Norveç masalları. Frederick Herman Martens

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Norveç masalları - Frederick Herman Martens страница 9

Жанр:
Серия:
Издательство:
Norveç masalları - Frederick Herman Martens

Скачать книгу

az Güneş’imi kaybettiğimde üzüldüğüm kadar üzülesin!” Prens ne yaparsa yapsın Prenses'i kurtarma imkanı yoktu, bu sefer Prenses yanmaktan kaçamayacaktı. Tam Prenses kazığa götürülürken üvey anne, beraberinde üç çocukla ortaya çıktı. En büyüğünün ve ortancanın ellerinden tutmuştu; küçük olanı ise kucağına almıştı. Genç Prenses'in karşısına geçti ve “İşte, çocukların burada. Şimdilik onları sana geri veriyorum. Ben Meryem Ana’yım ve hissettiğin üzüntü, Yıldız’ımın, Ay’ımın ve Güneş’imin uçmalarına izin verdiğinde benim hissettiğim üzüntünün aynısıdır. Artık yaptığın şeyin cezasını çektin ve bu andan itibaren konuşma yetini geri alabilirsin!”

      Bunun üzerine Prens ve Prenses'in yaşadığı mutluluk belki hayal edilebilir, fakat asla ifade edilemez. Sonsuza dek mutlu mesut yaşadılar; o günden sonra Anne Kraliçe bile Prenses'e düşkün biri olup çıktı.

*

      “Meryem Ana’nın Çocuğu” (Asbjörnsen, ve Moe, N.F.E., s. 34, bölüm 8, Bresemann çevirisinden alınmıştır [1847]), dini motiflerin bulunduğu bir masaldır; ayrıca Almanya’da da herkesçe bilinir. Meryem Ana’nın başkahraman olduğu güzel bir masaldır.

      Firtina Büyüsü

      Miço çocuk, kaptanıyla beraber yaz boyunca oradan oraya seyahat edip durmuştu, ancak sonbaharda yelken açmaya hazırlandıkları sırada endişeli bir ruh haline bürünüp yola çıkmak istemedi. Kaptan onu seviyordu. Henüz küçük bir çocuk olsa da güvertede sanki evindeymiş gibi rahattı. Uzun ve iri yapılı bir delikanlıydı ve ihtiyaç duyulduğunda her işte yardıma koşuyordu. Ayrıca herhangi bir denizci kadar iş yapıyordu ve o kadar eğlenceli bir kişiliği vardı ki bütün tayfanın moralini daima yüksek tutuyordu. Bu nedenle kaptan onu kaybetmek istemiyordu. Genç adam sonbaharda masmavi denizde olmak istemediğini, ancak gemi yüklenirken ve denize açılmaya hazırlanırken güvertede bulunup yardım edebileceğini söyledi. Pazar günü tayfa hâlâ karadayken kaptan -kendi hesabına- biraz kereste ve kütük almak için ormanın yakınındaki çiftliğe gitti. Genç adam nöbetçi olarak gemide bırakılmıştı ancak bilinmesinde fayda var ki genç adam bir pazar günü doğmuştu ve dört yapraklı bir yonca bulmuştu. İşte bu nedenle çocuğun altıncı hissi kuvvetliydi. Görünmez kimseleri görebiliyordu, tabii onlar çocuğu göremiyorlardı.

      Genç adam öndeki kamarada otururken geminin içinde sesler duydu. Duvardaki bir çatlaktan dışarıyı gözlediğinde kömür karası üç karganın güverte kirişinde durduklarını gördü. Kargalar kocaları hakkında konuşuyorlardı, üçü de onlardan bıkmıştı ve onları öldürmeyi planlıyorlardı. Bunların başka bir şekle bürünmüş üç cadı olduklarını herkes tahmin edebilirdi.

      “Burada bizi duyabilecek kimse olmadığından eminsiniz değil mi?” dedi kargalardan biri, konuşma şeklinden dolayı genç adam bu karganın kaptanın karısı olduğunu anlamıştı.

      “Gördüğün gibi kimse yok,” dedi diğerleri. Onlar da birinci ve ikinci iaşe subaylarının karılarıydı. “Gemide tek bir kişi bile yok.”

      “Öyleyse onlardan kurtulmak için çok iyi bir yol bildiğimi size söylersem sorun olmaz,” dedi kaptanın karısı yeniden konuşarak, diğer iki kargaya biraz daha yanaştı. “Kendimizi dev birer dalgaya dönüştüreceğiz, böylece gemiyi batırıp üzerindeki her bir kişiyi denizin dibine postalayacağız.”

      Bu fikir diğerlerinin hoşuna gitmişti. Uzun süre orada durup bunu nasıl yapacakları üzerine tartıştılar. Kaptanın karısı bir kez daha, “Bizi duyabilecek kimse yok değil mi burada?” diye sordu.

