Yaşamın Anlamı ve Amacı. Alfred Adler
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Yaşamın Anlamı ve Amacı - Alfred Adler страница 6
Dahası, her insanda kısmi hedeflere yönelik tüm kısmi hareketlerin ardında tek bir kapsamlı hareket olduğunu keşfedebiliriz. Çabalarımızın tümü güvenlik duygusunu elde edebileceğimiz bir konuma yöneltilmektedir; yaşamın tüm zorluklarının üstesinden gelindiği ve sonunda etrafımızı çevreleyen tüm koşullarla bağlantılı olarak nispeten güvende ve galip gelmiş olma hissi. Bu amacı göz önünde bulundurarak tüm hareketlerin ve dışavurumların eşgüdümlü olup bir bütünlük yaratması gerekir: Zihin sanki nihai kusursuz bir hedefi başaracakmış gibi gelişmeye mecburdur. Aslında bedenden hiçbir farkı yoktur. Beden de bir bütünlük oluşturmayı amaçlar. Yine beden de hücrelerinde önceden var olan kusursuz bir hedefe yönelik gelişim gösterir. Örneğin eğer deride kesik olursa vücudun tamamı bunu yeniden onarmakla meşgul olur. Ancak beden potansiyelini açığa çıkarma konusunda tek başına bırakılmaz. Gelişiminde zihin ona yardımcı olabilir. Alıştırma ile eğitimin ve genel olarak da temizliğin değerinin ne denli önemli olduğu ispatlanmıştır. Üstelik bunların tümü, nihai hedefine ulaşma çabasında bedene zihnin sağladığı araçlardır.
Bu büyüme ve gelişim ortaklığı yaşamın ilk günlerinden başlayıp kesintisiz bir biçimde sonuna dek sürer. Beden ile zihin tek bir bütünün ayrılmaz parçaları olarak işbirliği içindedir. Zihin tıpkı bir motor gibi bedende keşfedilebileceği tüm gizli güçleri yanında sürükleyerek bedeni tüm zorluklar karşısında güvenli ve üstün olabileceği bir konuma taşımaya yardımcı olur. Bedenin her hareketinde, her bir dışavurum ve belirtide zihnin amacının etkisini görebiliriz. Bir insan hareket eder ve bu hareketi bir anlam taşır. Gözlerini, dilini, yüzünün her bir kasını hareket ettirir. Böylece yüzünde bir ifade belirir ve bir anlam taşır. Bu anlamı buraya yerleştiren zihindir. Artık psikolojinin ya da zihin biliminin gerçekte neyle ilgilendiğini anlamaya başlayabiliriz. Psikolojinin çalışma alanı bir bireyin tüm ifadelerine ilişkin anlamı keşfetmek, amacına açığa çıkaran anahtarı bulmak ve bu amacı diğerlerinin amaçlarıyla karşılaştırmaktır.
Nihai güvenlik hedefine ulaşma çabasında zihin her daim bu amacı somutlaştırma gereksinimiyle, “güvenlik belirli bir noktada bulunuyor ve bu noktaya da belirli bir yönde ilerleyerek varılır” hesabını yapmakla yüzleşir. Şüphesiz burada bir hata yapma olasılığı da mevcuttur. Ancak belirli bir hedef olmadan ve bu hedefe gidecek doğrultuyu belirlemeden hiçbir ilerleme kaydedilemez. Şayet elimi kaldırıyorsam bu hareket için zihnimde halihazırda bir amaç olmalıdır. Zihnin belirlediği hareketin doğrultusu gerçek yaşamda felaketle sonuçlanabilir ancak zihin bu doğrultuyu yanlışlıkla en avantajlı olarak algıladığı için seçilmiştir. Bu sebeple psikolojik hataların hepsi hareket doğrultusunun seçiminde yapılan hatalardır. Güvende olma hedefi tüm insanlara özgü bir hedeftir ancak bazı insanlar güvenliğin bulunduğu doğrultuyu yanlış anlarlar ve somut olarak ortaya koydukları hareketler onları kötü bir yola sevk eder.
Şayet bir dışavurum ya da belirti görür de ardında yatan anlamı fark etmede başarısız olursak bunu anlamanın en iyi yolu, öncelikle bunu kabataslak olarak sade bir harekete indirmektir. Örneğin çalma eyleminin dışavurumunu ele alalım. Çalmak kişinin bir şeyin iyeliğini başkasından alıp kendisine vermesidir. Şimdi de bu hareketin amacını inceleyelim; hedef kişinin kendisini zenginleştirmesi ve daha fazla şeye sahip olarak daha güvende hissetmesidir. Yani, hareketin çıkış noktası fakir ve yoksun hissetmektir. Bir sonraki adım ise bireyin hangi koşullar içine konumlandırıldığı ve hangi şartlarda kendisini yoksun hissettiğini öğrenmektir. Sonuç olarak bu koşulları değiştirmek ve yoksun kalmışlık hissini alt etmenin doğru yolunu bulup bulmadığını, yaptığı hareketin doğru doğrultuda olup olmadığını ya da istediğini elde etme konusunda yanlış bir yönteme başvurup başvurmadığını anlayabiliriz. Nihai hedefini eleştirmememiz gerekir ancak bunu somutlaştırmada yanlış bir yol seçtiğini gösterebiliriz.
