Ordusunu Arayan Kumandan. Lütfü Şehsuvaroğlu

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Ordusunu Arayan Kumandan - Lütfü Şehsuvaroğlu страница 4

Жанр:
Серия:
Издательство:
Ordusunu Arayan Kumandan - Lütfü Şehsuvaroğlu

Скачать книгу

yaşayan Üstad, felsefe tahsili yerine bir nevi Bodler’in hafakanlar ve şiir tahsilini kendi kendine yapar. Paris’teki bohem hayatı doğrudan şiirine yansır.

      Döndüğünde şiirleri “Millî Mecmua” ve “Hayat”ta çıkmaktadır. 1925’te “Örümcek Ağı” adlı şiir kitabı yayımlandığında artık o, meşhur bir şairdir. 1928’de “Kaldırımlar” kitap hâlinde yayımlanır ve şöhretin zirvesine çıkan Necip Fazıl, “Cumhuriyet” gazetesinin Peyami Safa yönetimindeki “Sanat” sayfasında şiir ve hikâyelerini yayımlatır.

      1934, Seyyid Abdülhakim Arvasi ile şöhretli genç şairin karşılaştığı yıldır. Eyüp’teki dergâh artık bu şöhretli şair tarafından sıklıkla ziyaret edilmektedir. Artık şiir, cüce şairlerin uğraş alanıdır.

      Bu dönemeçten sonra Necip Fazıl, artık başını bir gayeye satmış kahraman gibi sokakların, hafakanların, ruh burkuntularının şiirini yazmaktan çok, gerçek bir davanın şiirini yazacaktır. Böylece sanatına bir gaye de biçmiş olur: Sanat, Allah’ı aramaktır!

      “Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış;

      Marifet bu, gerisi yalnız çelik çomakmış…”

      Yine 1934’teki karşılaşmanın hemen akabinde yazdığı şu mısralar, şairin kendini adadığı davanın, ruhunda, hiç de küçümsenmeyecek açılımlar yaptığını ortaya koymaktadır:

      “Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum;

      Gökyüzünden habersiz, uçurtma uçurmuşum…”

      1940’lardan sonra davasını bir siyasi mücadeleyle de süsleyen şair, aynı çizgiyi sürdürür:

      “Ben artık ne şairim, ne fıkra muharriri!

      Sadece, beyni zonk zonk sızlayanlardan biri!”

      Fransa ve Baudelaire genç cumhuriyetin genç şairini içine çekerken neferlerini kaldırım taşlarından yapacak olan şair, neyin peşinde olduğunu geç de olsa anlayacaktır:

      “Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış;

      Marifet bu, gerisi yalnız çelik çomakmış…”

      NECİP FAZIL’IN ŞİİRİ

      Necip Fazıl’ın şiirini başkalarının açıklaması kadar abes bir şey yoktur. O poetikasında kendi şiirini yine kendi açıklayan bir şair, aynı zamanda kendi kendisinin münekkididir. Müthiş “ben” duygusuna sahip şair, yine başkalarına fırsat vermeden “ben”ini didik didik eden, onunla uğraşan, nefsini yerden yere vurma beceresi gösteren bir nefs muhasebecisidir aynı zamanda.

      Orhan Okay, onun bu hasletini şöyle açıklar: “Cyrano de Bergerac, çok uzun olan burnuyla alay edenleri susturarak burnu hakkında en güzel hicivleri kendisi yapar ve karşısındakilere ‘Ama sizin hiçbirinize bunların tekini söyleme fırsatı vermem.’ der. Necip Fazıl da öyle.”

      Dolayısıyla Necip Fazıl’ın şiirini tahlil ederken onun “Çile”nin sonuna yerleştirdiği “Poetika”sını göz önünde bulundurmak icap eder.9

      Şiire başladığından çeyrek asır sonra şiirini bir poetika çerçevesine oturtmak, bir dünya görüşünün hizmetine koşmak ihtiyacı hissetmiştir. “Anladım işi, sanat, Allah’ı aramakmış.” mısrasında dile getirdiği gibi artık hafakanların şairi, estetik iman ve estetik çırpınışlarını, mistik imanın dingin atmosferine çekmek zarureti duyacaktır.

