Hatıralar. Ebubekir Hâzim Tepeyran

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Hatıralar - Ebubekir Hâzim Tepeyran страница 18

Жанр:
Серия:
Издательство:
Hatıralar - Ebubekir Hâzim Tepeyran

Скачать книгу

style="font-size:15px;">      “Oh, dünya varmış, hava varmış, güneş varmış!” diye durmadan, kamaşan gözleriyle etrafına ve bana bakarak:

      “Hızır mısın nesin? Gözlerime inanamıyorum…” dedi.

      Zavallının kangren olduğu anlaşılan bacağı hekimlerin lüzum göstermesi üzerine kimsesizler hastanesinde kestirilmişti.

      Bu mahkûma böyle pek zalimce işkence edilmesinin sebebi, mutasarrıfın hiddetine uğramasıydı: mutasarrıf, şahsına fayda vesilesi olsun diye, Sinop halkından üçer kuruş toplatarak kasabadan Seyit Bilâl Türbesi’ne bir şose yaptırmıştı. Bu yol iki tarafında açılan hendekten ne çıkmışsa üzerine atılmak suretiyle, mahkûmlardan bir pehlivana ihale edilerek yaptırılmıştı. Bu şosenin bir kısmını yapmayı üzerine alan bu zavallı mahkûm da benzeri gibi bir tütün parasından başka kendisine bir şey verilmemesinden dolayı mutasarrıfa müracaatla herkesin iç yüzünü bildiği bir işi açığa dökmesinden dolayı zindana atıldığı anlaşılmıştı.

      Biz zindana girer girmez bir kayıkla kaçan hapishane müdürünü, Trabzon Valiliğine ve Rize Mutasarrıflığına telgrafla bilgi verdiğimiz hâlde yakalatmak mümkün olamadı.

      Mahpus, öldürme suçundan on beş sene küreğe mahkûm olmuş ve cezasının büyük bir kısmını da geçirmişti. O zamanlarda padişahın tahta çıkması, şehzadelerin doğması günlerine ve bayramlara hürmet olarak mahkûmların ceza müddetlerinden üçte ikisini bitirenler salıverildiğine göre; bu da, bir iki sene sonra affedilecekti. Mahkûmiyetine sebep olan hadise, askerde iken nişanlısına taarruz eden bir adamı öldürmüş olmasıydı.

      Mahkûm, bunu yana yakıla anlattıktan sonra:

      “Böyle bey.” demişti. “Sen benim yerimde olsan ne yapardın?”

      Dayanamadım :

      “Belki de senin yaptığını!” dedikten sonra, sordum:

      “İnşallah cezan affedilir. Nişanlına kavuşursun yine.”

      İçini çekti:

      “Uyuz köpek dalayalı bu kadar sene geçti. Başına bir tas su dökerek tekrar alırdım. Ama zavallı Ayşe başına gelenlerden içlenmiş, ince hastalığa yakalanmış, bir sene babasının evinde yattıktan sonra vefat etmiş…” diye ağlamaya başladı.

      Hokkabaz Kutuları Gibi İç İçe Hırsızlık Vesileleri

      Sinop’a vardıktan iki gün sonra, kale kapılarından, “Meydan Kapısı” denilen kapı ile onun üstündeki burcun korunması lazım eski eserlerden olduğu hâlde yıkılmış ve kapının yıkılmasının da kararlaştırılmış bulunduğunu esefle görerek işi derhâl durdurup sebebini araştırmaya koyuldum. Anladım ki bu iş akla sığmaz hırsızlık ağlarının düğümü imiş.

      Pek işlek bir yerde bulunan bu burcun “Tamir kabul etmez derecede haraptır.” diye günün birinde ansızın yıkılarak bir felakete sebep olacağını ileri sürerek mutasarrıf doğrudan doğruya Tophane Müşirliğine yazmış. İstihkâm işlerine yarayacak olan taşların istihkâm memurluğuna teslim edilmesi şartıyla, tehlikenin kaldırılmasına irade çıkmış. Zira o zamanlarda kalelere ait parçalar padişahın izni olmadan yıkılamazdı. Mutasarrıfın doğrudan doğruya üst makama müracaat sebebi ise açıktı: daha bir buçuk sene evvel o kapının altından birçok defa geçmiş olan vali, tabii bulunan bahanelere inanmayacaktı. Kendi kendine yıkılacağı iddia olunan burç, kazma ve kürekle bile yıkılamayarak nihayet barut kuvvetine başvurulmuş ve atılan lâğımlardan fırlayan taşlar mutasarrıfın başına düşeceği yerde, sura bitişik ve iptidai mekteplerine ait bir eczane ile birkaç dükkânı; sur içindeki umumi hapishanenin hastanesiyle galiba bir de gaz deposunu kısmen veya tamamen harap etmiş.

