Yaşamın Anlamı ve Amacı. Alfred Adler
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Yaşamın Anlamı ve Amacı - Alfred Adler страница 3
Her zaman bu gerçeği anlamış, yaşamın anlamının tüm insanlıkla ilgilenmek olduğunu fark etmiş ve sosyal çıkar ile aşkı geliştirmeye çalışmış insanlar olmuştur. Tüm dinlerde insanlığın kurtuluşu için böylesi bir kaygıya tanık oluruz. Dünyada yaşanmış tüm büyük hareketlerde insanlar sosyal çıkarı çoğaltmaya çalışmıştır ve din de bu anlamda en büyük çabalardan birisi sayılır. Ancak yine de dinler çoğu kez yanlış anlaşılmıştır ve bu yaygın vazife yakından incelenmedikçe dinlerin halihazırda etkilediklerinden daha ne kadar çok etkileyebileceğini anlamak zordur. Bireysel psikoloji aynı sonuca bilimsel bir yolla ulaşır ve bilimsel bir teknik önerir; böylece bence ileriye doğru bir adım atmış olur. Belki de bilim diğer siyasi veya dinsel hareketlerle kıyaslandığında insanların hemcinslerine ve insanlığın refahına karşı ilgilerini artırarak hedefe daha çok yaklaşabilir. Soruna farklı bir açıdan yaklaşırız ancak hedef aynıdır – başkalarına olan ilgiyi artırmak.
Yaşama yüklenen anlam kariyerlerimiz için koruyucu melekmiş ya da amansız iblismiş gibi göründüğü için bu anlamların nasıl oluşturulduklarını, birbirlerine göre nasıl farklılık gösterdiklerini ve büyük hatalara neden olacaklarsa nasıl düzeltilebileceklerini anlamamız gerektiği büyük önem taşır. İşte bu fizyoloji ya da biyolojiden farklı olarak psikolojinin uzmanlık alanıdır; yaşama dair anlamların anlaşılmasının insanların refahı için kullanımı ve insanların eylemleriyle geleceklerini etkileme biçimi. Çocukluğun ilk günlerinden itibaren bu “yaşamın anlamı” üzerine karanlıkta el yordamıyla bir şeyler görürüz. Hatta bir bebek bile kendi güçleriyle etrafını kuşatan bütün yaşam içinde kendine düşen payı hakkında değer biçmeye çalışır. Beş yaşın sonunda çocuk tek tip ve belirgin bir davranış biçimi ve sorunlar ile görevlere karşı kendine has bir yaklaşım edinmiş olur. Dünyadan ve kendisinden ne tür bir beklentisi olduğuna dair en karmaşık ve en kalıcı türden bir algıyı çoktan oluşturmuştur. Artık dünya ona göre değişmez bir özalgı şeması içinde görünmektedir. Deneyimler yaşanmadan önce yorumlanır ve bu yorum daima yaşama yüklenen ilk anlamla uyumlu olur. Hatta bu anlam çok ciddi bir biçimde hatalı olsa da ya da sorunlarımız ile vazifelerimize karşı yaklaşımımız sürekli bizi felakete ve acıya da sürüklese bile bundan vazgeçmek asla kolay olmaz. Yaşama yüklenen anlamdaki hatalar ancak yanlış yorumlamanın gerçekleştirildiği durumun yeniden gözden geçirilmesi, hatanın fark edilmesi ve özalgı şemasının değiştirilmesiyle düzeltilebilir. Bazı nadir durumlarda yanlış bir yaklaşımın sonucunda birey yaşama dair yüklediği anlamı gözden geçirmek zorunda kalabilir ve değişimi kendi başına gerçekleştirmeyi başarabilir. Bununla birlikte birtakım sosyal baskılar olmaksızın ya da önceki yaklaşımıyla devam ederse sınırlarının sonuna geldiğinin farkına varmadan asla başaramaz. Çoğunlukla bu yaklaşım bu anlamları kavramada eğitimli, ilk hatayı keşfedebilecek ve daha uygun bir anlam önermede yardım edebilecek birilerinin desteğiyle en iyi biçimde değiştirilebilir.
