Hâristan. Ahmet Hikmet Müftüoğlu

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Hâristan - Ahmet Hikmet Müftüoğlu страница 10

Жанр:
Серия:
Издательство:
Hâristan - Ahmet Hikmet Müftüoğlu

Скачать книгу

için bir çare arıyordu. Mihriban bu dakika nefsinde şedîd bir kıskançlık duymuyordu. Yalnız hakikate muttali olmak, niçin, neden, nasıl aldatıldığını bilmek istiyordu. Hâlâ o, kocasını ciddi, menfaatsiz, ihtiyatsız bir hürmet-i amîka ile seviyordu. Bu mektup, bu şarkı aşkını rahnedâr etmekten ziyade, izzet-i nefsine dokunuyordu. Ve tekmil mesuliyeti Hamra’ya atfederek saf ve pakize kocasını ızlale sebeb, bu kadının sahte işveleri olduğuna karar verince, dimağı zehr-âlud tasmimler kahhar fikirlerle dolarak, bütün âmâl-i müz’icesini birden icra için bir karar-ı âni vereceği sırada; za’f ü aczinin hayluletini teferrüs ile ağlamaya başlıyordu. Rekabet-i sevda bir tıfl-ı muhabbettir ki validesini zehirleyen bir yılan yavrusuna benzer. Mihriban böyle bir kasd ve bir emel neticesiyle, sırf bir sevk-i tabiî-i neseviyetle kimsesizliğin, çaresizliğin en ziyade hissolunduğu karanlık ve sessiz gecelerde böyle metrukiyet-i aşkıyla zehirlene zehirlene, itidalini kaybediyordu.

      Neriman karısını avutmak için bulduğu fena bir tedbire müracaatla daima süslenip gezmesini dermiyan eylediği zaman, Mihriban kocasının yüzüne gözlerini dikip ağlamaktan başka bir şey yapamıyordu.

      Artık Mihriban kocasının her hâlini, her hareketini, her sözünü sıkı bir tecessüs altında tutuyor, kocasının ağzından bir kelime kapıp bütün bütün zehirlenmek için uyumuyor ve onu tefahhuslarıyla izaç etmekten çekinmiyordu. Ceplerini karıştırıyor, kâğıtlarına bakıyor, gözlerinde geçmiş bir hatıranın izlerini araştırıyordu. Ve daima muvaffak oluyordu. Kâh Neriman’ın cebinde bulunmuş bir çiçek onu ağlatıyor, kâh uykusunun arasında işittiği yarı anlaşılır bir sayıklama onu öldürüyordu… Günler geçtikçe kocasının muamelesi değişiyordu. Hatta Hamra ile Kamra’nın, kendisine görünmesine müsaade etmediğinden dolayı zevci küçük mücadeleler bile çıkarıyordu. Mihriban biliyordu ki zevci, validesinden sergüzeştlerini saklamaya lüzum görmedikten maada, kayınvalidesi olacak bu merhametsiz kadından teşvik bile görüyordu. Mihriban bu azaplar altında kıvrandıkça, itidâl-i ahlakı da sarsılıyordu. Bir kitapta okumuştu ki: “Kimseyi kıskandırmak istemeyenler kıskandırılırlar.” Düşünüyordu. “İşte bir doğru söz, ben de Neriman’dan evvel başlamış olaydım. Mademki o iktidar bende de var.”

      Şimdi bu vesvese gittikçe tezayüd ve terakki ediyor. Evet, onu mademki kocası sevmiyordu… Lakin onun sevilmeye ihtiyacı vardı. Metruke fakat niçin? Maşuka olamaz mı? Mademki her zaman yaşam devam etmeyecek, her zaman gençlik ele geçmeyecekti! Neriman, sevgili Neriman, işte onu düşünmüyor, onu aldatıyordu. Hem aldatmakla beraber, bütün ezvak-ı muzlime-i hayatın kapılarını eliyle açıp ona sapa bir yol gösteriyordu. Evde unutulmuş, aldatılmış makhûr yaşamaktansa velev gözyaşlarıyla irvâ’ ederek, hayatında bir gülzâr-ı hatırat tarh edemez miydi? Evde, mesela şu karşıki köşkte, her zaman kendisine yiyecek gibi mütehassirâne bakan sarı bıyıklı genci, bir nazra-i teşvik ile teshîr ederek, onun bir mabude-i yegânesi olmak hissiyle mütelezziz olarak, muvakkaten olsun, şu hicran yaralarını tedavi edemez miydi? Gizli, müessir bir intikam hissiyle inşirah edemez miydi? Niçin kocasına hayatını tevdi etti? Yaşamak, bir aile teşkil etmek, mesut olmak, sevilmek, öpülmek, takdir olunmak için değil mi? İşte ben bugün rabıtalar kâmilen bitmişti. Zevci şimdi bir diğerinin, mesudiyetini ikmal ediyordu. Bir başkasını seviyor, bir başkasını öpüyordu. Bu hâlde kendisine ne kaldı? İnsanlıkta sevilmeye, takdir olunmaya ait bir sevk-i tabii vardır. Yaşadıkça, öldükten sonra unutulmak endişesi, bizi meyus etmeye kâfi iken, hayatta iken unutulduğumuza vâkıf olmak, sevilmeyip terk olunduğumuzu anlamak bizi çıldırtmaz mı? Zannediyorum ki bütün serair-i encamı meçhul kalmış intiharların sebebi, sevdikleri tarafından unutulmak felaketinden münbais olmak lazım gelir. Rabıtasız, bir iz bırakmadan takib-i hayat faydasız bir ömür, kimseyi meşgul edemeden yaşamak işte bahusus güzel kadınlara çılgın bir yeis verecek bir azaptır. Evet, şimdi Mihriban ölüverse kocası ve Hamra sevinecekler ve “Oh, bu engel bertaraf oldu. Artık birbirimize kaldık.” diyecekler.

