Yaşamın Anlamı ve Amacı. Alfred Adler
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Yaşamın Anlamı ve Amacı - Alfred Adler страница 7
Ailesinde ikinci çocuk olan bir hastam kaçınılmaz ölçüde derin bir suçluluk duygusu çekmekteydi. Hem babası hem de büyük kardeşi dürüstlüğe büyük önem veriyordu. Çocuk yedi yaşındayken öğretmenine bir ödevini kendi başına yaptığını söylemiş. Ancak aslında ödevi ağabeyi yapmış. Çocuk bu suçluluk duygusunu üç yıl boyunca gizlemiş. Sonunda öğretmeninin yanına gidip korkunç yalanını itiraf etmiş. Öğretmeni sadece gülüp geçmiş. Sonra, gözyaşları içinde babasına gidip ikinci kez yalanını itiraf etmiş. Bu sefer daha başarılı olmuş. Babası oğlunun gerçeğe duyduğu sevgiden dolayı gurur duymuş. Onu övüp teselli etmiş. Babasının onu günahından arındırmasına karşın çocuk bunalımda hissetmeyi sürdürmüş. Çocuğun böylesine önemsiz bir şey için kendisini aşırı derecede suçlayarak ne kadar dürüst olduğunu ispatlamaya çalıştığı sonucuna ulaşmaktan kendimizi alamayız. Evindeki yüksek ahlaki ortam ona doğrulukta başarılı olma dürtüsü sağlamıştır. Okul çalışmaları ve sosyal anlamda çekicilik konusunda ağabeyine oranla kendisini aşağılık hissetmektedir ve üstünlük duygusunu kendisini gözden düşürerek elde etmeye çalışmaktadır.
Yaşamının ileriki dönemlerinde başka şeylerden vicdan azabı duymuştur. Kendini tatmin etmeye başlamış ve derslerinde kopya çekmekten kendini bir türlü kurtaramamış. Bir sınava girmeden önce hep suçluluk duygusu artmış. Zaman geçtikçe kedi kendine böylesi zorluklar biriktirir olmuş. Hassas vicdanı sayesinde ağabeyine oranla daha büyük yüklerin altında ezilmiş. Kendisini aynı düzeyde tutmak için tüm başarısızlıkları için hazırladığı bir bahanesi olmaya başlamış. Üniversiteden ayrıldığında teknik işler yapmayı planlamış. Ancak zoraki suçluluk duygusu o kadar şiddetlenmiş ki Tanrı’nın kendisini affetmesi için bütün gün dua eder olmuş. Bu yüzden çalışmaya vakit ayıramaz hale gelmiş.
Artık durumu o kadar kötüydü ki akıl hastanesine gönderildi ve orada kendisi tedavi edilemez olarak görüldü. Bununla birlikte bir süre sonra durumu iyileşmiş ve hastaneden ayrılmış. Ancak şayet durumu tekrar kötüleşecek olursa tekrar kabul edilmesi için izin istemiş. Mesleğini değiştirmiş ve sanat tarihi okumaya başlamış. Sınav zamanı gelmiş. Bir resmî tatil günü kiliseye gitmiş. Büyük bir kalabalığın önünde kendini yere atmış ve “Tüm insanlar içindeki en büyük günahkâr benim,” diye haykırmış. Bu şekilde duyarlı vicdanına dikkatleri çekmeyi başarmış.
Hastanede geçirdiği bir başka dönemden sonra eve dönmüş. Bir gün öğlen yemeğine çıplak gelmiş. Yapılı bir vücudu varmış ve bu konuda hem erkek kardeşi hem de diğerleriyle boy ölçüşebilirmiş.
Suçluluk duygusu diğerlerinden daha dürüst görünmesinde bir araçtı ve böylelikle üstünlük elde etmeye çabalıyordu. Buna rağmen çabaları yaşamın işe yaramaz bir yönüne doğru yönlendirilmişti. Sınavlardan ve mesleki uğraşlardan kaçması korkaklık ile aşırı derecede yüksek bir yetersizlik duygusuna işaret etmekteydi. Üstelik bütün bu sinir bozuklukları yenilme korkusu yaşadığı her türden etkinlikten bilinçli bir şekilde kaçınması idi. Seviyesiz yöntemlerle üstünlük elde etmeye yönelik benzer çabası kilisede abartılı bir şekilde secde etmesi ile yemek odasına çarpıcı bir biçimde girişinde açıkça belli olmaktadır. Yaşam tarzı bunları gerektirmişti ve kışkırttığı hisler de tamamen bununla uyumluydu.
