Cengiz Han. M. Turhan Tan

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Cengiz Han - M. Turhan Tan страница 3

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Cengiz Han - M. Turhan Tan

Скачать книгу

karışmıştı. Bu sebeple de Konkratlardan ve Konkmarlardan atı yürük, yüreği pek, kılıcı keskin beş on adam, Söbütay’ın ardına takılmıştı, onun yol açışına müessir5 surette yardım ediyorlardı.

      Kaçanlar için hedef, gün batımı olmak gerekti. Zaten ordunun ağırlığı, Temuçin’in anasıyla karısı o tarafta idi. Moğol oruğunun büyük köyü Yilon Buldok’a da o yoldan gidilirdi. Fakat Söbütay, kargaşalık içinde ve hele Temuçin’i kurtarmak gibi çok yüksek bir vazifenin ağırlığı arasında gelişigüzel yürüyordu, bir delik açıp o ölüm kaynağından uzaklaşmaktan başka bir şey düşünmüyordu.

      Bu sebeple Moğol yurduna giden yol geride kalıyordu, şu bir avuç kaçak -savaş yerinin sağına düşen- ormana doğru gidiyordu. Sert fakat kısa bir çarpışmadan sonra onlar açığa, selamet yoluna düşmüşlerdi. Artık savaş yeri, adım başına biraz daha uzaklaşıyor ve büyük orman o nispette kendilerine yakınlaşıyordu.

      Nihayet ormana geldiler, kovalanmadıklarını -dikkatli bir geri bakışıyla- anladıktan sonra atlarından indiler, Temuçin’i de indirdiler. O, on sekiz yaşında bir çocuğun kendisini eyere alıp buraya getirmesinden son derece müteessirdi, bu cüreti affolunmaz bir hakaret sayıyordu. Ayağını toprağa basar basmaz kollarını üç altın düğmeli ipek gömleğinin koynuna soktu:

      “Cebe!” dedi. “Kutlu dağa taş attın.”

      Delikanlı eğildi:

      “Yurduma iyilik olsun dedim, sana el vurdum. Tek sen yaşa, ben sana değen eli güle güle keserim.”

      “Etini didim didim didiklesem gene suçun ödenmiş olmaz!”

      “Seni yâdlar elinde tutsak görmedim ya, var ocağımı söndür, uğruna kül olsun!”

      “Beni kurtlarımdan ayırdın, ben de seni tatlı canından ayırmalıyım.”

      “Kurtların için tasalanma. Biz bir avuç kişi, yol bulup o çemberden çıktıktan sonra Konkmar yiğitleri, Konkrat bahadırları hiç güçlük çekmezler, bir atılışta o çemberi kırarlar, yurtlarına yol bulup giderler.”

      Temuçin gözlerini işlemeli meşin çakşırına, uzun konçlu çizmelerine dikti, ellerini koynundan çıkarıp altın tokalı kemerinin üzerinde gezdirdi, uzunca bir lahza dalgınlaştı, sonra içini çekti:

      “Ulu Tanrı…” dedi. “bizi umdurdu, fakat undurmadı. Akan suda o, yeşeren otta o, yağan karda o, her şeyde o var. Yaratılmışların yaratanı yalnız odur… Kemiklerimiz üstünde et, başlarımızda saç bitiren, gözlerimize ışık, bileğimize güç veren gene odur. Bugünkü uğursuzluk da ondan. Boyun kırmaktan başka elimden ne gelir?”

      Ve sonra ilave etti:

      “Ey, burada çene mi çalacağız?”

      Söbütay cevap verdi:

      “Buyruk senin. Dilersen bir alan buluncaya kadar ormana girelim, biraz dinlenelim, kendimize yol çizelim.”

      “İyi dedin, öyle yapalım.”

      Şimdi Temuçin atlı, öbürleri hayvanları yedeklerinde yaya, orman içinde ilerliyorlardı. Sık ağaç dallarını ayıra ayıra bir hayli yürüdükten sonra kılavuzluk eden Söbütay bağırdı:

      “İşte bir alan. Hem de cirit oynatılacak kadar geniş!”

      Temuçin, attan yere atladı, kum yapraklardan vücut bulmuş olan hışırtılı bir sedir üzerine uzandı ve büyük bir saygı ile karşısında sıralanan silahşörlere emir verdi:

      “Oturun, atları salın, otlasınlar.”

