Cengiz Han. M. Turhan Tan

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Cengiz Han - M. Turhan Tan страница 7

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Cengiz Han - M. Turhan Tan

Скачать книгу

Gökçe gibi Temuçin de ancak burada belini doğrultabildi ve mırıldandı:

      “Arpağcı (büyücü) yeri değil, düpedüz in. İn de değil, odsuz yer tamusu (cehennemi)!”

      Gökçe başını çevirdi, karşılık verdi:

      “Evet yerim dardır, yakışıksızdır. Fakat sizin otağlarınız gibi özünden kirli de değildir.”

      “İnin sana, otaklarımız bize kalsın. Hele bir çıra parlat da konuşalım. İşim baştan aşkın, tasam her günkünden taşkın!”

      Ulu Gökçe bir çıra yaktı, duvarlarında Temuçin’inkinden başka belki hiçbir insan gözünün izi bulunmayan esrarlı yuvasını aydınlattı. Minimini oda taştan bir kuyuya benziyordu. Yer, tavan ve duvarlar hep taştı. İnsanlardan çok evvel yaşayan, boş küre üzerinde gelişigüzel oynayan tabiat bu dağ kovuğunda da birçok karalamalar bırakmıştı. Şurada yarım kalmış taştan bir boynuz, beride belirsiz bir hayvan resmi, ötede -on binlerce sene sonra yetişecek sanatkârlara örnek olabilecek kadar zarif- bir avize sallanıyordu. Binbir mevzu üzerinde sınayışlar yapan o ezelî ve ebedî çocuk, bütün bu yarım eserleri bu taş duvarlara ve tavanlara hangi çivi ile asmıştı veya hangi tutkalla yapıştırmıştı, belli değildi. Fakat onlar, bir dağın ağırlığı ve asırların adımları altında işte sapasağlam duruyorlardı. Moğol peygamberinin yuvasını süslüyorlardı.

      Taş odanın döşemesi de sahibinin kılığını andırıyordu, yok denilecek bir derecede idi: Bakır bir kazan, birkaç kürk ve keçe parçası!..

      Ulu Gökçe işte bu dekor içinde sarışın misafirini kabul etti, altına bir keçe koyarak oturttu, kendisi de taştan bir iskemleye ilişti.

      “Temuçin!” dedi. “Benimle kavgaya mı geldin?

      “Evet. Sana kırgınım, içten kızgınım!”

      “Niçin?”

      “Beni savaş yerinde atsız kodun, karıma bile görünmeden savuştun.”

      “Başka?”

      “Bütün söylediklerin de ters çıktı. Yersularımız, civilerimiz, (ilahlar, ilaheler demektir) Naymanların ve Merkitlerin yersularını, civilerini alt ettiler, sen de onların çerisini yeneceksin, ordularını bozacaksın, dedin. Savaş yerinde iş ters oldu, bizim ordu bozuldu, üstelik Börta Fuçin de elden çıktı, tutsak olup gitti.”

      Ulu Gökçe uzun ve kirli saçlarını bir el darbesiyle çıplak omuzlarına attı.

      “Dinle Temuçin!” dedi. “İyi dinle. Ben ne at uğrusuyum (hırsız demek) ne yalancı. Atını alıp savuşmuşsam bunu, seni kaçmaktan korumak için yaptım.”

      “Beni kaçmaktan korumak için mi?”

      “Evet!..”

      “Gülünç konuşuyorsun Gökçe. Ben kaçmayayım, kaçamayayım diye sen kaçıyorsun. Bu da bana bir iyilik oluyor, değil mi?”

      “Öyle bir iyilik ki bunu öz kardeşin de sana yapamazdı. Sözümü kesmezsen anlatırım, sen de inanırsın.”

      “İnanır mıyım, güler miyim bunu sonra görürüz. Hele söyle.”

