Ordusunu Arayan Kumandan. Lütfü Şehsuvaroğlu

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Ordusunu Arayan Kumandan - Lütfü Şehsuvaroğlu страница 8

Жанр:
Серия:
Издательство:
Ordusunu Arayan Kumandan - Lütfü Şehsuvaroğlu

Скачать книгу

kaldırımların kara sevdalı eşi…”

      Ölürken erişilmeyecek bir eş hâline dönüşen kaldırımlar, bir şiirle yetinilmeyecek bir kavram olup çıkmıştır şair için. İkinci şiirde artık bir gayedir o. Bir postnişin. Onu bataktan çekip çıkaran bir mürşit. Fahişe yataklardan kaçtığında ruhunun ateşini söndürebileceği sığınak.

      “Başını bir gayeye satmış kahraman gibi,

      Etinle, kemiğinle sokakların malısın!

      Kurulup şiltesine bir tahtaravan gibi,

      Sonsuz mesafelerin üstünden aşmalısın!”

      İkisinin de ne eş ne arkadaşları vardır; sükût gibi münzevi, çığlık gibi hürdürler. Birbirini en iyi ancak ikisi anlayabilir. Kaldırımlar geceyi öyle bir hâle sokar ki gecenin kendisi bile bir kadın, bir esmer kadın olur.14

      Şehrin parçalarından biri de otel odalarıdır. Gerçekte “Şehir” bölümü ile “Ölüm” ve “Kadın” bölümleri iç içedir. Bunların hangi bariz vasfından ötürü o bölümde yer aldığı tartışma götürür.

      “Ağlayın, âşinasız, sessiz, can verenlere,

      Otel odalarında, otel odalarında!..”

      Şehir şair için hep hafakanların, yalnızlığın, kadın ve ölüm duygusunun depreştiği yerlerin yekûnudur. Şehir bölümünde yer alan “Otel Odaları” gibi “Bacalar”, “İstasyon”, “İskele”, “Sokak” şiirleri de ölüm, yalnızlık, beklenen sevgili vs. duyguların ferdîmünzevi bir şairin içe dönük eserleridir. Bu bölümde farklı olan ve şehre değerleriyle birlikte bir kimlik izafe eden; şehri İstanbul olarak ayırt eden iki büyük şiir vardır: “Canım İstanbul” ve “Karacaahmet”.

      “Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;

      Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.

      İçimde tüten şey; hava, renk, edâ, iklim;

      O benim, zaman, mekân aşıp geçmiş sevgilim.

      Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;

      Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur.

      Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale;

      Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale.

      İstanbul benim canım;

      Vatanım da vatanım…

      İstanbul,

      İstanbul…”

      Medeniyet kimliğini bu şiirde terennüm eden şair; tarih, din, müzik, mimari gibi bütün unsurlarıyla şehri tarif ederken yine de arada ölüm duygusunu ve tahlillerini ifade etmekten imtina edemez. Minareler şehadet parmağı gibi göğe yükselirken; Üsküdar’da evlerin camları her akşam batan günün yansımasıyla yangın yerine dönüp de cumbalı odalarda “Kâtibim” çalarken; ölümün yani tarihin, mezardakilerin, yaşanan hayattan daha canlı bir mahiyet arz ettiği, daha canlı unsurlar ihtiva ettiği hatırlatılır.

      “Tarihin gözleri var, surlarda delik delik;

      Servi, endamlı servi, ahirete perdelik…

      Bulutta şaha kalkmış Fatih’ten kalma kır at;

      Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat…

      Şahadet parmağıdır göğe doğru minare;

      Her nakışta o mana: Öleceğiz ne çare?

      Hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet;

      Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet…

      O manayı bul da bul!

      İlle İstanbul’da bul!

      İstanbul,

      İstanbul…”

      Ana gibi yâr olmaz, İstanbul gibi diyar; güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyardır.

      “Karacaahmet” şiirinde de hayattan daha canlı emareler taşıyan ölüm, kutlu bir müjde ve tarihten bize kalan emanetler gibi durmakta ve terk-i diyar edişte, bir ulvi diriliş umulmaktadır. Deryada sonsuzluğu fikretmeye ne zahmet! Al sana derya gibi sonsuz Karacaahmet! Sahici belde burasıdır. Bu mezarlıkta sonsuzluk duygusu vardır ve gidenlerden kalan her şey bulunmaktadır. Burasıdır varlığa geçit veren nokta. Ölüm duygusu burada ebedî gençlik hissiyatına dönüşür. Ölüler oradan yaşayanları, yaşadığını zannedenleri süzmektedir. O ölüler ki sıfırlarda rakamları bulmuşlar; fikirden kurtularak, ölümden kurtulmuşlar…

      “Söyle Karacaahmet, bu ne acıklı talih!

      Taşlarına kapanmış, ağlıyor koca tarih!”

      Şehirden kaçış tabiatadır; kıra, köye, sazdan kavala doğrudur.

      “Al eline bir değnek,

      Tırman dağlara, şöyle!

      Şehir farksız olsun tek,

      Mukavvadan bir köyle.

      Uzasan, göğe ersen,

      Cücesin şehirde sen;

      Bir dev olmak istersen,

      Dağlarda şarkı söyle!”

      Tabiat Şiirleri

      “Tabiat” bölümünün başındaki şiir. “Şehirlerin Dışından” adını taşıyor. Şair şehirden köye çağırıyor bizi. Bu çağrı, senaryolarında, tiyatrolarında da var.

      “Kalk arkadaş, gidelim!

      Dereler yoldaşımız,

      Dağlar omuzdaşımız,

      Dünyayı seyredelim,

      Şehirlerin dışından.”

      Gerçek renkler, kokular, ilişkiler, gerçek hayat, şehirlerin dışındadır. “Hayat neymiş görürsün!” diyen şair, şehirdeki kölelerin esaret hayatı sürdüğü kanısındadır. “Bırak keyfini sürsün, şehirlerin, köleler!”

      “Kalk arkadaş, gidelim!

      İnsanın unuttuğu

      Allah’ı zikredelim;

      Gül ve sümbül hırkamız,

      Sular, kuşlar, halkamız…”

      1926’da yazılan bu şiir, Anadolucu felsefenin şairi doğrudan etkilediği sonucunu çıkarmaktadır. Arvasi Hazretleri’yle buluşmasından çok öncesine ait olan bu şiirde de Allah zikredilmektedir ve Anadolucu bir çizgi terennüm edilmektedir. İlk dönemlerinde şairde hafakanlı, şehrin vesvesesi ve velvelesinin ağır bastığı şiirler yanında; tabiata yönelik Anadolu halk şiiri ile felsefesini buluşturan şiirler de şairin estetik dünyasını şekillendirmektedir.

      Su şiirleri de Üstad’ın fikriyatını ortaya koyan küçük ama önemli şiirlerdir. Beyitler hâlinde 1980’de yazılmış sekiz adet şiirdir. “Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış.” diyen ve poetikasının nirengi noktasına “Mutlak Sanatkâr için sanat”ı koyan şairin, varlıkların en ebedîsi olan “su”yu bulması, ölümüne yakın olmuştur. Cennetteki nurlu kevser, şaheser bir arıtandır.

      “Kâinatta ne varsa suda yaşadı önce;

      Üstümüzden

Скачать книгу


<p>14</p>

“Bir esmer kadındır ki kaldırımlarda gece / Vecd içinde başı dik hayâlini sürükler.” mısralarıyla başlayan 3. “Kaldırımlar” şiiri.