Ejderhanın Evrimi. Grafton Elliot Smith
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Ejderhanın Evrimi - Grafton Elliot Smith страница 10
Elde bulunan bilgilerle, Osiris ve diğer ilahların Mısır’da yaratıldığını iddia etmek geçersiz, suyun dölleyici özellikleri hakkındaki genel teoriyi mumyalama uygulamasına bağlamaksa hatalı olacaktır. Ancak ikincisinin Osiris’e çok daha somut ve çok net olarak tanımlanmış, “insan suretinde yaratılmış” bir şekil verdiği ve su teorisine ise öncekinden çok daha zengin ve derin bir anlam kattığı doğrudur.
Bu tür bir sembolizm, insanoğlunun düşünceleri ve arzuları üzerinde derin bir etki yaratmıştır. Çünkü Osiris tüm tanrıların ilk örneğiydi. Ritüelleri tüm dini merasimlerin temelini oluşturdu. Canlandırma merasimlerini yöneten Osiris’in din adamları, beş bin yıldan daha uzun süren rahipler zincirinin ilk halkalarıydı. Bu rahipler, ritüel inceliklerinin ve tapınak özelliklerinin sonsuz çeşitliliğine rağmen, özünde son derece küçük değişikliğe uğrayan merasimleri uygulamaya devam ettiler. Tanrının dirilticisi ve bilincinin geri getiricisi olarak rahibin başlıca görevleri artık pek çok dinde geri plana atılsa da ritüeller (tütsü yakma, libasyon, yiyecek, kan ve başka şeyler sunma) hâlâ pek çok ülkede devam etmektedir. Öğüt veren ve insanların imdadına yetişen bir tanrı olarak Osiris’i yarattıklarında, ilk Mısırlıların güvence altına almayı amaçladıkları menfaatler için insanlar hâlâ rahiplere dua ve niyaz etmektedirler. Yağmur duası en eski dini yakarışlardan birisi olabilir, ancak bol su taşkınları için ricalar yine de daha eskidir.
Daha önce belirttiğim gibi, “tanrı” ve “din” kelimelerinin Osiris’in ilk haline ve ondan hareketle gelişen inançlara ilişkin kullanımında büyük bir anlaşmazlık vardır.
Geçtiğimiz 5000 yıl boyunca bu iki kelimeye yüklenen anlamlar, çekici bir mistik sembolizmle çok karmaşık bir şekilde zenginleştirildi. İlk Mısırlıların Osiris hakkındaki düşünceleri ve Osirisçi inançlar, günümüzde “tanrı” ve “din” denilirken ima edilmek istenen şeyden çok farklılık göstermiş olmalı. Osiris ölmüş ve sonra yeniden canlanmış gerçek bir kral olarak kabul ediliyordu. Başka bir deyişle, Osiris eski tebaasına nasihat ve yardım ihsan edebilen bir insandı, ama aynı zamanda garez, hasetlik ve hoşgörüsüzlük gibi insani zaaflara sahipti. Çağdaş görüş bu sözde “tanrıların” aslında insan olduğu gerçeğini görmezden gelir. Bu tanrılar, hayırsever davranışlara ve nefret patlamalarına eşit mesafedeydiler. Bir ya da daha fazla özellikleri daha fazla belirginleştikçe aynı ilah bir Vedic deva veya bir Avestan deva, iyiliğin tanrısı bir deus veya kötülüğün timsali bir şeytana dönüşebildi.
İlk “tanrıların” sergilemesi beklenen davranışlar ilk başta doğaüstü olarak görülmedi. Bunlar yalnızca, tarım için su temin etmek ve toprağı verimli hale getirmek gibi ölümlü hükümdarın bahşedebileceği türden iyiliklerdi. Ne zaman ki ölümlü hükümdarın güçleri kutsal bir taç ile ilahlaştırıldı (ve bilgi artışı, şöhretini borçlu olduğu bilimsel temelin çürüklüğünü ortaya çıkardı) işte o zaman ruhban sınıfı sahip olduğu popüler şöhretten gönülsüz bir şekilde vazgeçmek zorunda kalarak doğa olaylarının daha fazla desteklememeye başladığı tanrıların bu doğaüstü güçlerini kabul etmek zorunda kaldılar. Burası bilim ve dinin yol ayrımıydı ve o zamandan beri “tanrının” vasıfları mutlak suretle ve herkesin kabul edebileceği gibi insanüstü bir hale büründü.
Daha önce ifade ettiğim gibi libasyonun asıl gayesi, ölünün heykelini canlandırma ve böylelikle yalnızca ölümle kesilmiş olan varlığını sürdürebilmesini sağlamaktı. Bununla birlikte zaman içinde belirli tanrılar yavaş yavaş maddileştirilip heykeller tarafından temsil edilmeye başlanınca, bunlara ek olarak, arada sırada su bahşederken canlandırılmaları gerekiyordu. Böylece libasyon, ilaha tapınma eylemi haline geldi ve bu haliyle bizim çağımıza kadar pek çok medeni ülkede varlığını sürdürdü.
