Ordusunu Arayan Kumandan. Lütfü Şehsuvaroğlu

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Ordusunu Arayan Kumandan - Lütfü Şehsuvaroğlu страница 20

Жанр:
Серия:
Издательство:
Ordusunu Arayan Kumandan - Lütfü Şehsuvaroğlu

Скачать книгу

align="left">

3

Baudelaire, Türk edebiyatında Tevfik Fikret’ten başlayarak birçok şairi etkilemiştir. Bunlar arasında Cenab Şahabeddin, Ahmet Haşim, Yahya Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar, Necip Fazıl başta gelenlerdir. Fakat Türk Bodler’i olarak anılan hafakanlar şairi Necip Fazıl olmuştur. Sabahatin Ali, “İçimizdeki Şeytan” adlı romanında Bodler tesirini açıkça yazmaktadır. Bodler’in Türk şiirine etkisi üzerine yapılan bir araştırma, Fransız şairin Türk şairleri üzerine etkisinin umulandan fazla olduğunu ortaya koymaktadır. Bodler’in “Yapma Cennetler”inin nimetleri ve “Şer Çiçekleri” ile Babıali şairleri bütün ömürleri boyunca hemhal olmuşlardır.

Bodler’in “Çalar Saat”i, Necip Fazıl’ın “Geçen Dakikalarım” şiiriyle benzeşmektedir. Bodler’in “Öğlen Sonrasının Şarkısı” şiiriyle de Necip Fazıl’ın “Kadın Bacakları” adlı şiiri örtüşmektedir. “Necip Fazıl neredeyse Baudelaire’in bu manzumede kullandığı kelime dağarcığını aynen kullanır. Kadın tıpkı Baudelaire’in şiirinde olduğu gibi ‘tapınılacak’ bir fetiş, kutsal ögedir. Baudelaire, ‘Nasıl rahip tapıyorsa putuna / Ben de öyle sofu, tapmışım sana.’ dizeleri ile metresine olan ‘büyük’ ihtirasını dinî motiflerle dile getirmişti. Necip Fazıl da ‘Boynuma doladığım güzel putu görseler / İnsanlar öğrenirdi neye tapacağını.’ der.” Bodler’in “Hortlak” şiiri ile Necip Fazıl’ın “Bekleyen” şiiri aynı konuyu ele alır. Hortlak, canavar olmuştur. Necip Fazıl’la Bodler arasındaki benzerlik o kadardır ki Üstad’ın “Kaldırımlar”da gezdiği şehir sokakları İstanbul’dan çok Paris’tir. ‘Baudelaire’in bu şehirli dikkati ne yazık ki Necip Fazıl’da bile Paris’te tecelli etmiştir. Bu bakımdan şairin gezdiği sokaklar / kaldırımlar İstanbul değil, fenerlerin iki yanından bir sel gibi aktığı Paris sokakları / kaldırımlarıdır.” (Ali İhsan Kolcu, Albatros’un Gölgesi – “Baudelaire’in Türk Şiirine Tesiri Üzerine Bir İnceleme”, Akçağ Yayınevi, Ankara 2002, s. 275-335)

4

Meşhur Muhsin Ertuğrul’un sahneye koyduğu ve oynadığı “Bir Adam Yaratmak” adlı eser, büyük ilgi görmesine rağmen diğer eserlere de aynı ilginin gösterildiğini söylemek zordur. Bütün oyunlarındaki kahramanlar; “Tohum”da Ferhad Bey; “Bir Adam Yaratmak”ta Hüsrev; gerçekte Necip Fazıl’ı temsil ediyorlardır ve Üstad’ın şairliği, tiyatro yazarlığı, senaristliği, romancılığı, hatta konferansları birbirinden ayrılmaz. “…Üstad’ın bütün eserlerini, şairliğinden tecrid ederek incelemenin ne imkânı ne de yararı vardır. Çünkü onun eserleri bir bütündür. Daha doğrusu o, eserleri, üslup özellikleri ve fikri ile bir bütündür. Eserlerinin hepsi, aynı manevi duygu potasında erimiş, aynı üstün üslup nakışı ile işlenmiş ve hepsi birbirini tamamlayarak bütünü oluşturmuşlardır.” (Osman Nuri Ekiz ve ark., “Necip Fazıl Kısakürek”, Türk Klasikleri, Toker Yayınları, İstanbul 1984, s. 46)

Hafakanlar şairi ruhçu Necip Fazıl, hocam-kurtarıcım dediği Şeyh Arvasi ile karşılaştıktan sonra tiyatro, senaryo, roman, hikâye, konferans ve şiirlerini hep bir vaaz yönünü-görevini de dikkate alarak üretmiştir. Bir mülakatta ne diyor: “Tiyatro benim için içtimai davada en büyük bir vaaz kürsüsüdür. Aynı şairi her yerde bulacaksınız. İdeolocya Örgüsü’nde o şairin tefekkürü vardır. Şiir kitabında tahassüsü vardır. Tiyatro çok enteresan bir Batılı keşif… Hayat donuyor o çerçevenin içinde. Dondurulmuş bir hayat. Orada da benim davamın şahıslara, entrikaya intikal etmiş, vakıaya intikal etmiş şekli vardır. Bunlar hep sanatımın müştaklarıdır. Tıpkı petrolden çıkan müştaklar gibi…”(Meş’ale Dergisi, Sayı: 33)

