Hâristan. Ahmet Hikmet Müftüoğlu

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Hâristan - Ahmet Hikmet Müftüoğlu страница 9

Жанр:
Серия:
Издательство:
Hâristan - Ahmet Hikmet Müftüoğlu

Скачать книгу

hâlde…”

      “Ondan şimdi bana bahsetmeyiniz efendim.”

      Daima yürüyorlardı. Sık ağaçlı bir tepeye geldiler. Hamra ilave etti:

      “Lakin hareminiz değil mi? Onu yalnız köşte bırakıp bize ne söylemeye geldiniz?”

      “Sizin aşkınızın beni öldüreceğini söylemeye geldim.”

      Hamra bu defa artık bütün kuvvetiyle gülüyordu ve:

      “Oh! Aşk, sevda, muhabbet, sevmek; ne yıpranmış, kullanılmış, pörsümüş lakırdılar. Bâhusûs sizin gibi bir evli adamın ağzından bunları işitmek…”

      “Sizi seviyorum, çıldırasıya seviyorum!”

      “Hareminizi sevmiyor musunuz?”

      “Size perestiş ediyorum!”

      “Lakin siz Mihriban’ın kocasısınız!”

      “Sizin kölenizim!”

      “Niçin?”

      “Sizi ölmek için seviyorum!”

      “Peki fakat o bu sözlerinizi duyarsa…”

      “O duyarsa her şeye hazırım. Fakat siz aşkımı, beni kahredecek aşkımı reddederseniz ölürüm, yaşamam. Beni kurtarın; karşınızda gördüğünüz şu Neriman ruhsuz bir vücuttur, onun ruhu şu gül rengi avucunuzun içindedir.”

      “Fakat sizin için, onu sevdi de aldı.” diyorlar.

      “Size perestiş ediyorum, beni reddetmeyiniz. Eğer aşkımın şiddetini bilseniz siz…”

      “Zevcenizi düşününüz!”

      “Ona malik olmayaydım, size memluk olmayacaktım. Ruh vardır ki nısfı başkasındadır. Onlar yekdiğerleriyle ikmal olunmak için yaratılmışlardır. Biri diğerini karanlıklar, hüsranlar içinde arar; doğan kamere sorar… Bir hıram-ı mevzunun ahengine sorar… Bir kumaşın feşâfeşine sorar… İpek saçların kıvrıklarında arar… Mesut handelerin titreyen elhânında, mağmum giryelerin sükûtunda arar… Bir şemsiyenin esmer semasında arar… Bakışların mânâ-yı serâirinde arar… Eşini arayan bir kumru gibi onu her yerde, her an gönlüyle arar… Aklıyla arar… Hayaliyle arar… Hissiyle arar… Yoruluncaya kadar, ölünceye kadar arar; bulmadan ölürse mahrum-ı saadet; gülmeden, yaşamadan bedbaht olur. Bulursa benim gibi, her mâniayı çiğneyerek, bir inzicâb-ı tabii ile müştakına kavuşmak ister. Ben sizin, yalnız sizin için yaratılmışım. Hayatımı ikmal ediniz. Ben sizsiz yaşayamam. Sizin şu narin libasınızdan yayılan rayiha benim ruhumdur… Saçlarınızın rengi benim ruhumdur… Harmaninizin katmerleri benim ruhumdur… Şu küçücük ayaklar benim ruhumdur… Bütün handeleriniz, düşünceleriniz, ümitleriniz, şuhluklarınız benim ruhumdur. Ben yalnız sizin için yaratılmışım. Hayatımı ikmal ediniz, sizsiz yaşayamam…”

      “Neriman Bey coştu ve ben üşüdüm. Hemşire artık gidelim.”

      Şimdi Neriman bir buhran-ı mahmum içinde meftur ve perişan ağlıyor ve galeyan-ı hiss-i şegafla dumanlanan gözleri harekâtının gulüvv-i vacidini görmüyordu. Sözlerinin şuh kadın üzerindeki tesirini anlamak istemiyordu. Mühlik bir sevda ile sevdiği Hamra’nın karşısında, bütün râz-ı derûnunu döke döke yalvarmak ve böylece terk-i hayat etmek hiss-i elîmiyle medhuş idi. Hamra’nın hemşiresiyle bütün bu figanların buhran-ı perişanından ürkmüş gibi firar ettiklerini görünce, onları alıkoymak ve ayaklarına kapanmak istediği zaman, onlar köşkün kapısını Neriman’ın gözyaşlarına karşı kapamışlardı bile…

