Norveç masalları. Frederick Herman Martens

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Norveç masalları - Frederick Herman Martens страница 8

Жанр:
Серия:
Издательство:
Norveç masalları - Frederick Herman Martens

Скачать книгу

dünyasının en nadide hazinelerinden birine rastlıyoruz: “Huldres şapkası” (Asbjörnsen, Huldreerentyr, I, s. 157; Eidsvold yakınlarında bir çiftçi kadın tarafından anlatılmıştır). Masallarda genelde avcı şapkası olarak karşılaşılan efsanevi bir masal eşyası, bu masalda daha gösterişsiz bir yer buluyor. Ne efsanevi bir değerle yüceltiliyor ne de masaldaki ana olayın kahramanı olarak farklılaştırılıyor. Bu masalda yaratılan eğlenceli hava da bunu açıkça gözler önüne seriyor.

      Meryem Ana'nin Çocugu

      Buradan çok uzaklarda, büyük bir ormanda, bir zamanlar fakir bir çift yaşıyordu. Tanrı onları küçük bir kız çocuğuyla kutsamıştı, ancak o kadar fakirlerdi ki küçük kızlarını nasıl vaftiz ettireceklerini bilemiyorlardı. Bu nedenle çocuğun babası vaftizin parasını ödeyebilecek bir vaftiz babası bulup bulamayacağına bakmak için yola çıktı. Bütün bir gün boyunca bir ona bir buna gidip sordu ama hiç kimse kızın vaftiz babası olmak istemiyordu. Akşama doğru, adam tam da dönüş yolundayken çok cana yakın bir hanımefendiyle karşılaştı. Bu hanımın üzerinde muhteşem kıyafetler vardı ve çok kibar, çok sıcakkanlı biri gibi görünüyordu. Adama, kızının vaftiz olmasına yardımcı olmak istediğini, ancak vaftiz töreni sonrasında kız çocuğunun kendisinde kalması gerektiğini söyledi. Adam, bunu öncelikle karısına sorması gerektiğini söyledi. Eve varıp karısına sorduğunda ise açıkça, “Hayır,” cevabını aldı. Bir sonraki gün adam tekrardan bir vaftiz babası bulmak için yollara düştü ama kimse vaftiz babası olup da vaftiz töreninin ücretini ödemek istemiyordu. Adam ne kadar yalvarırsa yalvarsın, hiçbir sonuç elde edemiyordu. O günün akşamı eve dönerken yine o soylu görünümlü kibar hanımefendiyle karşılaştığında kadın yine aynı teklifi yaptı. Adam olanı biteni yine karısına anlattı ve eğer bir sonraki gün bir vaftiz babası bulamazsa büyük bir ihtimalle kızlarını, bu kibar ve cana yakın görünümlü hanımefendinin almasına izin vermeleri gerektiğini söyledi. Böylelikle adam üçüncü gün de bir vaftiz babası bulmak için yollara düştü, ancak yine bulamadı ve eve dönüş yolunda cana yakın hanımefendiyle karşılaştığında ona, eğer vaftiz töreni masraflarını karşılarsa çocuğun onda kalabileceğini söyledi. Bir sonraki gün hanımefendi ve beraberinde iki adam, çiftin kulübesine geldiler. Sonrasında hanımefendi, kız çocuğunu da alarak kiliseye giderek onu vaftiz ettirdi. Bunun ardından geçen birkaç yıl boyunca küçük kız üvey annesiyle yaşadı, kadın ona karşı daima kibardı.

      Küçük kız kendi kendine düşünebilecek ve karar verebilecek kadar büyüdüğünde üvey annesi, bir yolculuğa çıkacağını ve kızın yalnız kalması gerektiğini söyledi. Kıza, “İstediğin odada kalabilirsin ama bu üç odaya girmeni istemiyorum,” dedikten sonra kadın yola çıktı. Küçük kız girmemesi gereken bir odaya girme isteğine karşı koyamadı, kapıyı açmasıyla, puf! Bir yıldız kaydı. Üvey anne eve geldiğinde kadın, yıldızının kaydığını gördüğünde o kadar üzüldü ki üvey kızını uzaklara yollamakla tehdit etti. Üvey kız ağladı durdu, yalvardı durdu; ta ki üvey annesi kalmasına razı gelene kadar.

      Bir süre sonra üvey anne tekrar bir yolculuğa çıkmak istediğine karar verdi ve genç kıza henüz hiç girmediği iki odaya girmemesi gerektiğini söyledi. Genç kız bu sefer üvey annesinin isteğine uyacağına dair söz verdi, ancak evde bir süre yalnız kaldığında ikinci odada ne olabileceğine dair onlarca farklı düşünce aklına geldi. İkinci odanın kapısını açma dürtüsüne karşı koyamadı, kapıyı birazcık açıverdi ve puf! Ay uçuverdi. Üvey anne geri dönüp de Ay’ının uçuverdiğini görünce önceki gibi öyle çok üzüldü ki üvey kızına artık burada kalamayacağını ve gitmesi gerektiğini söyledi. Kız yeniden o kadar çok ağladı ve o kadar çok yalvardı ki onu evden kovmak imkânsız bir hale geldi ve bir kez daha evde kalmasına izin verildi.