İnsan ırkının etrafında gerçekleştirdiği değişiklikleri kültürümüz olarak adlandırıyoruz ve kültür de insanların zihinlerinin bedenleri için başlattıkları hareketlerin tümünün sonucudur. Yaptıklarımız zihnimizden ilham alır. Bedenlerimizin gelişimi zihnimiz tarafından yönlendirilir ve desteklenir. Nihayetinde zihnin ortaya koyduğu amaçla dolu olmayan tek bir insan dışavurumu bulamayız. Bununla birlikte zihnin kendi payına düşeni aşırı derecede önemsemesi hiç de arzu edilir bir şey değildir. Şayet zorlukların üstesinden gelmek istiyorsak bedenin sağlıklı olması gereklidir. Bu yüzden zihin bedeni koruyabilecek biçimde çevreyi kontrol etmekle meşgul olur. Böylece beden hastalıktan, rahatsızlıklardan ve ölümden, zarar görmekten, kazalardan ve işlev kaybından korunabilir. Keyif ve acı hissetme, fantezi kurma ve iyi ile kötü koşullarla kendimizi özdeşleştirme yeteneğimizin hizmet ettiği amaç da budur. Hisler bedeni herhangi bir durumu belirli türde bir tepki karşılayabilecek ölçüde formda tutar. Fantezi kurma ile kendini özdeşleştirme öngörme yöntemleridir. Ancak bundan fazlası vardır; aynı zamanda hisleri bedenin davranışını belirleyecek şekilde uyarırlar. Böylelikle bireyin hisleri onun yaşama yüklediği anlamın ve uğraşlarının hedefinin izlerini taşır. Her ne kadar bedenine hükmediyor olsa da büyük ölçüde bedenine bağımlı değildir. Her daim öncelikle bireyin hedefine ve yaşam tarzının sonuçlarına dayanacaktır.
Bir bireyi yönlendirenin tek başına yaşam tarzı olmadığı yeterince açıktır. Kişinin tavırları tek başına belirtileri ortaya çıkarmaz. Eyleme geçmek için duygularla desteklenmesi gerekir. Bireysel psikolojinin bakış açısındaki yenilik ise duyguların asla yaşam tarzıyla çelişmediğine yönelik gözlemlerimizdir. Bir hedefin bulunduğu yerde duygular daima bu hedefi gerçekleştirmeye yönelik olarak şekillenir. Bu sebeple artık sadece fizyoloji ya da biyolojinin alanında değilizdir. Duyguların yükselişi kimyasal teoriyle açıklanamaz ve kimyasal incelemeyle öngörülemez. Bireysel psikolojide fizyolojik süreçleri varsaymalıyız ancak psikolojik hedefle daha çok ilgiliyizdir. Kaygının sempatik ve parasempatik sinirleri etkilemesi artık bizi ilgilendirmemektedir. Artık daha çok kaygının amacı ile sonuna bakmaktayız.
Bu yaklaşım sayesinde kaygının sebebi cinselliğin bastırılması olarak görülemez ya da talihsiz doğum deneyimlerinin bir sonucu olarak geride bırakılamaz. Bu gibi açıklamalar söz konusu değildir. Annesinin sürekli etrafında olmasına, onun yardımına ve desteğine alışkın olan bir çocuğun kaynağı ne olursa olsun kaygıyı annesini denetiminde tutmada çok etkili bir silah gibi göreceğini biliyoruz. Öfkenin fiziksel tanımı bizim için yeterli değildir. Deneyimlerimiz öfkenin aslında herhangi bir kişi ya da durum üzerinde hâkimiyet kurma aracı olduğunu göstermiştir. Her bir bedensel ve zihinsel dışavurumun kalıtsal unsurlara dayandığını kanıksayabiliriz ancak ilgimiz daha çok belirli bir hedefe ulaşma çabasında bu malzemeden nasıl yararlanabileceğimize yönelmiştir. Görünüşe göre bu, tek gerçek psikolojik yaklaşımdır.
Her bireyde duyguların bireyin hedefine ulaşma çabası için gerekli olduğu ölçüde ve bu doğrultuda gelişip büyüdüğüne tanıklık ederiz. Kişinin kaygısı ya da cesareti, neşesi ya da üzüntüsü her daim yaşam tarzıyla bağdaşmıştır. Bunların ölçülü derecede etki ve güçlerinin olması da tam olarak beklentimiz olabilir. Üstünlük kurma hedefine üzüntüyle ulaşan kişi elde ettiklerinden dolayı memnun ve neşeli olamaz. Ancak perişan olduğunda mutlu olacaktır. Duyguların gerektiğinde ortaya çıkıp yok olabileceğini de fark edebiliriz. Alan