Daha önce gördüğümüz gibi bireyin zihninin bütünlüğünü oluşturmasıyla zihni ve bedeni arasında ilişkileri düzenlemesinin yaşamın ilk dört ya da beş yılı içinde gerçekleşmektedir. Elindeki kalıtımsal malzemeler ile çevresinden edindiği izlenimleri toplar ve bunları üstünlük arayışına uyarlar. Beş yaşını doldurduğunda karakteri açıklığa kavuşur. Yaşama yüklediği anlam, peşinden koştuğu amacı, sorunlara yaklaşım biçimi ve duygusal eğilimi artık belirlenmiştir. Bunların tümü değiştirilebilir ancak bu değişim yalnızca çocukluk döneminde karakterinin açıklığa kavuşması esnasında yaptığı hatadan kendisini azat edebilirse gerçekleşebilir. Tıpkı önceki dışavurumlarının tümünün yaşamı yorumlamasıyla tutarlı olması gibi şayet bu hatayı düzeltebilirse yeni dışavurumları da yaşama dair yeni yorumlamasıyla tutarlı olacaktır.
Bireyin çevresiyle ilişki kurması ve ondan izlenimler kazanması organları sayesinde gerçekleşir. Bu sebeple de bedenini yetiştirme biçimine bakarak çevresinden edinmeye hazır olduğu izlenimleri ve deneyimlerinden nasıl yararlanabileceğini kestirebiliriz. Şayet etrafına nasıl baktığına, etrafını nasıl dinlediğine ve neyin ilgisini çektiğine dikkat edebilirsek hakkında çok şey öğrenmiş oluruz. Vücut duruşunun neden bu kadar önemli olduğunun sebebi de budur. Bireyin vücut duruşu bize organlarının nasıl eğitildiğini ve izlenimler edinmek üzere organlarından nasıl yararlandığını gösterir. Vücut duruşu her zaman bir anlam içerir.
Artık tüm bunları psikoloji tanımımıza ekleyebiliriz. Psikoloji bireyin bedeninin izlenimlerine yönelik tavrının anlaşılmasıdır. İnsanların zihinleri arasında ne denli büyük farklılıklar ortaya çıkabileceğini de anlamaya başlayabiliriz. Çevresine uygun olmayan ve çevrenin taleplerini yerine getirmede zorluk çeken bir beden genellikle zihin tarafından bir yük olarak algılanır. Bu yüzden de kusurlu organları olan çocuklar zihinsel gelişimlerinde normalden çok daha büyük engellerle karşılaşırlar. Böyleleri için bedenlerini etkilemek, hareket ettirmek ve bir üstünlük elde etme yönünde yönlendirmek daha zordur. Zihin için daha büyük bir çaba gerekir ve şayet aynı hedef elde edilecekse zihinsel odaklanma diğerlerine oranla daha yüksek olmalıdır. Bu yüzden zihne aşırı yüklenilir ve sonuç olarak kişi benmerkezci ve bencil birisine dönüşür. Çocuk sürekli olarak kusurlu organları ve hareket zorluklarıyla uğraşmak zorunda kaldığında kendisi dışında başka bir şeye dikkatini veremez. Kendini diğerleriyle ilgili kılmak için ne gerekli vakit ne de yeterince özgürlük bulabilir. Sonuç olarak da daha düşük bir sosyal duygu ve daha az işbirliği becerisine sahip olarak büyür.
Kusurlu organlar şüphesiz pek çok engel ortaya çıkarır ancak bu engeller asla kaçınılmaz bir kader değildir. Şayet zihin kendi adına yeterince aktif olur ve engelleri aşmak için yeterince sıkı çalışırsa o zaman birey kendisine göre doğuştan itibaren sırtında daha az yük olan diğerleri kadar başarılı olma amacına ulaşabilir. Aslında kusurlu organlarla doğmuş çocuklar tüm engellerine karşın çoğu kez daha normal organlarla doğmuş olan çocuklardan fazlasını başarırlar. Bu durumda engel daha ileri gitmek için bir uyarıcı haline gelmiştir. Örneğin gözlerindeki kusurdan dolayı bir çocuk sıradışı ölçüde baskı altında olabilir. Görmek için daha çok çabalamaktadır. Gözle görünen dünyaya daha çok özen gösterir. Renkleri ve biçimleri ayırt etmekle daha çok ilgilenir. Sonuç olarak da gözle küçük ayrıntılara dikkat etmek ve bunlarla mücadele etmek zorunda olmayan diğer çocuklara göre görünen dünyadan çok daha büyük bir tecrübe elde eder. Böylece kusurlu bir organ büyük avantajların kaynağı olabilir.