Hürrem. Turhan Tan

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Hürrem - Turhan Tan страница 12

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Hürrem - Turhan Tan

Скачать книгу

Sen-Ambrovaz Kapısı’nın yanındaydı. Güney cephesini Provans ve İtalya şövalyeleri, deniz kapısını da Portekizliler koruyorlardı. Liman zincirlerle kapalıydı ve iki büyük kulenin koruması altındaydı.

      Serasker Mustafa Paşa, kuşatma için gerekli olan keşifleri yapmış, gelecek askerin barınacağı yerleri hazırlamış, fakat hücuma kalkışmamıştı. Toplar bile gelişigüzel dağıtılmıştı. Süleyman işte bu durumda adaya çıktı, yüz bir pare top atılarak selâmlandı ve Seraskerle karşılaşır karşılaşmaz birliklerin kuşatma planına göre yer almaları emrini verdi. Bu plana göre, Fransız ve Alman burçları karşısında Rumeli Beylerbeyi Ayaş, İspanya ve Portekiz burçları önünde Üçüncü Vezir Ahmet, İngiliz burcuna paralel hâlde ve merkezde Serasker Mustafa Paşalar bulunacaktı. Sol cenahta Anadolu Beylerbeyi Kasım ve bu cenah solunda Sadrazam Piri Paşalar yer almakta olup karşılarına Provans ve İtalya burçları düşüyordu. Hünkârın otağı, serasker karargâhının arkasına düşen bir tepe üzerindeydi.

      Türkler Alman burcuna yirmi bir, Sen Nikola Kulesi’ne yirmi iki topla ateş açacaktı. İngiltere ve İspanya burçlarına karşı da her biri üç toptan oluşan on dört batarya yönlendirilmişti. Şövalyeler bütün ümitlerini Venedikli mühendis Gabriyel Martinengo’ya bağlamıştı. Bu adam sanatında çok ustaydı; bir yığın ilmî projelerle Girit’ten Rodos’a gelmişti. O asırda Türklerin lâğım yürütmekte ve yer altı yoluyla kale devirmekte büyük bir şöhreti vardı. Gabriyel Martinengo, işte bu şöhreti kendi zulmünce köreltecek bir alet keşfetmişti ve onu Rodos savaşlarında denemek istiyordu.

      Bu mühendisten sonra şövalyelerin bel bağladıkları askerî zekâlar, topçu Generali Guyot de Marselle ve alemdar Hanri Mauselle’ydi. Şövalyeler onları mitolojik devirlerin yarı ilâh tanrıları gibi tabiatın üstünde güç sahibi tanıyorlardı ve onlar da Türkleri denize dökmeyi vaat etmiş bulunuyorlardı.

      Türk ordusu ne topa ne mancınığa bel bağlamıştı. Bunların kuşatmada gerekli olduğunu bilmekle beraber bütün güvençleri kendi nefislerindeydi. Her nefer, gülleye karşı göğüs gerebilen duvarların da sırası gelince aşılacağına emindi. Onun için palalarını, yatağanlarını, kılıçlarını, baltalarını bilemişler, metrislere yan gelip uzanmışlar, hücum emrini bekliyorlardı.

      Sultan Süleyman, savaş bilimi dairesinde hareket olunmasını kumandanlara bırakmış ve kaledeki casuslarla temas çareleri aramaya da Hasodabaşı İbrahim’i memur etmişti. Kendisi, hâkim bir noktaya kurulmuş olan otağından metrisleri, top yerlerini ve bilhassa kaleyi izleyerek vakit geçiriyordu.

      En çok meşgul olduğu yer kaleydi. O sıra sıra duvarlar, o yüce yüce burçlar, o dizi dizi hendekler; kendisine varılması, ulaşılması ve kazanılması güç bir kadın kalbi gibi karışık, derin, geniş ve korkunç görünüyordu. Bununla beraber ordusunun şu kaleyi devireceğine imanı vardı. Bu iman ona, gururlu, lakayt ve hırçın bir kadın kalbinin de er geç elde edileceğine dair güven veriyordu.

      İlk ateş emrini verdiği dakikada bütün ömrünce unutamayacağını sandığı bir heyecan duymuştu. Topların ağzından kızıl bir fırlayışla çıkıp dumanlı bir uçuşla burçlara doğru süzülen güllelerde, ateş kesilmiş gönül dileklerinin ahlara, oflara sarılarak kayıtsız güzellerin taş gibi ruhsuz yüreklerine çarpmasını andıran bir hâl seziyor ve için için titriyordu. Aşk kabul etmeyen bir kadın yüreği gibi hain bir durum taşıyan kaleyi, bazen kendi eliyle yumruklamak hevesine kapılıyor ve o vakit otağında duramayarak metrisler arasına iniyordu.

