Ordusunu Arayan Kumandan. Lütfü Şehsuvaroğlu

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Ordusunu Arayan Kumandan - Lütfü Şehsuvaroğlu страница 9

Жанр:
Серия:
Издательство:
Ordusunu Arayan Kumandan - Lütfü Şehsuvaroğlu

Скачать книгу

ve zikir, ahenk, şırıltı bize ilahi bir beste olarak insanın sorumluluğunu hatırlatır. Eşyayı ve insanı kemiren paslardan kurtulabilmek için suya ihtiyaç duyulmaktadır. Su, yerde kire battığında buluta çıkar ve temizlenir. Bu eşsiz devinim, tabiatın özü, bu sirkülasyon suyun şekil-üstü bir ruh olduğunu hatırlatır. Suyun rengi bütün renklerin fevkinde ve bileşimindedir. Su duadır; su yakarıştır, berraklıktır, safiyettir. Su medeniyeti, aynı zamanda şiir medeniyetidir. Türk, İslam veya Osmanlı medeniyeti gerçekte bir su ve şiir medeniyetidir.

      Necip Fazıl’ın Şiirinde Kadın

      Kadın şiirleri Üstad’ın şiir dünyasında özel bir yere sahiptir. Kadın üzerine yazılan birçok şiir ne yazık ki reddedilmiş; ilk dönemlere ait bazı şiirlere ise sahip çıkılmıştır.

      “Ne hasta bekler sabahı,

      Ne taze ölüyü mezar,

      Ne de şeytan bir günahı,

      Seni beklediğim kadar.

      Geçti istemem gelmeni,

      Yokluğunda buldum seni;

      Bırak vehmimde gölgeni,

      Gelme artık neye yarar?”

      Kadın şiirlerinde Necip Fazıl’ın en gizemli duyuşları bulunur; onun en güzel şiirleri kadın konusundaki şiirleridir. Zira kadın bir fikirdir. Onda, ölüm duygusu, çile, kahır, yalnızlık, hayal, rüya, şehir, şeytan, nefs, hasta, beden, haykırış, korku, hafakan, daüssıla, cinsellik, tereddüt, vuslat vs gibi çok zengin duyuş ve kavramlar yer alır.

      “Bekleyen” şiirinde şehir, ölüm ve diğerleri baskın kavramlardır.

      “Sen kaçan bir ürkek ceylânsın dağda,

      Ben peşine düşmüş bir canavarım!

      İstersen dünyayı çağır imdada;

      Sen varsın dünyada, bir de ben varım!

      Seni korkutacak geçtiğin yollar,

      Arkandan gelecek hep ayak sesim.

      Sarıp vücudunu belirsiz kollar,

      Enseni yakacak ateş nefesim.

      Kimsesiz odanda kış geceleri,

      İçin ürperdiği demler beni an!

      De ki: Odur sarsan pencereleri,

      De ki: Rüzgâr değil, odur haykıran!

      Göğsümden havaya kattığım zehir,

      Solduracak bir gül gibi ömrünü,

      Kaçıp dolaşsan da sen şehir şehir,

      Bana kalacaksın yine son günü.

      Ölürsün… Kapanır yollar geriye;

      Ben mezarla sırdaş olur, beklerim.

      Varılmaz hayale işaret diye,

      Toprağında bir taş olur, beklerim…”

      Kadın elde tutulamayan, yitip gidecek olandır. Zaten erişilmiş olsa bu fikrin bir anlamı olur muydu? Küçük yaşta kaybettiği kız kardeşi, hep öleceği korkusuyla üzerine titrediği annesi (“Korku” bölümünde yer alan “Vehim” adlı şiirinde: “Her gün elim tokmakta / Bir ân irkiliyorum: / Annem belki yatakta, / Annem belki toprakta.” demektedir.), kimi zaman buldum zannettiği sevgilisi ve küçüklüğünde yaşadığı konakta birer tarih, kimlik, milliyet sembolü olan kadın silüetleri ve davranış biçimleri, hep Üstad’ın değerler dünyasında zengin sembollerin sentezi bir fikir mahiyetindedir. Kadın şehirde kaybolacağı endişesiyle hassasiyetle muhafaza edilmeye çalışılan ama ölüm veya kaçışla ayrı düşülecek bir değerdir.