      Bunun sonrasında üvey anne bir yolculuğa daha çıkmaya karar verdi. Artık epey büyümüş olan genç kıza üçüncü odaya kesinlikle girmemesi gerektiğini, kapıyı azıcık açıp içeriye göz atmanın söz konusu bile olmadığını söyledi. Üvey anne bir süre uzaklarda olunca genç kız evde tek başına sıkıldı ve kapıyı açma dürtüsüne daha fazla dayanamaz oldu. “Ah, ah! Üçüncü odanın kapısını aralayıp içerisinde ne olduğunu görmek ne kadar da güzel olurdu,” dedi kendi kendine genç kız. İlk başta gerçekten de kapıyı açmamak için kendi düşüncelerini kontrol etmeye çalıştı, çünkü üvey annesi onu uyarmıştı ama düşüncelerine engel olamayınca kapıyı azıcık aralayıp içeri şöyle bir bakmanın sorun olmayacağını düşündü. Sadece azıcık kapıyı aralamıştı ki puf! Güneş uçuverdi. Üvey anne geri dönüp de Güneş’inin uçup gittiğini gördüğünde çok üzüldü ve genç kıza artık burada kalmasının kesinlikle mümkün olmadığını söyledi. Üvey kız bu sefer öncekilerden de daha acıklı ağlayıp yalvardı ama hiçbir faydası olmadı. “Hayır, seni cezalandırmam gerekiyor,” dedi üvey annesi. “Ancak kararı sana bırakıyorum. Ya bütün genç kızlar arasında en güzeli olur ama konuşma yetini kaybedersin ya da çok çirkin bir genç kız olur ve konuşma yetini kaybetmezsin. Hangisini seçersen seç bu evi terk etmek zorundasın.” Kız şöyle cevap verdi: “Öyleyse dünyanın en güzel kızı olup konuşma yetimi kaybetmeyi seçiyorum.” Böylece dünyalar güzeli bir kıza dönüştü, ancak o günden sonra dili tutulmuş, konuşamaz olmuştu.

      Böylece kız üvey annesini terk etmiş ve bir süre etrafta öylece dolanıp durmuştu. En sonunda büyük mü büyük, geniş mi geniş bir ormana denk geldi. Ne kadar ilerlerse ilerlesin ormanın sonu bir türlü gelmiyordu. Akşam olduğunda genç kız yüksek bir ağaca tırmandı ve bir su kaynağının üzerinde durduğunu gördü. Ağacın dalına oturup burada uyumaya karar verdi. Bu ağacın çok yakınında bir kralın kalesi vardı ve sabahın erken saatlerinde hizmetçi kız, Prens'in çayını yapabilmek için su almak üzere su kaynağına gelmişti. Su kaynağında güzeller güzeli bir yüz gören hizmetçi kız, bu yüzü kendi yüzü sandı. Kovasını fırlatarak hemen eve koştu ve başı dik bir ifadeyle şöyle dedi: “Eğer gerçekten de o kadar güzelsem su almak için kova taşımak bana yakışmaz!” Bunun üzerine bir başka hizmetçi kız su alması için yollandığında o da aynı şekilde geri geldi ve bu iş için gereğinden fazla güzel olduğunu söyledi. Sonrasında ise bütün bunlara neyin neden olduğunu görmek amacıyla Prens kendisi gitti. Su kaynağına geldiği zaman o da tıpkı diğerleri gibi suya yansıyan yüzü gördü ve hemen yukarı, ağaca baktı; böylece ağacın dalında oturan güzeller güzeli genç kızı gördü. Tatlı sözler söyleyerek genç kızı ağaçtan indirerek birlikte eve döndüler. Kız o kadar güzeldi ki Prens'in gelini olmasından başka bir şey söz konusu dahi olamazdı. Ne var ki Prens'in annesi hâlâ hayattaydı ve buna itiraz etti. “Kız konuşamıyor, belki de trol ahalisinden biridir,” dedi, fakat Prens'in içi, genç kızın kalbini kazanmadan rahat edemeyecekti. Evlenmelerinin üzerinden bir süre geçmişken Tanrı, Prenses'i bir çocukla kutsadı ve Prens, sevgilisini sıkı bir koruma altına aldı. Bir de ne olsun! Hepsi uykuya daldı ve kızı büyüten üvey annesi geldi. Bebeğin bir parmağını kesip kanın bir kısmını Prenses'in ağzına ve ellerine sürdü ve şöyle dedi: “İşte şimdi sen de en az yıldızımı kaybettiğimde üzüldüğüm kadar üzülesin!” Üvey anne bunu söyledikten sonra çocuğu beraberinde götürerek ortadan kayboldu. Prens'in, Prenses'i korumaları için kapısına diktiği nöbetçiler uyandıklarında Prenses'in çocuğu mideye indirdiğini gördüler ve Anne Kraliçe onun bu nedenle yakılmasını istedi. Ama Prens, Prenses'i o kadar çok seviyordu ki yalvardı, yakardı; sonunda onun ceza almasını engelledi. Tabii bunun için çok uğraşması gerekmişti.

      Tanrı

Скачать книгу