Hürrem. Turhan Tan

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Hürrem - Turhan Tan страница 9

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Hürrem - Turhan Tan

Скачать книгу

ister gibi davranarak şen şen sordu.

      “Söyle anacığım, söyle. Kulağım sende, derdini sıkılmadan anlat.”

      Üsküdarlı kadın, elini üzengilerden çekmedi, yanık yanık söylenmeye koyuldu.

      “Bu gece yatağıma girerken üç keçim, iki koyunum, birkaç bakırım, bakracım, kilimim, minderim vardı. Uyandığım vakit bunları aşırılmış gördüm. Şimdi ne sağacak malım, ne sarınacak şalım var. Beni soydular, soğana çevirdiler, kuru hasır üzerinde bıraktılar. Elim böğrümde kaldı. Allah diyorum, başka bir şey demiyorum. Erim yok, dölüm yok. Kimsesiz bir eksik eteğim. N’ideyim, nasıl geçineyim?”

      Süleyman, bu saf şikâyeti dinlerken gözlerini saray kapısından ayırmıyordu. Bir aralık, kapıdaki kafesimsi iki üç gözetleme deliğinin kımıldanır gölgelerce kapanıp açıldığını sezdi, için için titredi. Demek ki kapının ardında insanlar vardı ve bu minimini deliklere gözler yapışıktı. Kendisi Hürrem’in alay seyretmek üzere bu saraya getirilmesini emrettiğine göre deliklerde oynaşan gözlerin bir çifti de onun olsa gerekti. O hâlde Hürrem oradaydı ve kendini görüyor, dinliyordu.

      Bu seziş onu sarhoş ettiğinden şikâyetçi kadınla eğlenmek istedi. Maksadı kapı önünde biraz daha oyalanmak ve Hürrem’e biraz daha yakın kalmaktı. O sebeple sordu.

      “Evine giriyorlar, koyunlarını keçilerini melete melete alıp götürüyorlar, ne bulurlarsa bohçalayıp aşırıyorlar. Sense duymuyorsun. Bu kadar ağır uyku olur mu ya?”

      Bu şakayı bir hakaret sayan bağrı yanık kadın, ellerini üzengiden çekti, gözlerini Hünkârın yüzüne dikti.

      “Uyuyordum,” dedi, “çünkü seni uyanık sanıyordum!”

      Sert ve yüksek bir sesle savrulan bu cevabın ağırlığı dinleyenlerin başlarını göğüslerine eğdirirken, Sultan Süleyman bir kahkaha patlattı.

      “Hakkın var,” dedi, “biz uyumasak bu işler olmaz. Suç hırsızlarda değil bizdedir. Çalınan malı ödemek de bize düşer.”

      Ve haremağalarından birine emir verdi.

      “Bu kadını valideme götür, ona bir kese altın verilsin, bir de ev bağışlansın.”

      Süleyman, Hürrem’e doya doya yüzünü göstermiş olmaktan ve minimini deliklere yapışık gözlerinden sızan ışığı ruhuna sindirmekten doğma bir ferahlık içindeydi. Evi soyulan kadına bir ev değil, bir ülke bağışlasa az bulacaktı. Kadın da memnundu; dili döndüğü kadar dua ve teşekkür ediyordu. Halk ise Hünkâra ders veren kadını imrene imrene alkışlıyordu.

* * *

      Ordunun Üsküdar’dan sonra ilk menzili Maltepe’ydi. Sultan Süleyman orada donanmanın Marmara’ya süzülüşünü seyretti. Üç yüz parça gemi, şişirilmiş yelkenlilerle bir sürü kuğu kuşu gibi denizi yarıp gidiyordu. Bu gidişte, yarın alev olup düşman kalelerini yakacak beyaz ve kudretli bir tebessümün uçuşu seziliyordu. Ordu, o her neferi bir hükümdar kadar heybetli görünen ordu, ardından koştuğu zafer perisinin konakladığı bucakları denizden sarmaya giden gemileri “Yaşa!” sesleriyle Maltepe zirvelerinden uğurlarken, Padişah da otağına çekildi, menzil cetvelini bir daha gözden geçirdi, sonra başını ellerinin içine aldı, uzun uzun Hürrem’i düşündü ve birden kaleme sarıldı. Anasına heyecanlı bir mektup yazdı, küçük kıza iyi bakmasını rica etti ve kâğıdın sonuna şu satırları kondurdu:

      “Yeniçeri kullarım, sipahilerim, bütün askerî tayfa sevinç içinde. Yarın yapılacak savaşlar bu yiğitleri şimdiden mest ediyor. Ben de sabırsızlanıyorum, bir an önce Rodos’a varıp düşmana saldırmak istiyorum. Fakat yarını bugüne getirmek elimizde değil. Biz güne hâkim olamıyoruz, günler bizi yönetiyor. Bundan da canım sıkılıyor, içime gazel düzmek hevesi çöküyor. Bizi duayla anmanıza vesile olsun diye kaleme aldığımız beyitlerden birini işte yazıyorum. Hürrem Türkçe öğrenmiş olsaydı sizinle okur ve aşka gelirdi. Bununla beraber, kendisine beyitimizin tadını hissettirmeniz iyi ve hoş olur. Yüreğimizden taşıp kağıda dökülen söz şudur:

      Sûre-i velleyl okurdum dün namazı şâmda,

      Zülfün andım dilberin, nittim, ne kıldım bilmedim.”

