Kraliçelerin Yönetimi . Морган Райс
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Kraliçelerin Yönetimi - Морган Райс страница 13
Volusia arkasına yaslanıp bütün bunları içine sindirdi. Romulus’u yenmiş olmaktan, İmparatorluğun En Üst Hükümdarını katletmiş ve askeri kıtalarını öldürmüş olmaktan büyük sevinç ve heyecan duyuyordu. Halkı onunla birlikti ve kendisi yüreklendiği zaman onlar da cesaret buluyorlardı. Kendisini hayatında hiç bundan daha güçlü hissetmemişti—özellikle annesini öldürdüğü günden beri.
Volusia başını kaldırıp muhteşem şehrine, şehrin girişinde güneşte altın ve yeşil rengi ışıldayan iki kule gibi yüksek sütuna baktı; atalarının zamanında inşa edilmiş, yüzlerce yıllık, iyice eskimiş sonsuz eski binalar dizisini gözden geçirdi. Parlayan, kusursuz sokaklar binlerce insanla doluydu ve her köşesinde muhafızlar duruyordu. Titizlikle yapılmış suyolları her şeyi birbirine bağlayarak bu sokakları mükemmel açılarla kesip geçiyordu. Üzerlerinde en iyi ipeklileri ve mücevheratları içindeki insanların bulunduğu altın arabaları çeken atların pat pat yürüdükleri görülebilen ufak yaya köprüleri vardı. Bütün şehirde bayram ilan edilmiş ve herkes kendisini karşılamaya ve selamlamaya gelmişti. Hepsi bu kutsal günde onun adını ağızlarından düşürmüyorlardı. O halkı için bir lider olmaktan öteye bir konumdaydı—o bir tanrıçaydı.
Bu günün bir festivale, Işıklar Günü’ne rast gelmesi daha da hayırlı bir olaydı. Bu güneşin yedi tanrısının önünde eğildikleri gündü. Volusia, şehrin lideri olarak, daima eğlenceleri başlatan kişi olurdu ve suyollarında kayıp giderken, arkasında iki muazzam altın meşale parlak biçimde yanmaktaydı. Gün ışığından da daha parlak bu meşaleler, Büyük Havuz’u yakmak için hazırdı.
Bütün insanlar onu takip ettiler; sokaklar boyunca aceleyle yürüyerek, teknesinin arkasından koşarak peşinden gittiler; bütün yol boyunca, şehrin altı dairesinin merkezine varıncaya kadar kendisini izleyeceklerini biliyordu. Orada teknesinden inecek ve o günkü bayramın ve kurbanların yerine işaret eden havuzları ateşe verecekti. Bu, onun şehri ve halkı için görkemli bir gündü, onun şehrinin üzerinde, bütün arzu edilmeyen istilacılara karşı on dört giriş kapısını korumak için dönüp durdukları söylenen on dört tanrıyı övmek için bir gün. Halkı onların hepsine birden dua ediyordu ve bugün, bütün günlerde olduğu gibi, onlara şükranlarını sunmaları gerekiyordu.
Bu yıl, halkını bir sürpriz bekliyordu: Volusia on beşinci bir tanrı ilave etmişti, yüzyıllardan beri, şehrin kuruluşundan beri, ilk kez bir tanrı ilave edilmiş oluyordu. Ve bu tanrı kendisiydi. Volusia yedi dairenin merkezinde kendisinin altından çok yüksek bir heykelini diktirmişti ve bu günü kendi isim günü, kendi bayramı ilan etmişti. Bunun üstündeki örtü kaldırılınca, bütün halkı bunu ilk defa olarak görecek, Volusia’nın, annesinden çok daha fazla, bir liderden çok ötede, sırf bir insandan daha fazla bir şey olduğunu görecekti. O her gün kendisine ibadet edilmesi gereken bir tanrıçaydı. Onlar diğerleriyle beraber ona da dua edip eğileceklerdi—bunu yapacaklardı, yoksa onların kanına girecekti.
Volusia teknesi gittikçe şehir merkezine yaklaştıkça kendi kendine gülümsedi. Yüzlerindeki ifadeyi görmek, onları aynen diğer on dört tanrı gibi kendine de tapınmaya mecbur etmek için zor bekliyordu. Henüz bunu bilmiyorlardı, ama bir gün, diğer tanrıları birer birer, geriye sadece kendisi kalıncaya kadar ortadan kaldıracaktı.