      Hamra hemen odasına giderek mantosunu, baş örtüsünü başından fırlatıp “Oh Rabbi’m! Ne vaka, ne vaka!” diyordu. Ya Mihriban duyarsa, işte o zaman bu mudhike, bir faciaya dönecek. Birçok güftügû olacak. İki aile er-kânı birbirine girecek. Sonra hadise Ada’ya, Boğaziçi’ne, İstanbul’a işâa olunacak. Bütün dostlar duyacak. Her yerde kendisinden bahsolunacak. Neticede ömründe bir defa daha eğlenmiş olacak… Lakin Neriman’ın aşkı, çılgın, mütecâsir bir aşk ise; ya zevcesini bırakıp kendisini almaya kalkarsa… Kalkarsa, “Otur yavrum.” diyebilecek mi?

      Hamra kalktı, sedefli, sekiz köşeli bir iskemle üstünde yarı açık duran sigara paketinden eğildi, bir sigara aldı. Kibriti çakarak uzanmış dudakları arasında sıkışan sigarayı, iki küçük alev darbesiyle acele yaktı ve kibriti söndürmeyerek endam aynasının civarında duran, üçüzlü bir şamdanı yaktı. Şimdi bir ufk-ı revnakdarın bir köşesine benzeyen, iri aynadan in’ikâs eden şuleler, pembe döşemeli bu odanın içini, bir şafak bulutu güzergâhına benzetti. Ucu, iri dudaklarının içine gömülen sigarayı leziz bir iştiha ile içerken, aynanın önüne geçti. Durdu. Saçlarının -o tabire gelmeyen; sonbahar sabahlarında esen kuru rüzgâr ile kavrulmuş, yanmış yaprakların kırmızıyı andıran rengine benzeyen saçlarının- leyyin taravetini, çehresinin pembe rengini, gözlerinin işveler ihtira eden bakışlarını temaşa ederken, “Pek hoş, pek hoş!” itirafını ima eder bir vaziyetle, aks-i endamına, küçük bir hande-i takdir ve başıyla bir temenna-yı aşinaî yolladı. Beyaz kusursuz dişleriyle baktı, bol yenli kollarını kaldırarak bağteten üryan olan bileklerini tetkik etti. Ellerini kalçalarına dayayarak ve yan tarafa temayül edip bir tavr-ı meshurâne ile boyunu, belini, boynunu süzdü, süzdü… Şimdi düşünüyordu: “Hayır Mihriban, maksadım seni üzmek, azametine basıp yükselerek kibrinin nasıl kırıldığını görmek, Hamra’yı çekememenin, Hamra’yı rast geldiğine çekiştirmenin cezasını tertip edivermek… İşte bu oyun bu kadarla bitecek. Neriman! Sen de yırtınma, bu vücuda sahip olmak liyakatini henüz kimsede görmüyorum… Gözyaşlarına acıyorum… Fakat…”

      Evet, samimiyetle akan yaşlar hiçbir zaman tesirsiz olamazlar. Bu katrelerin düştüğü zemin, ne derece çorak olsa yine orada küçük bir nihal-i şefkat belirmek ihtimali vardır. Hamra’nın üzerinde bu dakika Neriman’ın gözyaşlarının bir tesiri vardı. Lakin bu tesir o yaşların kurumasıyla beraber zail olacak derece muvakkat olabilir.

      Hamra soyunup yatağa girdiği sırada, bugünkü geçen dakikalarının kendini memnun ettiğinden dudaklarında, gözlerinde bir ibtisam-ı meserret uçuyordu.

***

      Bu ikinci mektuptu ki Mihriban kocasının cebinde bulup okuyor, demek ki şimdi kocasının gönlü tamamıyla Hamra’da… O, hayatı beyhude olan, fazla duran bir bedbaht, bir kimsesiz… Şu dakika ölse kimse ona acımayacak hatta Neriman sevinecek, Hamra sevinecek. Ömrü onlar için bir bâr-ı girân. Neriman, kendisiyle bir aydan beri lakırdı bile etmeye temayül etmezken, ona şarkılar tanzim ediyormuş. Şimdiye kadar lisanından bir manzum söz işitmemiş iken bu kadının aşkıyla Neriman şair olmuş:

      Hande-i gül-rû-yı letafetsiniz;

      Nursunuz ruh-i muhabbetsiniz;

      Âlihe-i arş-ı melâhatsiniz;

      Âfet-i hengam-ı şebâbetsiniz!

      Etmiş idi lütfunuz ihya beni;

      Öldürüyor, şimdi o hülya beni;

      Korkutuyor ah! Bu sevda beni.

      Korkulacak mertebe afetsiniz!

      Bilmem kaçıncı defadır, Mihriban

Скачать книгу