      İlk çarpışmadan sonra savaş kızışmış, top düellosu cehennemi bir şiddet almıştı. Rodoslular gerçekten iyi nişan alıyorlar, Türk siperlerini altüst ediyorlardı. Süleyman, aşka benzettiği bu savaşta lehinde gelişmeler hızla gerçekleşmediği için tecellilerine sinirlenip sık sık vezirleri azarlıyor, hücum imkânlarını çarçabuk yarattırmak için korkunç titizlik gösteriyordu.

      Onun boyuna sarf ettiği sert sözlerden Hasodabaşı İbrahim de bol bol hisse alıyordu. Herif, İstanbul’a bir an önce dönmek isteyen efendisinin sevgisini kaybetmemek için geceyi gündüzüne katıyor, kaledeki casuslarla bağlantı kurmaya çalışıyordu. Önceden kararlaştırılmış parolalara, işaretlere rağmen bu iş kolaylıkla yapılamadığından, İbrahim’in telaşı, Süleyman’ın da titizliği artıp duruyordu.

      Nihayet bir gün kaleden ilk dost selamı alındı. Hekim Salamon, Sen Jan Kilisesi’nin çan kulesinden top ateşlerini daha etkili bir şekilde idare etmeye yarayacak işaretler vermeye başladı. Almaral da, Sultan Süleyman’a bir kadın göndermek yolunu buldu ve savunma planlarının sakat taraflarını bildirdi. Ufak tefek çarpışmalarda, kaledekilerin ara sıra sınamaya yeltendikleri çıkış hareketlerinde ele geçirilen esirlerden alınan haberler de casusların sağladığı bilgiyi kuvvetlendirdiğinden, çarpışma şekli şövalyelerin aleyhine olarak değişmeye başladı. Bu değişikliğin ilk eseri, Rodoslularca yüz batarya toptan daha kıymetli tutulan mühendis Gabriyel Martinengo’nun vurulması oldu. Casusların verdikleri haberle onun hangi mazgal deliğine gözünü dayayarak top ateşini idare ettiği öğrenildiğinden, nişancı bir Türk neferi eliyle o deliğe yağlı bir kurşun yollamış ve mühendis tam gözünden vurularak öldürülmüştü.

      İcat ettiği hassas davullarla Türklerin yeraltından yürüttükleri lâğımları kolaylıkla keşfeden zeki ve cesur mühendisin ölümü şövalyelerin gözlerini açtı ve kale içinde casus bulunup bulunmadığı aranılmaya başlandı. Hekim Salamon’un böyle bir kuşkulanma ve uyanmadan haberi yoktu; yine çan kulesinden işaretler vermeye devam ediyordu. Bir gün bu vazifeyi daha cesur bir şekilde yapmak istedi, bir oka mektup sararak Türk siperlerine atmaya kalkıştı ve yakalandı.

      Üstad-ı Azam ve bütün şövalyeler, Türk zaferine kılavuzluk etmeye çalışan Yahudi’yi didik didik didiklemek istiyorlardı. Fakat suç ortaklarını meydana çıkarmak için işi ağırdan alıyorlar, herifi ağır işkencelere sokup söyletmeye çalışıyorlardı. Salamon, casusluk yaparken gösterdiği cesareti işkence çekerken gösteremezdi; Almaral’ı ele verdi ve onunla birlikte parçalandı.

      Her iki mahkûm da kendilerini baştan çıkarmış olan Rum kızının adını dile almamıştı. Bu sebeple casusluk yine devam edebilirdi, lâkin bir olay bu imkânı da ortadan kaldırdı.

      Pek garip ve o oranda da acıklı olduğu için açıklayacağız… Bu Rum kızı, bilindiği üzere, gemi süvarilerinden Kara Mahmut’a âşıktı. Rodos’un alınmasıyla beraber onunla evlenme hülyasını taşıyordu. Kara Mahmut ise, Hâkim Salamon’la Almaral’ın parçalandıkları sırada, Piskopya Adası’ndaki Illık Hisarı’nı almakla görevlendirilmişti. Yiğit denizci, mert bir hamleyle görevini yaptı, Ilık Kalesi’ni ele geçirdi. Fakat bu sırada yaralanıp öldü. Üstad-ı Azam, bütün şövalyeleri ve halkın ileri gelenlerini Eelemonitra Kilisesi’ne toplayarak casusların nasıl ele geçirildiğini, nasıl cezalandırıldığını tebliğ ederken, Piskopya Adası’nın Türkler tarafından zapt olunduğunu da söylemiş ve nutkunu şu kelimelerle bitirmişti:

      “Piskopya düştü, fakat Kara Mahmut da düşürüldü. Bu adam Türklerce bin kaleye bedel tutulurdu. Demek ki biz küçük bir palankadan mahrum kaldık, Türkler bin kale kaybetti. O hâlde acınmayalım, sevinelim. Rodos elimizde kaldıkça Piskopyaların yine bizim demek olduğunu unutmayalım!”

      Kara Mahmut’un âşığı olan Rum kızı da metresliğini yaptığı İngiliz şövalyesiyle beraber bu toplantıda hazırdı. Üstadı Azam’ın

Скачать книгу