Japon Sanatı. James Jackson Jarves
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Japon Sanatı - James Jackson Jarves страница 9
Okçular, Hoffksai Album
Zihin, sanatı anlamada iki farklı bilince sahiptir. Birincisi, sanat nesnelerine maddi görünüşünü veren şeyi diğeriyse içe dönük bir ima kapasitesini veya temel tinin tezahürünü veya güdülerini yöneten düşünceyi ayırt eder. Yaratıcı güç bu ikinci biçiminde salt sanat tekniklerine tercih edilir. Sağlam bir eleştirmen veya sanatçı, ikisini en iyi şekilde birleştirerek sanatın amacının öncelikle Hakikat ve ikinci olarak güzellik olduğunu, aralarına herhangi bir çizgi çekebildiği sürece, en iyi şekilde birleştirendir.
Sanat üretmenin yalnızca iki yolu vardır. Ya taklit yaparız ya kendimiz oluştururuz. Dışarıdan görülenleri kopyalamanın gerektirdiği türden gerçekler, elle tutulur ve maddi duyularımız tarafından gösterilebilirdir. Sanatçının başarısı, kopyasına veya modeline sıkı sıkıya bağlı kalmasına bağlıdır. Sanatçı, onlara en çok hayat veren ve onları kontrol eden yaşamsal niteliklere başvururken tasvirlerine onların en karakteristik fenomenlerini bahşeder. Ama yeniliği belirleyen gerçekler yani aklın gördüğü nitelikler veya fenomenler, sanat açısından daha az önemli olmasa da duyular açısından daha kaçamaklı olup ustalaşması zordur. Doğal dünyanın bilinen herhangi bir ürününe benzemese bile bu şekilde icat edilenlerin ölçüsü, kendi göze çarpan oluşumu için itinalı bir şekilde doğru olacak ve sanki bütün yapısı doğanın kendisinin hakiki gelişmesiymiş gibi, varlığının yasalarını ve ardışık fenomenlerini kolayca izah edip açıklayacaktır. Bu geçerli kategorilerden birine veya diğerine girmeyen tüm sanatlar, boyama veya plastik bir lakırdıdan ibarettir.
Çiçek için koku, şiir için ritim, müzik için melodi, yüz için gülümseme, şekil için incelik, tavırlar için zarafet neyse sanat için de güzellik odur. Sanatın kendisi değil ama temel gerçeğe veya fikre eklenmiş ölçülemez, tanımlanamaz bir şey, onlara üstün inceliklerini ve zevklerini bahşeder. Tek başına, doğrudan duyulara veya ruha hitap eder ve meydana geldiği ve süslediği mutlak gerçek arayışına doğru çekmek için hem bir cazibe hem de bir ödül olarak hizmet eder.
Hakikat, sanatın denetim gücü olarak, bir anlık ihtiyaç duyduğu iki kılıktan birinin, düşünce veya hakikatin şekline bürünür. İlki daha önemlidir çünkü o, sanatın sahtesini ürettiği asıl olguyu canlandırmakla mükellef olan başlangıç noktasıdır. Bu sahtecilik, çok teknik bir doğrulukla yapılsa bile nispeten değersiz olabilir çünkü sanatçı, işine gerçekçilik veya duyarlılıkla ilgili bir fikir veya yaşam amacı ve yaşamsal bir ruh koymakta başarısız olur. Dahası, düşünce ile hakikat uyumlu bir şekilde birleşip yine de bir bütün olarak mutlak bir estetik kalite meydana gelmeyebilir. Sonuç somut bir sanat değil, en çekici niteliği (güzellik) olmayan bir sanat olacaktır. Bir güzellik özelliği veya işareti olmadan sanatın olabileceğini kabul etmiyorum. Zira, her ne kadar genel çirkinlik ya da ahlaksızlıkla maskelenmiş olsa da bir şekilde tanrı vergisinden tamamen yoksun, normal ya da sağlıklı olarak yaratılmış ya da hayal edilebilecek hiçbir şey yoktur. Sanat, insandan veya doğadan asla tümüyle kopamaz. Bazen böyle bir insanın büyüleyici olacak kadar çirkin olduğunu söylüyoruz ki bu, bazı nesneler için de geçerlidir. Ancak bazı üstü kapalı estetik olasılıkların veya gizli ruh niteliğinin bir işareti olan bu incelikli etkinin bir nedeni olmalı. Daha önce ima ettiğim gibi sanatın da doğa gibi çok yönlü olmasının, klasik deneyime rağmen çirkin ve yanlış olan her şeyin bir sembolü kadar meşru olduğunu iddia ediyorum. Sanatçının bunu sık sık uygulamaya koyması gerekip gerekmediğiyse tamamen başka bir meseledir. Modern düşünce, daha derin olmasa bile antik çağlardan çok daha geniş bir kapsama sahiptir. Bir sanatçı bir şeytan resmederken hayal gücünün canlandırabileceği ve ellerinin biçimlendirebileceği kötülüğün bütünlüğünü ideal tasvirine koymalıdır. Hindistan’ın Şiva tapınmasında yıkım tanrıçası Kali, Fidias’ın Athena’sı kadar bir sanat eseridir ancak ne kadar farklı bir şekilde tasarlanmıştır! Kötü bir gücün idealleştirilmesi şu şekilde anlatılır: “O, derisi kemiklerinden sarkan, damarları ve kasları ürkütücü bir şekilde şişmiş, devasa, çıplak bir heykeldir. Saçları yılanlardan oluşan bir şeridin altından geriye doğru taralıdır. Alnında bir kurukafa ve bir gölgelik olarak şişik bir kobra başlığı vardır. Yılan bukleleri yanaklarının üzerinden, kolye olarak takılan kafataslarının ortasına kadar kıvrımlı bir şekilde uzanır ve iğrenç vücudunun her yerine yayılır. Bir elinde kan dolu bir kupa, diğerinde savaş baltası tutarken kocasının yere serilmiş bedeni üzerinde öfkeyle dans eder.” Ölüm tanrısının annesi aynı şekilde, yaşlı bir cadalozun yıpranmış vücudunda birleştirilmiş kötülük ifadesine yoğunlaşmış benzer bir şekildir. Bu düşünceler sevimli olmaktan uzaktır ancak sanat, okyanus dalgasından yükselen güzel Afrodit’i ya da cennet kraliçesi Madonna’nın ruhani figürünü yaptığı gibi onları da yaratmak için gayretle çalışmıştır.
Ortaçağ uzmanlarının birbirini izleyen başarısızlıkları göz önüne alındığında modern sanatçılara “Hıristiyan tanrısı”nı biçimlendirmeye çalışmamalarını tavsiye ediyorum. Ama bunu yapmak istiyorlarsa ilahi nitelikleri sonsuz güç, bilgelik ve sevgiye en çok yakışan bir kişilikte vücut kazandırmalıdır. Sanat, her yerde bulunmayı