      Nefsi ile kaderi karşılaştıran ve önceki hayatında kaderi, nefsinin karşısında dize getiren şair; bu atmosferde, kaderin karşısında kendi nefsine diz çöktürmüştür.

      Kaldırımlar şairi meşhur oluşundaki bu şiire ebediyen sahip çıkmıştır. Nefsine diz çöktürmeyi bilen Necip Fazıl, bazı hafakan şiirlerini; poetikasının sınırlarını tespit ettiği ve Arvasi ile karşılaşması öncesi ve sonrası dönemleri birbirinden ayıran dönemeçte süzgeçten geçirmiş ve önceki hayatıyla yeni hayatını bütünleştiren tabiatına sahip çıkmıştır. Zaten başka ne yapabilirdi ki? Depreşen ruhunun çileli duyuşlarının, Allah’a yönelmede vazgeçilmez köşe taşları olduğunu nasıl inkâr edebilirdi ki?

      Necip Fazıl’ın şiirlerinde kuvvetli bir “ben” duygusu vardır.

      Sürekli içindeki “ben” ile uğraşan, zaman zaman bu “ben”e âşık olan ve zaman zaman “ben”ini başka hiçbir kimsenin yapamayacağı kadar ayaklar altına alan kaldırımlar şairi; böyle bir nefis muhasebesini ve içe dönüklüğü ancak sokaklar, hafakanlar, geceler, otel odaları, gibi unsurlarla mücehhez “Bodlervari” şiirlerle açıklayabilirdi.

      Mutlak hakikati arama işi olunca şiir, elbette ki pek çetin bir ihtisas alanı da olmaktadır ister istemez. Sadece ne yaptığını bilmesi yetmez şairin, o vakit niçin ve nasıl yaptığının da ilmine sahip olmak gerekir.

      Mutlak hakikati arama ilimde de olur, şiirde de. İlim, mutlak hakikati polis tavrıyla arar. Beldesi, mahallesi, nöbet kulübesi, geçtiği sokaklar, çaldığı kapılar, iş bölümü, vazifesi, vakti, imkânları, hülasa bütün zaman ve mekân ölçüleriyle tabak gibi açık ve meydandadır. Oysa şiir, mutlak hakikati daha cerbezeli arar. Kimi zaman fevkalade sarp ve dolambaçlı yollardan geçer; kimi zaman kestirme ve imtiyazlı yollardan.

      “Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış;

      Marifet bu, gerisi yalnız çelik çomakmış…”

      Artık şiirin konusu olan sokaklar, hafakanlar, kadınlar, ölüm, insan, daüssıla vs. sadece ona götüren birer kilometre taşlarından ibarettir. Hafakanların, gecelerin, otel odalarının, sokakların, kaldırımların şairi; iç muhasebesinde kendi kendisiyle yorucu ve bitmeyen bir uğraşın, bir dönemeçten sonra başını daha ulvi bir gayeye satarak kanatlandırıcı lezzetini duymaya başladığını düşünür.

      Fikir çilesinden sonra kavramlarındaki büyük dönüşüm, gece bir hendeğe düşercesine, gaiplerden bir ses gelerek gerçekleşecektir. “Örümcek Ağı”ndan ve “Kaldırımlar”dan sonra artık kendini açıklayacak kitap ismi: “Sonsuzluk Kervanı” ve “Çile” olmalıdır.

      “Gaiblerden bir ses geldi: Bu adam,

      Gezdirsin boşluğu ense kökünde!

      Ve uçtu tepemden birdenbire dam;

      Gök devrildi, künde üstüne künde…

      Pencereye koştum: Kızıl kıyamet!

      Dediklerin çıktı, ihtiyar bacı!

      Sonsuzluk, elinde bir mavi tülbent,

      Ok çekti yukardan, üstüme avcı.

      Ateşten zehrini tattım bu okun.

      Bir anda kül etti can elmasımı.

      Sanki burnum değdi burnuna (yok)un.

      Kustum, öz ağzımdan kafatasımı.”

      Türk Bodler’i

      “Kustum öz ağzımdan

Скачать книгу


<p>9</p>

Orhan Okay, Bütün Yönleriyle Necip Fazıl Sempozyumu, TYB, Ankara 1994.