“Senaristi, başoyuncusu ve yönetmeninin Necip Fazıl olduğu bir film hayal ediyorum. Bu film soyut sinemanın en güzel örneklerinden olurdu ve bu filmin senaryosu da mevcut Necip Fazıl senaryolarına hiç benzemezdi.” (Muhsin Mete, Bütün Yönleriyle Necip Fazıl Sempozyumu, TYB, 1994)

5

Bu devirde çıkan “Büyük Doğu”lar hakkında Orhan Okay Hoca şunları yazıyor: “1945-1948 arasındaki büyük boy 87 sayılık koleksiyon, bana göre, ‘Büyük Doğu’nun en zengin muhtevalı dönemi olmasının yanı sıra, siyasi yorumları, fikir yazıları, edebî mahsulleri ve zengin yazar kadrosu ile de dergi tarihimizin dikkate değer örnekleri arasına girmeye layıktır. Bunun dışında ulaştığı tiraj bugün bile magazin yayımlarının dışında pek çok derginin gıpta edeceği bir seviyede idi.” (Orhan Okay, “Silik Fotoğraflar”, Ötüken, İstanbul 2001, s. 127)

Bütün ömrü boyunca mahkemeler Necip Fazıl’ın peşini bırakmadı. Sultan-ı Şuara seçildiği gün de vefat etiği gün de mahkemeleri vardı. Fakat basın hayatında iki büyük mahkeme dikkati çeker. Biri Ahmet Emin Yalman’ın vurulmasıyla ilgili açılan Malatya Davası, diğeri de 1974’te açılan Türklüğe Hakaret Davası. Birincisinde savunması şöyleydi: “İddianame karşısında mücerred insanlık ve düşmanda bile aranan liyakat ölçüsü adına utanç duyuyorum. Bu yüzden kanunun bana verdiği her türlü müdafaa hakkımı kullanmayı, iddianameye kendi cinsinden bir üslup tavsif husumetiyle mukabele etmeyi zaaf ve küçüklük saymaktayım.” İkincisinde ise şöyle der: “Böylece sadece şahsımı değil, amme vicdanını da incitmiş olan savcıya yüce mahkemeniz ve Türk amme vicdanı önünde hicap terleri dökerek teessüf ederim.”

Necip Fazıl, hapishane hatıralarını “Yılanlı Kuyudan” adlı eserinde ebedîleştirdi. “Bizde hapishane hiçbir suçun ızdırap ve intibah yatağı değil, her suçun tam teşekkül ve tekemmül akademisidir. O bir yılanlı kuyudur ve bekçileri içine değil, yalnız kapağına hâkimdir.”

İslamiyetin şehirleri terk ettiği bir dönemde şehirli-aristokrat bir Müslüman edasıyla Anadolu gençliğini kendisine yakın bulan Üstad, mahkemeleri de davasının arenası yapmıştır. Onun davaları ile ilgili olarak Şükrü Karatepe şöyle diyor: “Necip Fazıl’ın bir numara olma özelliğini davalarında da da görüyoruz. Bu nedenle Üstad’ın davaları, yargılaması, yapılan suçtan çok kendisinin öne çıktığı bir tür gösteriye dönüşmüştür. Mahkemeler Necip Fazıl için davasını anlatacağı bir fırsatır. Kendisine yöneltilen suçlamayı reddettiği hiçbir davasında görülmemiştir. (…) Üstad, düşmanlarına karşı her zaman onları küçümseyen, değer vermeyen ve tepeden bakan bir tavır takınmıştır. Bu durum savcılara karşı da kendini gösterir. Şartlar zorlaştıkça keyiflenen, mücadele şartlarının çetinliğinden bilenen Üstad, şövalyelik ruhunun tatmini için savcılara karşı sürekli saldırı pozisyonunda olmuştur.” (Şükrü Karatepe, “Necip Fazıl Davaları”, Bütün Yönleriyle Necip Fazıl Sempozyumu, TYB, Ankara, 1994)

6

Sponsorluğunu yapan gazete veya kuruluşların dolaylı yoldan övgüsünü de yapmakla suçlanan Üstad, Türk basın tarihinde fıkra yazarı olarak, gazete ve dergi patronu olarak her bakımdan özgün bir yere sahiptir.

Şükran Kurdakul, Üstad’ın basın hayatı için şöyle yazıyor: “İlk dizisi düşün ve sanat dergisi niteliğinde olan ‘Büyük Doğu’yu (1943-1954) çıkarmaya başladıktan sonra resmî göreve girmedi. ‘Son Posta’, ‘Yeni İstanbul’ gazetelerinde fıkra yazarlığı yaptı. ‘Büyük Doğu’yu ikinci kez siyasal gazete olarak çıkardı. 1945’ten sonra tutucu zümrelerin değer saydığı konuları işleyerek tarihsel ilerleme bilincine aykırı doğrultuda yazıları kitaplarıyla çağdaş düşünce verilerinin dışında kalan yazarlar arasına katıldı. ‘Yeni Mecmua’daki (1923) ilk deneylerinden sonra ‘Millî Mecmua’ (1924-28), ‘Hayat’ (1928-29), ‘Varlık’ (1933-36), kendi yayını ‘Ağaç’ (1936) dergilerinde çıkan şiirleriyle cumhuriyet döneminde yetişen şair kuşağının en ünlülerinden biri durumuna geldi.” (Şükran Kurdakul, Şairler ve Yazarlar Sözlüğü)

7

1975’te Millî Türk Talebe Birliği tarafından, 50. Sanat Yılı jübilesi yapıldı. 1980’de ise doğumunun 75. yılında Türk Edebiyatı Vakfı tarafından “Türkçenin ya

Скачать книгу