Entelektüelin kutsal kitabı. David S. Kidder

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Entelektüelin kutsal kitabı - David S. Kidder страница 11

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Entelektüelin kutsal kitabı - David S. Kidder

Скачать книгу

Tanrı arasındaki akdin gerçek mirasçıları olduklarını iddia ederler. İbrahim’in önemli bir peygamber olduğuna ve neredeyse kurban edilecek olanın İsmail olduğuna inanırlar.

      2. Hıristiyanlık inancında, İbrahim’in İshak’ı kurban etmeye hazır oluşu ile Tanrı’nın kendi oğlu İsa’yı kurban edişi arasında paralellikler kurulur.

      Jül Sezar

      Jül Sezar (MÖ100-44), MÖ I. yüzyılda şimdiki Fransa, Belçika ve Batı Almanya’yı işgal ederek şöhreti yakalayan Romalı bir generaldi. Pompey tarafından idare edilen Roma Senatosu’nu büyüyen popülaritesiyle tehdit etmeye başlayınca, Sezar’a ordusunu dağıtması emredildi. Sezar bunu reddetti. Birlikleriyle Rubicon Irmağı’nı geçerek Capitol’e yürüdü ve artık geri dönemeyeceği bu kader anından sonra bir iç savaş başladı. Düşmanlarını Avrupa üzerinden Pompey’in öldürüldüğü Mısır’a dek kovaladı. Mısır’dan ayrılmadan önce Sezar, Kleopatra’ya âşık olarak onu kraliçe ilan etti. Roma’ya döndüğünde de toprakları bir diktatör gibi yönetti. Sezar, en iyi arkadaşı Brutus’un da karıştığı bir komployla MÖ 44 yılında Roma takvimine göre 15 Mart’ta öldürüldü.

      Sezar’la ilgili sayısız efsane bulunmaktadır. Daha yirmili yaşlarındayken Doğu Akdeniz’de korsanlar tarafından esir alınmıştır. Adamları tarafından fidye karşılığında kurtarıldıktan sonra, yerli liderlerden küçük bir ordu toplamış, korsanların yerini saptamış ve hepsini çarmıha gererek öldürmüştür.

      Sezar yıllar sonra, MÖ 62’de, Roma’daki siyasi basamakları tek tek tırmanırken bir skandal patlak verdi. Publius Clodius isimli bir soylunun, erkeklerin katılmasının yasak olduğu dini bir ritüelde bulunduğu ortaya çıktı. Ritüel Sezar’ın evinde yapılmıştı ve sonradan, Clodius’un Sezar’ın eşi Pompeia’yla aşk yaşadığı için orada bulunduğu dedikoduları etrafa yayıldı. Sezar, dedikoduların doğru olmadığını biliyor ve böyle de söylüyordu. Ancak hiçbir şeyin Sezar’ın karısı ve ailesini şüphe altında bırakmaması gerektiği gerekçesiyle karısını boşadı.

      Sezar, Pompey’e karşı yürüttüğü iç savaşın tam ortasında Senato tarafından diktatör ilan edildi. Bu bir kriz dönemiydi ve liderin olağanüstü hallerde belirleyici kararlar verebilmesi gerektiği düşünülüyordu. Fakat olağanüstü hal hiç bitmedi, cumhuriyet yeniden kurulamadı.

      Sezar ülkeyi bir diktatör olarak yönetti ama (artık kendi taraftarlarını doldurduğu) Senato’ya danışıyor ve cumhuriyetin geleneklerine saygı gösteriyormuş gibi görünmeye çoğunlukla dikkat etti. Ancak yaşamının son yıllarında tedbiri elden bırakarak Asyalı tebaasının kendine bir tanrı gibi tapınmasına izin verdi ve paralara resmini bastırdı. Henüz hayatta olan bir Romalı ilk kez bu kadar onurlandırılıyordu. Resmini taşıyan paraların üzerinde “Ölümsüz Diktatör” yazıyordu. Bu gereksiz yüceltmelerin, Sezar’ın iktidardan düşürülerek öldürülmesiyle sonuçlanan kini alevlendirdiği düşünülüyor.

EK BİLGİ:

      1. Asya’ya düzenlediği başarılı bir askeri seferden sonra Sezar ünlü sözünü söylemiştir: “Veni, vidi, vici” (Geldim, gördüm, yendim.)

      Homeros

      Homeros’un İlyada ve Odysseia’sında anlattığı hikâyeler Batı kültürüne öyle işlemiştir ki günümüzde bile onlarla karşılaşmamak imkânsızdır. Truva atından kikloplara, yani tek gözlü canavarlara, Akhilleus’un topuğundan sirenlerin şarkılarına, her iki epik eserin unsurları da yazılmalarından neredeyse üç bin yıl sonra edebiyatımızın ve gündelik dilimizin temel taşları olarak varlıklarını sürdürmektedir.