      Hepsi yurda karşı aykırı düşen bu yoldan nasıl kurtulacaklarını düşünüyorlardı. İleride Moğollara ve onlarla yürek birliği taşıyan Türk uluslarına düşman eller ve oymaklar vardı. Geride Nayman atlıları, Oyrat cengâverleri, Merkit silahşörleri dolaşıyordu. Bu vaziyette yurda yol bulmak çok güçtü. Fakat bu güçlüğe çare bulmadan evvel yapılacak bir iş daha vardı: Karın doyurmak!.. Bir hayli süren savaş, gene o nispette uzayan kaçış hepsinin midesinde bir ezginlik yaratmıştı. Otlara saldıran atların engin iştihası onların da ağzında koyu koyu sulanıyordu.

      Söbütay, bu müşterek ihtiyacı kelime hâline koymakta önayak oldu:

      “Bey!” dedi. “Karnımızı doyuralım.”

      Temuçin, dalgın dalgın mırıldandı:

      “Neyle?”

      “Temiz yulafımız, bol kımızımız var. Bulamaç yapar, yeriz!”

      “Olur!..”

      Şimdi terkilerdeki kıl heybelerden yulaf unu dolu küçük torbalar, meşin tulumcuklarla kımızlar Temuçin’in önüne taşınıyor ve en genç atlılar bu unlarla kımızlardan bakır çamçaklar (maşrapa) içinde bulamaç yapıyorlardı. İlk çamçak beye sunuldu ve ona bir dolu kadeh de kımız verildi. Geri kalan çamçaklar, atlılar arasında kapışa kapışa paylaşıldı. Bu sade yemek, kuzu çevirmesi veya sülün kızartması gibi lezzetle yeniyordu. Kımızlar da -Pekin sarayından gelmiş şarap gibi- höpürtüle höpürtüle içiliyordu.

      Bir felaket gününün şu muhtasar ziyafeti bittikten sonra Temuçin ayağa kalktı.

      “Söbütay!” dedi. “Ne yapacağız, nereye gideceğiz?”

      “Buyruk senindir, bey. Ben bu ormanda bir iki gün eğlenelim diyorum.”

      “Bu odunluğu kendimize yurt mu edineceğiz?”

      “Hayır. İki üç gün geçer geçmez yola çıkarız, yurdumuza doğru gideriz.”

      “Düşmanlar, bugün yarın geri mi dönerler diyorsun?”

      “Ben onların ‘Yilon Buldok’a, ‘Balcona Bulak’a (bu da bir köy) gideceklerini ummuyorum. Bizi yendiler, birkaç yüz tutsak aldılar ya, daha ilerisine gitmezler. Ulu Gökçe’den korkarlar!”

      Temuçin’in ağzına kadar gelen büyük bir küfür, dişleri arasında kırıldı. Ulu Gökçe aleyhinde söyleyeceği küçük bir kelimenin, onu evliyadan sayan bu adamların yüreğinde büyük bir kırgınlık yaratacağını düşünmüştü. Fakat o adamın kendi atına binip savuşması gözünün önüne gelince dayanamadı:

      “Ulu Gökçe’den…” dedi. “biz korkarız. Yüce bir arpağcı, ulu bir kamandır.6 Merkit dinsizleri Gökçe’yi kaça alır?”

      “Öyle demeyin. Ulu Gökçe’yi bütün Türk eli, bütün Çin ve Maçin eli sayar.”

      Temuçin yüzünü Cebe’ye çevirdi:

      “Sen ne diyorsun delikanlı?”

      “Gün batınca atlanalım, Altaysu kıyısınca yürüyelim, benim yurda, Çaydan’a gidelim. Geçit veren yerden suyu geçeriz, gene bizim Ciso avuluna doğru gideriz.

Скачать книгу


<p>5</p>

Müessir: Etkili. (e.n.)

<p>6</p>

Arpağcı, efsuncu, büyücü ve sihirbaz demektir. Kaman, eski Türk dininde ruhani reis demektir. Saman kelimesi gibi Oğuzlar’daki ozan da kamandan gelme veya bozmadır. (y.n.)