      Bu kapının ve burcun yıktırılmasındaki maksat da şu idi:

      Asırlardan beri devam eden kale zindanları işkencelerine artık bir nihayet vermek maksadıyla Vali Abdurrahman Paşa’nın ilk temel taşını bizzat koyduğu büyük bir Umumi Hapishane yapılmakta idi.

      Bu binanın yapılması bir müteahhide verilmişti. Keşfinde, kasaba dışındaki uzak ocaklardan getirilecek taşlar için tabii yüksek bir fiyat konulmuştu. Müteahhitle uyuşularak ona bedava taş bulmak için zavallı burca ve kapıya iftira etmeyi mutasarrıf düşünmüş ve başarmak yolunu da bulmuş. Hâlbuki bu mutasarrıf, kalenin hakikaten yıkılmak üzere olan başka iki kapısını, mühendis raporlarına rağmen ne yıktırmış, ne tamir ettirmişti. Çünkü o kapıların üstünde taşlarından faydalanılacak burç yoktu.

      Bu hapishaneyi, birinci katının taş kısmını yapılmış olarak buldum. Duvarın üstünde, duruşları gözüme çarpan iki taşı altından, üstünden bastonumla kurcalamaya başladım. İkisi de oynadı. Çektim, çıkardım. Bunlar çıkınca yerlerinden burcun molozları ve çakıllar akmaya başladı. Binanın kum duvar hâlinde yapıldığı anlaşıldığından, keşfe göre bunların harçla yapılmak üzere hemen yıktırılmasını emretmekle beraber, tetkik ettiğim mukavele evrakı arasında kefaletnamenin kefile imza ettirilmediğini de görerek, bir köye gittiği anlaşılan kefili derhâl getirttim ve imzalattım.

      Bu tarihten otuz sene sonra, yani “Nemrutperest” lakabı ile bilinen Mustafa Paşa Divanıharbi’nde yüzüme karşı verilen idam hükmünden kurtulduktan sonra, İstanbul’dan firar yoluyla Ankara’ya giderken vapur fırtına yüzünden İnebolu’ya uğrayamayarak Sinop’u tutmuştu. Orada iki gün kalmış ve benim gibi mahkûm olduğu haksız idamdan kurtardığım kapının hâlâ sapasağlam durduğunu görerek, altınperest mutasarrıfa bir kere daha lanet etmiştim.

      Hırsızlık Koleksiyonundan Parçalar

      Sinop Mutasarrıfı’nın kısa bir zamanda icat ettiği ve becerdiği hırsızlıkların her biri ayrı ayrı hikâyeye değerse de, okuyucularımı sıkmamak için bunların türlü nevilerinden birer örnek alarak burada özetlemeyi faydalı buldum:

      İdadi Mektebi

      İlk temel taşını Vali Abdurrahman Paşa koyarak yaptırılmasına başlanan idadi mektebi; keşfi gereğince verilen para ile bitirilemedi. Buna iki defa para ilave edildiği hâlde, Sinop’a vardığımda mektebi üstü bile kapanmamış buldum. Hâlbuki bu mektebin yapılmasına memur edilen komisyon azasından üçünün mükemmel birer ev yaptırıp içine kuruldukları anlaşılmıştı.

      Hastane

      Frengi ve Guraba Hastanesi de Abdurrahman Paşa’nın eserlerinden biridir.

      Bu hastane yalnız Sinop’un değil, bütün liva halkının hakikaten pek cömertçe yardımlarıyla yapılmıştı. Bu yardım yalnız para değildi. Daha çok kazalardan, nahiyelerden, köylerden gönderilen ve getirilen her nevi kereste ile olmuştu. Bu keresteler gümrük vergisinden muaf tutulduğu için büyük kısmı Sinop’a, gümrük dairesi bulunan küçük limandan değil, hiçbir suretle kontrol altında bulunmayan büyük limandan çıkartılmıştı. Gümrük müdürü yalnız bu limandan karaya çıkarılan kerestelerin en az böyle iki hastane vücuda getirecek miktarda olduğunu söylemişti.

      Hastane yapısı için teşkil olunan komisyona

Скачать книгу