      Diğerleri de, “Gördüğün gibi kimse yok,” dediler yeniden.

      “Yapmak istediğimiz şeyi gerçekleştirmemize engel olacak bir karşı büyü var, biliyorsunuz. Eğer olur da biri kullanırsa bunun bizim için büyük bir zorluk oluşturacağını da biliyorsunuz. Hayatımıza mal olabilir!”

      “Karşı büyünün ne olduğunu biliyor musun kardeşim?” diye sordu iaşe subaylarından birinin karısı.

      “Bizi dinleyen kimse olmadığından eminsiniz değil mi? İlerideki kamarada sanki birisi sigara içiyormuş gibi gelmedi mi size de?”

      “Her yere baktığımızı biliyorsun. Sadece mutfaktaki ateşi söndürmeyi unutmuşlar ve o da duman oluşmasına neden olmuş,” dedi iaşe subayının karısı ve “Anlat bakalım,” dedi.

      “Eğer huş ağacından üç sicim satın alınırsa,” dedi cadı ve ekledi, “ama bu tam bir ölçü olmalı ve alım sırasında pazarlık yapılmamalı. İlk dalga vurduğunda ilk sicim parça parça suya atılmalı, ikinci dalga vurduğunda ikinci sicim parça parça suya atılmalı, üçüncü dalga vurduğunda üçüncü sicim parça parça suya atılmalı. İşte o zaman hapı yutarız!”

      “Evet, kardeşim çok doğru; işte o zaman hapı yutarız!” dedi iaşe subaylarının karıları. “Ama tabii, kimse bunu bilmiyor,” diye haykırdılar ve yüksek sesle güldüler. Sonrasında ise ambarın ağzından uçup gittiler kuzgun gibi gaklayarak.

      Yelken açma vakti geldiğinde dünyada hiçbir şey miço çocuğu kararından vazgeçiremezdi. Kaptanın tatlı dili ya da verilen sözlerin artık bir anlamı yoktu, hiçbir şey onlarla gitmeye ikna edemezdi onu. En sonunda sonbahar geldiği için korktuğunu ve annesinin mutfak önlüğüne tutunarak ocağın arkasına saklanmayı tercih edip etmediğini sordular ona. Hayır, dedi genç adam. Korkmuyordu, hiç kimse onun daha önce, karada yaşayan adamlar gibi korku emareleri gösterdiğini söyleyemezdi. Bunu onlara kanıtlamaya da hazırdı, böylece onlarla yelken açmaya karar verdi ancak bazı istekleri vardı. Huş ağacından tam doğru ölçüde üç sicim getirilecek, kendi seçtiği bir günde geminin kaptanlığı ona devredilecekti. Kaptan bunun gerçekten de saçma bir istek olduğunu dile getirerek daha önce hiç kimsenin bir miçoya geminin komutasını devrettiğini duymadığını söyledi. Genç adam şartlarının bunlar olduğunu söyledi. Eğer ki huş ağacından üç sicim bulunmazsa ve sadece bir günlüğüne -ki kaptan ve tayfa o günün hangi gün olduğunu önceden öğreneceklerdi- gemiyi ona emanet edip de kaptan olarak ona biat etmezlerse ne bu gemiye bir kez daha adım atacak ne de katran ve ziftle ellerini kirletip gemiyle alakadar olacaktı. Bütün bunlar kaptana çok garip gelmişti ama sonunda şartları kabul etti, çünkü hiç şüphe yok ki bu genç adamla birlikte yelken açmak istiyordu. Ayrıca bir kez yola çıktılar mı genç adamın bu isteklerinden vazgeçeceğini düşünmüştü. İaşe subayı da kaptanla aynı fikirdeydi. “İstediği şekilde emir vermesine izin verin, eğer bir şeyler yolunda gitmezse ona yardım ederiz,” dedi. Böylece pazarlık edilmeden, tam doğru ölçüde alınmış huş ağacından sicimler getirildi ve yelken açtılar.

      Miço çocuğun kaptanlık görevini üstleneceği gün gelip çattığında hava çok güzel, deniz sakindi; ancak genç adam, tayfadan ufak bir yelken bezi dışında bütün yelkenleri indirmelerini istedi. Kaptan ve tayfa ona gülerek şöyle dediler: “İşte böyle bir kaptanla karşı karşıyayız şu an. Gerçekten de bütün yelkenleri indirmemizi mi istiyorsunuz?”

      “Şimdi değil,” dedi miço, “fakat yakında.”

      Aniden şiddetli bir fırtına patlak verdi, onları öyle bir sarstı ki alabora olacaklarını sandılar. Eğer yelkenleri indirmemiş olsalardı hiç şüphe yok ki gemiye vuran ilk

Скачать книгу