Suyun ölüyü diriltme aracı veya heykellerin ölüyü tasvir etme aracı olarak görülüyor olması ve bunun uygun bir tapınma biçimi olması önemli değildi. Madem ayin bir putu ve tanrının makamını temsil ediyordu, öyleyse yakarışları duyup cevap verebilmeliydi. Su ayrıca ritüelin canlanmasındaki herhangi bir eylemin asli bir parçası olmuştu.50 Buna ilaveten su vaftiz gibi hayat vericiliği sembolize etti. Bu başlangıç yeni bir inanç birliğini doğurdu. Suyun hayat verici özelliklerine ilişkin benzer düşünceler, diğer çok sayıda yolla, gemileri vaftiz etmek veya binaları kutsamak gibi pek çok yeni uygulamanın nüvesini teşkil etmede libasyonun kullanım alanlarının çeşitlenmesini sağlamıştır. Erken dönem Mısır inançlarına göre ölünün varlığının sürekliliğinin tamamıyla yaşayanların ilgisine bağlı olduğunu unutmamak gerekir. Bu canlandırma merasimleri yalnızca cenaze esnasında değil, sonrasında da belirli zamanlarda icra edilmedikçe ve merhumun yakınları belirli aralıklarla yiyecek ve içecek sunmadığı sürece ölünün varlığının süreklilik kazanması söz konusu değildi.
Bu inançların gelişmesinin daha pek çok açıdan geniş kapsamlı etkileri oldu. Bir taş heykelin canlandırılabileceği fikri nihayetinde, ölmüş insanın iradesiyle ayrılıp geri dönebileceği bir taş bloka girebileceği ve orada ikamet edebileceği anlamına gelecek şekilde genişledi. Mısır’dan dört bir yana yayılan bu inançlar; ölülerin, ataların, kralların veya ilahi kralların taş heykellerde ikamet ettikleri, bu kişilere nasihat ve tavsiye veren kâhinler olarak danışılabileceği fikrini doğurdu. Ölünün bir taş heykel içerisinde canlandırılabileceği fikrinin kabulü, şüphesiz ki insan zihninin, aksi halde insanların taşa dönüştürülebileceği düşüncesinin gelişmesine sebep olacak daha öte inançlara itibar etmesinin önünü açtı. Önümüzdeki bölümde, bu taşlaşma hikâyesinin nasıl geliştiğini açıklayacağım.51
İrlanda’dan Amerika’ya kadar dünyanın dört bir tarafında bulunan insanların ve hayvanların taş heykellerin içinde yaşamasıyla ilgili bütün bu mitlerin kaynağı, ölümün gizemini çözmek ve kaderi alt etmenin yollarını bulmak için Mısır’daki bu ilk girişimlere kadar geri götürülebilir.
İlk başlarda bu inançlar belki de yalnızca insanlarla ilgiliydi. Ancak süreç içinde, sayıları gittikçe artan çok sayıda türbe ve tapınak taze erzak temin etmek için insanların kaynaklarını vergilendirmeye yöneldi. Bu uygulama hayvansal besinlerin, sebzelerin ve ölünün diğer ihtiyaçlarının, model ve tasvir gibi eşyaların yerini almasıyla gelişti. Ölmüşün heykelini veya mumyasını canlandırmada kullanılan nesnelerle esasında aynı olan nesneler ve tasvirler bir ritüel vasıtasıyla hayatı veya gerçekliği yeniden düzenledi.52
Bu, sonradan Sör Edward Tylor’ın “animizm” olarak adlandırdığı olgunun açıklanmasında esas etkenlerden biri olsun ya da olmasın, dikkate alınmaya değerdir.
Hepsi değilse bile pek çok insanın evrimsel sürecinde içinden geçmiş olduğu kültür evresinden çok uzak olan bu dönemin, Mısır’da nihai şeklini alan bazı şeylerin yalnızca yapay bir kavrayışından, daha önce değindiğim özel sebeplerden dolayı oradan da bütün dünyaya yayılmış olması mümkün değil midir?
Bu görüşe karşı olmak bizim kendi çocuklarımızın animist bir üslupla konuşmasını teşvik etmiş olabilir. Ancak bu, bir dereceye kadar büyüklerinin bilinçsiz hareketlerinin sonucu değil midir? Daha ziyade, muğlak ve eksik tanımlanmış “insanbiçimcilik” fikrinin,
50
Bu olay, bereket tanrısının suya hükmetme özelliklerinin ana tanrıçanın doğurganlık özellikleriyle karıştırıldığı daha sonraki dönemlerde meydana geldi.
51
Bu hikâyeler hakkında geniş bir dizi bilgi için bkz. E. Sidney Hartland’ın
52
Bu bağlantı hakkında bkz. Groot, a.g.e. s. 356 ve 415.