      Mihriban bütün muhakemat-ı dûr ü dıraz neticesinde, uykusuz, emelsiz, kimsesiz gecelerin fısıltılarıyla şimdi gönlünde doğan ve yavaş yavaş büyüyen tabii bir sevk-i hisse, feth ü zabt-ı kulûp hissine temayül etmişti. Artık o da sevmese bile, sevdirmek için, mesela ufak bir nigâh, gizli bir tebessüm ile mümkün olabilecek, samimi çarelere teşebbüs edecekti. Bu suretle hem kendisini düşündürtecek ve hem de intikamını almış bulunmak lezzetiyle şâdgâm olacaktı… Ve kendi aczinden istifade eden kocasının yüzüne müsterih ve mutmain, istihzah bakışlar fırlatacaktı.

      Sefaletle geçen izdivacının daha ikinci senesinde, bu kadının kalbinde intikam için -dürüşt, kıymet-nâşinâs zevcine karşı- bir heves ve erkeklerden aldığını yine erkeklere vermek üzere onların fevkinde, onlardan büyük görünmek hevesi doğmaya başladı.

      Birinci hatveyi attı. O genç için hazırladığı tebessümü tevdi etti. Genç tarafından takip olundu. O yabancının boynunu büktüğünü ve merhamet talebini ima eder bir vaziyet aldığını bu kalbini yırtan çarpıntılarla temaşa etti ve bu sırada etrafında Neriman’ı, gafil vefasız kocasını aradı. Ona bu levhayı gösterecek ve diyecekti ki: “O kadının ayağına kapandığını ben hoş göreyim fakat şu, bana boynunu büken gencin de benim ayağıma kapandığını, sen hoş gör. Neriman! Sen o kadını öptükçe, ben de buna güleyim, olmaz mı? Bu mukaveleye razı olacak mısın? Şimdi bu levhayı yüreğin titremeden, kanın galeyan etmeden temaşa edecek misin?”

      Fakat kocası bu feci levhadan ürkmesin. Ya masum kızları mürur-ı zamanla televvüs edip, bu iki levhanın huzurunda paymâl olan istikbaline ağlayarak müsebbiblerine lanet etmeyecek mi?

      Mihriban dimağında bu sarsar-ı izmihlalin feveranını hissederek odasına çıktığı sırada, “Nineciğim buradayım ben!” diyen kızını, ağlaya ağlaya kucakladı. Yok o, bu yoldan bir intikamın, edna bir mukabelenin ehli değildi. Mihriban her ihtimale mukavemet göstermekle, belki kocasını irşada muvaffak olacaktı ve bunu ümit ediyordu.

      Artık karar vermişti; bütün istihzalı, haksız tahtıelere sabırla mukabele ediyordu. Her gece Neriman bir bahane bulup Hamra’nın güzelliğinden, hüsn-i tabiatından, güzel giyinişinden ve pencerenin altından dinlediği piyanosundan bahsediyordu. Bu bahisler arasında Neriman: “Mihriban mezuniyet verse onu da nikâh ederdim ve piyanosuyla bizi eğlendirirdi.” teklifini birkaç defa tekrar ettiği hâlde karısından gözyaşları dışında başka bir cevap alamadı. Bir gün Hamra’yı sevdiğini de itiraf etti ve “Ne yapayım Mihriban?” dedi. “O kadının hayali karşısında bütün metanetimi kaybediyordum.” Bu itiraflar aynı serzenişlerle tekrar ediyordu. Mihriban o zayıf hastaya benziyordu ki vereme müptela olduğundan katiyen emin ve birkaç gün sonra solup öleceğinden haberdar olmakla beraber, yine hayatı her zamankinden ziyade sever ve herkesten ziyade ati hakkında ümitler beslerdi. Şimdi bu kadın da kocasını vefasızlıklarına mukabil belki her zamandan ziyade seviyordu ve onun kadınlığı ezen eziyetlerini, bir dakika sonra unutacak ve afv edecek bir hal-i esarete gelmişti.

      Temmuz içinde bir mehtap gecesi… Neriman geç gelmişti. Karısının muavenetini talep etmeden soyundu. Yatağına girdi.

      Sabaha kadar uykusunun arasında “Hamra, Hamra!” feryadıyla sayıkladı. Mihriban da kocasının bu öldürücü, çılgın efganlarını işitip bütün gece kendi kendisine ağladı, ağladı, ağladı…

      Sabahleyin Mihriban kocasını giyinmiş buldu. Artık Neriman karısının ayaklarına düşmüş ve “Bir şey teklif edeceğim Mihriban.” diyordu. “Benim hayatımı sen kurtaracaksın, ölüyorum. Teklifim, sana belki güç gelecek. Lakin bana merhamet et! Bundan sonra senin her zamandan

Скачать книгу