bir hayvanı veya hemcinsini öldürebildiği mekanik yıkım sürecinden hiç etkilenmeseydi, kendisinin var olmaya devam edemeyeceğinin farkına varamazdı. Beden muhafaza edildiği sürece pek çok insan ölünün hâlâ varlığını sürdürdüğünü düşünür. Beden çözülüp dağılmaya başlayınca, hayal gücü en zayıf insan bile ölüm fikrini tamamıyla bastırabilir. Ancak ilkel insanlar için bedeni muhafaza etmek varlığın son bulmayacağının eşit derecede işaretidir. Ceset yalnızca uyuyordur.

<p>48</p>

Breasted, a.g.e. s. 28.

<p>49</p>

Ea suyun dölleyici özelliğiyle kişilik kazandığından, Ea efsanesinin sudan kaynaklanmasının, yalnızca onun asli özelliğini ifade etmenin bir başka yolu olabilmesi mümkündür ve hatta muhtemeldir.