      “Dönemeç” şiirinde de ılık bir havada, kalabalık bir caddede, sokağın köşesinden sapıveren ve şehirde kaybolan kadın ölecek ve bir tabut içinde gidecektir. Kadın bir kalıp değil, bir fikirdir; çölde kaçan bir seraptır, en yakınken en uzaktır, bir timsal, bir misal, bir visal; Allah’a götüren bir vasıtadır.

      1923 yılında yazdığı “Veda” şiiri, en güzel aşk şiirleri arasına girmiş ve birkaç defa bestelenmiştir.

      “Elimde, sükûtun nabzını dinle,

      Dinle de gönlümü alıver gitsin!

      Saçlarımdan tutup, kor gözlerinle,

      Yaşlı gözlerime dalıver gitsin!

      Yürü, gölgen seni uğurlamakta,

      Küçülüp küçülüp kaybol ırakta,

      Yolu tam dönerken arkana bak da,

      Köşede bir lâhza kalıver gitsin!

      Ümidim yılların seline düştü,

      Saçının en titrek teline düştü,

      Kuru bir yaprak gibi eline düştü,

      İstersen rüzgâra salıver gitsin!”

      “Korku”, “Daüssıla”, “Ukde”, “Hafakan”, “Dekor” ve “Tecrit”, Necip Fazıl’ın şiirdeki üslubunu yakından tanıma fırsatı veren, özellikle ilk dönem şiirlerinin ağırlıkta olduğu bölümlerdir.

      Periler, cinler en yakın dostlarıdır. Sürekli duyulan ayak sesleri, duvarlara sinmiş hayaletler, sarışın kediler, siyah kediler, hıçkırıklar, çığlıklar, korku, şiirlerini süsler.

      “Hep bu ayak sesleri, hep bu ayak sesleri,

      Dolaşıyor dışarda, gün batışından beri.”

      Bir başka şiirinde deniz, engin ve karanlık deniz, ölüm korkusu aşılar. Denizde, gemilerin kalın kalın çalan düdükleri, dalgaların köpükleri ve çığlıklar, fosfor bir iz hâlinde hayatı uzaklaştırmaktadır.

      “Deniz, bu yerde ölüm korkusu kadar derin;

      Kocaman bir kuş gibi geliyor peşimizden,

      Ruhu, bu kapkaranlık suda can verenlerin…”

      Deniz, “Daüssıla” bölümündeki şiirlerin de konusu olur.

      “Hasreti denizlerin,

      Denizler kadar derin…”

      Gece, şairin içinden gelen ahengi bulmasına yardım eden bir sığınaktır. Gece; şehri, gurbeti, kadını, davayı, sokakları her şeyi tartışmak ve yolu bulmak için uygun bir ortam sunar.

      “İçimde bir mahşer uğultusu var;

      Ruhumdur çağıran, tenimi cenge.”

      Şairin ruhunu harekete geçiren “gece”dir. Şairin gönlü gündüzleri ölgün çiçeklerdir ve ancak onu gece açtırabilir. “Ukde”de yer alan 1934 tarihli “Bu Yağmur” şiiri de bir Necip Fazıl klasiğidir.

      “Bu yağmur, bu yağmur, bu kıldan ince,

      Nefesten yumuşak yağan bu yağmur.

      Bu yağmur, bu yağmur, bir gün dinince,

      Aynalar yüzümü tanımaz olur.

      Bu yağmur, kanımı boğan bir iplik,

      Tenimde acısız yatan bir bıçak,

      Bu yağmur, yerde taş ve bende kemik,

      Dayandıkça çisil çisil yağacak.

      Bu yağmur,

Скачать книгу