Çocukluktaki şartların nasıl yorumlanabileceğine dair farklı yöntemlerden basit bir örneği ele alalım. Çocukluktaki mutsuz deneyimlere tamamen farklı anlamlar yüklenmiş olabilir. Geçmişinde mutsuz deneyimleri olan birisi deneyimleri kendisine gelecek için düzeltilebilecek bir şeyler göstermedikçe bunlar üzerinde fazla durmaz. Hislerini şöyle dile getirecektir: “Böyle talihsizlikleri ortadan kaldırmak ve çocuklarımızın daha elverişli şartlara sahip olmaları için çok çalışmalıyız.” Bir başkası ise “Yaşam adil değil. Diğerleri hep en iyisini elde ediyor. Şayet dünya bana böyle davranıyorsa ben neden dünyaya daha iyi davranacakmışım?” Bazı ebeveynlerin de böylece çocukları hakkında “Çocukken ben de aynı acıları çektim ve bunların üstesinden geldim. Niye onlar da üstesinden gelemesin ki?” biçiminde düşünmesinin nedeni budur. Üçüncü tiptekiler ise “Mutsuz bir çocukluk yaşadığım için her konuda mazur görülmem gerekir,” diye düşünür. Bu üç tiptekilerin yorumları eylemlerinde gün gibi açık olacaktır ve yorumlarını değiştirmedikçe eylemleri de asla değişmez. İşte tam bu noktada bireysel psikoloji determinizm kuramını hiçe sayar. Hiçbir deneyim başarı ya da başarısızlığın bir nedeni değildir. Deneyimlerimizin neden olduğu şok (sözümona travmadan) sebebiyle acı çekmeyiz, aksine deneyimlerimizden sadece hedeflerimize uygun düşen anlamları çıkarırız. Deneyimlerimize verdiğimiz anlamla kaderimizi kendimiz belirleriz ve belli başlı deneyimleri gelecek yaşamımızın temeli olarak belirlediğimizde her zaman bir hata olma ihtimali vardır. Anlamları koşullar belirlemez ancak kendimizi koşullara yüklediğimiz anlamlarla tanımlarız.
Yine de çocuklukta büyük bir yanlış anlamın çıkarıldığı belirli durumlar mevcuttur. Hataların büyük bir çoğunluğunun ortaya çıktığı durumlar genellikle çocuklarda görülür. Öncelikle bebekliklerinden itibaren hastalık ya da sakatlık çeken, kusurlu organları olan çocukları ele almalıyız. Böyle çocuklar ağır bir yük altındadır ve onlar için yaşamın anlamının topluma katkıda bulunmak olduğunu düşünmek çok zor olacaktır. Yakınlarında ilgi odaklarını kendilerinden uzaklaştırıp başka insanlara yöneltmelerine yardım edebilecek birisi olmadıkça muhtemelen sadece kendi duygularıyla meşgul olacaklardır. İleride kendilerini etraflarındaki insanlarla karşılaştırarak cesaretleri kırılacaktır. Üstelik içinde bulunduğumuz medeniyette bile aşağılık duyguları hemcinslerinin acıma, alay ya da sakınma tavırlarıyla daha da şiddetlenir. Bu çocukların içlerine kapanıp, ortak yaşamda yararlı bir rol oynama umutlarını yitirdikleri ve kendilerini şahsen tüm dünya tarafından küçük düşürülmüş hissettikleri durumların tümü bunlardır.
Sanırım organlarında kusur bulunan ya da glandular salgı bezleri anormal olan bir çocuğun karşılaştığı güçlükleri ilk kez tanımlayan kişi bendim. Bu bilim dalı sıradışı bir ilerleme kaydetti ancak bu gelişme hiç de görmeyi isteyeceğim doğrultuda olmadı. En başından itibaren başarısızlığın sorumluluğunu kalıtım ya da fiziksel şartlara atacak bir zeminden çok bu sorunların üstesinden gelebilecek bir yöntem arayışı içindeydim. Hiçbir organ eksikliği insanı hatalı bir yaşam tarzına mecbur kılmaz. Salgı bezlerinin aynı biçimde tesir ettiği iki çocuk bulmak mümkün değildir. Çoğunlukla bu sorunların üstesinden gelen ve bunu başarırken yararlılık adına sıradışı meziyetler geliştiren çocuklar görürüz. Bu suretle bireysel psikoloji öjenik1 ayıklanma tasarısı için iyi bir tanıtım sayılmaz. Kültürümüze büyük katkılar sağlamış olağanüstü yetenekli insanların çoğu yaşama kusurlu organlarla başlamıştır. Çoğu kez sağlık sorunları yaşamışlar ve bazıları da erken yaşta hayatlarını kaybetmiştir. Gelişmeler ve topluma yönelik katkıların çoğu harici şartların yanı sıra bedenlerindeki zorluklara karşı da sıkı bir mücadele veren işte bu insanlardan kaynaklanmıştır. Mücadele onları güçlendirip daha ileri gitmelerini sağlamıştır. Sırf bedene bakarak zihnin gelişiminin iyi ya da kötü olacağına dair bir hüküm veremeyiz. Bununla birlikte şimdiye dek yaşama kusurlu organlarla ve salgı bezleriyle başlayan çocukların büyük bir çoğunluğu doğru yönde eğitilmemiş ve çektikleri zorluklar anlaşılmamıştır. Bunun sonucunda da çoğunlukla sadece kendi kişilikleriyle ilgilenmişlerdir. İşte bu yüzden yaşamlarının ilk yılları birtakım organ kusurlarıyla sınırlandırılmış çocuklar arasında çok sayıda başarısızlıkla karşılaşmaktayız.
Yaşama yüklenen anlamda sıklıkla hataya neden olan ikinci tür durum ise şımartılmış çocuğun durumudur. Şımartılan çocuk dileklerinin kural olarak kabul edilmesini beklemeye alışıktır. Kendisine önem verilmektedir ve bunu kazanmak için çaba sarf etmek
1
Eugenic (İng.): İnsanların genetik bakımdan kontrol altında tutulup ıslah edilmesine yönelik ayıklama yöntemi. (ç.n.)