      “Ben, savaşın biçimsizliğini görür görmez ilkin seni düşündüm, yan gözle yüzüne baktım. Bu yüz, soluktu. Demek ki için bozuktu. Belki savaşı değil, arkadaki karını düşünüyordun. Ben bunu sezince seni kaçamayacak bir hâle koymayı tasarladım, atını alıp savuştum. Sen, atsız kaldığın ve yaya koşup karını kurtaramayacağın için ister istemez düşmanlara saldırdın. İşte bu saldırıştır ki seni dosta da düşmana da biraz daha yüksek tanıttı. Şimdi Moğollar gibi Naymanlar da Merkitler de senin yiğitliğini övüyorlar, adını saygı ile anıyorlar.”

      “Atımı öldüreydin, yanımda kalaydın.”

      “Bu düşünce de yanlış. Ben yanında kalaydım tutulurdum. Çünkü senin gibi kılıç eri değilim.”

      “Beni de öldüremezler miydi, tutup ipe vurmazlar mıydı?”

      “Seni öldürürlerse yerine geçecek kardeşlerin var. Ben ölürsem yerim boş kalır. Tutsaklık işi de öyle. Seni yakalasalardı biz çalışırdık, düzen kurardık, savaş yapardık, er geç seni kurtarırdık. Benim için kim çarpışacak?”

      “Demek ki sen, kendini benden üstün tutuyorsun, kılına ilişilmemesini istiyorsun. İşte ben buna kızıyorum.”

      “Sana benim Tanrı ile konuştuğumu, bu yurt için bir ışık olduğumu söylemeyeceğim. Bilirim ki inanmazsın. Gücenirsem, kızarsam atlarınıza sakağı, itlerinize uyuzluk, çocuklarınıza sıtma yağdıracağımı da söylemeyeceğim. Çünkü inanmazsın. Fakat bir şey söyleyeceğim, buna, adının Temuçin olduğuna inandığın kadar inanmalısın.”

      “Nedir bu söz?”

      “Sen, bensiz sürünürsün!”

      “Anlamadım Gökçe. Bir daha söyle.”

      “Ben senin için temiz bir kan, alevli bir can gibiyim. Ben aradan çıkayım, sen damarları boşalmış leşe dönersin, kaskatı kalırsın.”

      “Neden?”

      “Çünkü sen bir şeyler yapmak, yeryüzünde ululaşmak, dört bucağa ün salmak istiyorsun. İçinde bir şeyler kaynıyor, kafanda bir şeyler dolaşıyor. Gün oluyor: Kabın kabına sığmıyor. Gün oluyor: Üzerinde at oynattığın yerler sana dar geliyor. Genişlemek, şişmek, coşup taşmak ve gözlerin görmediği, kulakların duymadığı ülkelere ulaşmak istiyorsun. Fakat?..”

      “Ey, susma, söyle.”

      “Fakat bilgin kıt. Ne geçmişi biliyorsun ne geleceği. Onun için durduğun yerde sayıyorsun, ileri gidemiyorsun. Süt emer taylar kocamış aygır olsa, beşikteki çocuklar döl verse gene yerinde sayacaksın. Taşıdığın dilekler ağu olup içini kemirecek, düşlerin gözünü yakacak. Gene sen, istediğin gibi ünlenemeyeceksin.”

      “Sana bel bağlarsam?”

      “O vakit iş değişecek, her şey değişecek, hatta dünya değişecek.”

      “Bugün gene gökten sana at gönderilmiş olacak. Çünkü yüksekten atıyorsun, şu karanlık ininden güneşler söndürüyorsun. Bari düşündüklerini açık söyle de biraz güleyim, tasamı azaltmış olayım.”

      “Gül, fakat inan!.. Sen, bensiz acınacak bir topal gibisin. Benim öğütlerimle ayağın sağa çıkacaktır.”

      “Bana nasıl yardım edeceksin? Yağmur taşıyla mı, büğü davuluyla mı, uydurma tansuklarınla mı, yoksa şu uzun saçlarınla mı?”

      “Aklımla!..”

      “Aklın o kadar engin mi?”

      “Engin olmasa on binlerce kişi bana tapınmazdı, kendini beğenen Temuçin de uykusunu bozup yanıma gelmezdi!”

Скачать книгу