Volusia, heyecan içinde, omzunun üstünden arkasını kontrol etti ve arkasında sonsuz bir dizi teknenin kendisini izlemekte olduğunu gördü. Bunların hepsi tanrılara o gün verilecek kurbanlara hazırlık olarak, güneşin altında kıpır kıpır ve gürültücü canlı boğalar ve keçiler ve koçlar taşımaktaydı. Bunların en büyüğünü ve en iyisini kendi heykelinin önünde kurban ettirecekti.
Volusia’nın teknesi nihayet yedi altın daireye giden açık suyoluna ulaştı. Dairelerin her biri bir öncekinden daha genişti, su halkalarıyla birbirinden ayrılmış geniş altın plazalar. Teknesi dairelerin içinden yavaşça geçti, on dört tanrının her birinin yanından geçerek merkeze gittikçe yaklaştı ve kalbi heyecan içinde gümbürdemeye başladı. Giderlerken her tanrı üzerlerinde dev gibi yükseliyor, ışıldayan altından her heykel yirmi ayak yükseğe çıkıyordu. Bütün bunların tam ortasında, her zaman kurban kesmek ve dini amaçla toplanmak için boş bırakılan meydanda, şimdi yeni imal edilmiş bir kaide ve bunun üzerinde, beyaz ipek kumaşla örtülü elli ayaklık bir yapı duruyordu. Volusia gülümsedi: bütün halkı arasında o kumaşın altında ne olduğunu sadece kendisi biliyordu.
En içteki meydana ulaşınca, hizmetçileri yardım etmek için koşarlarkenVolusia teknesinden indi. Diğer bir tekne öne çekilip hayatında gördüğü en büyük boğa aşağı indirilir ve bir düzine adam tarafından doğrudan kendisine getirilirken yapılanları izledi. Adamlardan her biri kalın bir halatı tutuyor ve hayvanı dikkatle idare ediyordu. Bu boğa özeldi, Aşağı Vilayetlerde yetiştirilmişti: on beş ayak yüksekliğinde, parlak kırmızı derisiyle, bir kuvvet timsali gibiydi. Aynı zamanda öfke doluydu. Direndi, ama adamlar heykelin önüne doğru götürürlerken boğayı kontrol altında tuttular.
Volusia bir kılıcın kınından çıkarıldığını duydu ve döndüğünde kişisel katili Aksan’ın tören kılıcını uzatmış yanında durduğunu gördü. Aksan hayatta karşılaştığı en sadık askerdi, sırf kafasını eğerek gösterdiği herhangi birisini öldürmeye hazırdı. Aynı zamanda sadistti, kendisini bu yüzden seviyordu ve bu nedenle birçok kez kendisinin saygısını kazanmıştı. Yanında bulunmasına izin verdiği pek az insandan biriydi bu adam.
Aksan içe çökmüş delik deşik suratıyla ona baktı, kalın, kıvırcık saçlarının arasından boynuzları görünüyordu.
Volusia uzandı ve uzun, altından yapılma altı ayak uzunluğundaki tören kılıcını aldı ve kabzasını her iki eliyle sıkı sıkı kavradı. Dönüp kılıcı yukarı kaldırarak bütün gücüyle boğanın ensesine indirirken halkının üzerine derin bir sessizlik çökmüştü.
Bir parşömen kadar ince ve olabildiğince keskin kılıç boğanın boynunu boydan boya kesti ve kılıcın eti parçalayıp geçen sesini duyduğunda, bir uçtan öbürüne kadar kestiğini hissettiğinde ve hayvanın kanı yüzüne fışkırdığında Volusia sırıttı. Kan her yere boşaldı, ayaklarının dibinde koca bir gölcük oluştu ve başsız boğa sendeleyerek onun hala kumaşla örtülü heykelinin kaidesinin dibine yığıldı. Halkı büyük bir sevinç çığlığı atarken, ipek kumaşın ve altının üzerine kan fışkırıp her tarafı lekeledi.
Aksan öne eğilip, “Harika bir kehanet, leydim,” dedi.
Törenler başlamıştı. Her taraftan boru sesleri yükselirken yüzlerce hayvan çekilip getirilmeye ve çevresindeki görevlileri tarafından kesilip katledilmeye başlandı. Kesimle ve tecavüzlerle ve yiyecek ve şarap tüketilerek geçen bir gün olacaktı bu… Sonra, hepsi ertesi günü ve daha sonraki gün en baştan tekrarlanacaktı. Volusia mutlaka onlara katılacak, bazı adamları kendine ayıracak ve biraz şarap içecek ve kendi putlarına kurban etmek için bunların boğazlarını kesecekti. Sadizm ve gaddarlık içinde uzun bir gün geçirmeyi ümit ediyordu.
Ama daha önce, yapılacak bir şey daha kalmıştı.
Volusia