      Süleyman, dilber yerine açıkça Hürrem diyemedeğinden dolayı enikonu hayıflanıyordu. Fakat Yavuz’un karısı olduğu için şiirin inceliklerini kavrayabilecek kadar olgunlaşan annesinin, dilberden maksadının ne olduğunu anlayacağını umarak teselli oluyordu.

      Bir yükten kurtulmuş gibi seviniyordu. Çünkü yazdığı şu beyitle Hürrem’e aşkını ilân etmişti. Bir aşkın itirafı ise bir hükümdar için bile büyük bir yükten kurtuluş demekti. Söylenilmeyen, açığa vurulmayan aşk, ışığı hapsolunmuş aleve benzer. O alevin özgür bir şekilde yanması ve bulunduğu yeri yakması için mahpusluktan kurtulması gerekir. Aşkların itirafı işte bu neticeyi verir ve sevgilisine aşkını itiraf edebilen adam, bir yükten kurtulmuş gibi sevinir.

      Süleyman da seviniyor, hürriyete kavuşmuş gönül alevinin yaktıkça sevinç doğuran ateşini doya doya duyarak tatlı bir acının zevkini yaşıyordu. Annesinin onun hislerine tercüman olacağından ve mektuba sarılı arzularını Hürrem’e damla damla tattıracağından emindi ve bu rahatlıkla belirsiz hülyalara doğru kollarını açarak geriniyor, geriniyordu.

      Bununla beraber, üzerinde yürüdüğü yolun kendisine yüklediği görevleri de unutmuyordu. Her gün Piri Paşa’yı huzuruna kabul ederek ordu işleri hakkında görüşüyor, en basit meselelere kadar bilgi alıyor ve güvenlikle ilgili önemli emirler veriyordu. Yine her gün köylülerle temas ediyor, onların dertlerini dinliyor ve bol bol para dağıtıyordu. Saray adamları, biraz fazlaca yapılan bu bahşişleri onun cömertliğine, fukara severliğine hamlederek şaşkınlıkla karışık bir sevinç duyuyorlardı. Hâlbuki o, eski Süleyman’dı. Para işlerinde dengeli davranmayı ihmal etmezdi. Fakat, “Hürrem’in sağlığı, gönlünün mutluluğu,” için eşsiz bir bonkörlük gösteriyordu.

      İşte bu şekilde Maltepe’den Çukurçayır’a gelindi, oradan Hereke’ye varıldı. Süleyman bu menzilde sabırsızlık gösterdiğinden, iki günlük yol bir günde alınarak Çınarlı’ya ulaşıldı, sonra sırasıyla Yıldızköprüsü, Kazıklı, Dikilitaş, Pamukçu, Yenişehir, Akbıyık, Zincirliköy, Derbent, Kızılkaya ilçeleri aşıldı ve Kütahya Ovası’na konuldu. Hünkârın titizliği ve sabırsızlığı ara sıra nüksettiğinden bir kısım konak yerleri geçiliyor ve iki menzil bir ediliyordu.

      Savaş kokusu, zafer kokusu, şeref kokusu bütün orduyu kanatlandırmıştı. Her neferde uçma isteği görülüyordu. Bundan ötürü Hünkârın iki konaklık yeri bir günde aşmak için sık sık gösterdiği arzuya hemen herkes katılıyordu.

      Kütahya Ovası’nda geçit resmi yapıldı, bu yüzden bir gün duruldu. Sonra Altıntaş Ovası, Pınarbaşı, Ece Köyü, Sıçanlı Düzlüğü geçildi, Sandıklı Ovası’na varıldı. Burada, donanmayla Rodos’a ulaşarak yanındaki fırkaları adaya çıkarmış bulunan Serasker Mustafa Paşa’dan uzun bir rapor geldi.

      Cenk eri Vezir, şövalyelerin uzlaşmaya yanaşmadıklarını bildiriyordu. Bu haber, bilinen bir şeyi tekrarlamaktan ibaret gibi görünmekle beraber Süleyman’ın dikkatini çekmekten geri

Скачать книгу