      İlyada ile Odysseia, iki epik şiirdir. Bu uzun, Yunanca manzumeler, yazıya dökülmeden önce muhtemelen ezberden okunmuş veya şarkı gibi söylenmiş, nesilden nesle sözlü olarak aktarılmıştır. Bu süreçte Homeros’un tam olarak nasıl bir rol oynadığı gizemini korumakta, gerçekte yaşamış olup olmadığıyla ilgili tartışmalar hâlâ sürmektedir. Her halükârda, bilginler her iki eserin de MÖ VIII. yüzyıl civarında, bugün Türkiye’nin Akdeniz bölgesinde kalan fakat o zamanlar antik Yunan sınırları içerisinde bulunan İyonya’da ortaya çıktığına inanmaktadır.

      İlyada, Akhalar (Yunanistan) ile Truvalılar arasında gerçekleşen Truva Savaşı’nda Akhiellus, Agamemnon ve diğer kahramanların başlarından geçenleri anlatır. Efsaneye göre savaş, Truva Prensi Paris’in, dünyanın en güzel kadını olan Spartalı Helen’i kaçırması ve onu eşi yapmak üzere Truva’ya götürmesiyle başlar. İlyada ise savaşın ilk dokuz yılından sonra başlar ve Akhalardan Akhiellus’un öfkesine odaklanarak, kahramanın gösterdiği ölümcül hatalarla kahramanlıkları bir arada ele alır. Yol boyunca Homeros, şiiri haklı olarak ünlü kılan “gül parmaklı şafak,” “şarap karası deniz” gibi çağrışımlara dayalı tasvirleri de anlatımına dahil eder.

      İlyada’nın devamı olan Odysseia, Yunanlı kahraman Odysseus’un evine dönüp eşi Penelope’ye kavuşmak için denize açıldığında atlattığı badireleri anlatır. Odysseus’un yolculuğu on sene sürer. Çünkü Poseidon’u öfkelendirmiştir ve deniz tanrısı bu yolculuğu aksatmak için elinden gelen her şeyi yapar. Zekâsının ve Tanrıça Athena’nın yardımıyla Odysseus en sonunda İthaka’ya dönmeyi başarır ve kendisine sadık kalan eşine evlilik teklifleriyle yanaşan talipleri dağıtır.

      İlyada ile Odysseia’nın, yazarlarına dair ayrıntılar bilinmemekle birlikte, antik Yunan’da gündelik hayat üzerinde inanılmaz kültürel ve işlevsel etkileri oldu. O zamanlarda epik şiirleri baştan sona ezberlemek yaygındı. Yunanistan’ın altın çağı MÖ 100’lerde son bulmuşsa da, Homeros’un eserleri kalıcı oldu ve Virgil’in Aeneid’i gibi antik Roma epiklerine de ilham verdi.

EK BİLGİLER:

      1. Uzun yıllar Truva Savaşı’nın sadece bir efsane olduğuna inanılmasına rağmen, 1800’lerin sonlarında Türkiye’de yapılan arkeolojik kazılar, savaşın tarihi temelleri olabileceğini ortaya koydu.

      2. Truvalı Helen’i “binlerce gemiyi yola çıkaran yüz” olarak betimleyen ünlü ifade İlyada’da değil, Christopher Marlowe’un ünlü oyunu Dr. Faustus’ta (1604) geçmektedir.

      Ayasofya

      Ayasofya, Konstantinopolis’te, yani bugünkü İstanbul’da İmparator Jüstinyen’in kişisel gözetimi altında bir Hıristiyan katedrali olarak inşa edildi. Kilisenin takdis töreninde Bizans hükümdarının, Eski Ahit’e göre Kudüs’teki ünlü Yahudi tapınağını yaptıran Kral Süleyman’ı geçtiğini iddia ettiği söylenir.

      Ayasofya’nın Doğu’nun gizemciliği ile Roma imparatorluk mimarisinin Panteon örneğindeki gibi iddialı ölçülerini birleştirdiği sıklıkla söylenir. 532 ile 537 yılları arasında inşa edilen bu şaheser, mimardan ziyade matematikçi olan Miletli İsidoros ve Trallesli Anthemius tarafından tasarlandı. Kilisenin kubbesi 55 metre yüksekliğindedir ve dört pandantifle, yani yarımkürenin ağırlığını dört paye üzerine eşit olarak dağıtan dört adet üçgen parçayla desteklenmiştir. Kubbenin temelindeki kırk pencere içeri ışık girmesine izin verir ve

Скачать книгу