Hatıralar. Ebubekir Hâzim Tepeyran

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Hatıralar - Ebubekir Hâzim Tepeyran страница 19

Жанр:
Серия:
Издательство:
Hatıralar - Ebubekir Hâzim Tepeyran

Скачать книгу

tutan, parmağını yalar.’ idadiyi bilmem; fakat hastanenin hesabı gümüş gibi tertemizdir.”

      Kaba sakalının telleri kısmen gümüşlenmiş olan kereste memurunun, hastane balını tuttuktan ve parmaklarını bol bol yaladıktan sonra zemzemle yıkamak için Hicaz’a gittiği anlaşıldı!

      Orman Müfettişi Kalyas Efendi

      Orman Müfettişi Kalyas Efendi, Mutasarrıf Bey’in mensuplarından sayılıyordu. Kötü ve rüşvetli işlerin çorap söküğü gibi birer, ikişer açığa çıkmaları üzerine mutasarrıf, Kalyas’a yolladığı ve onun bana gösterdiği bir mektupta: “Sıkıntılı Sinop rüyaları görmekte olduğunu ve kendilerine evlat gibi emniyet ettiği bazı memurların, sadakat ve vefakârlıkla uyuşturulamayacak hâl ve hareketlerinin büyük esef ve hayretle işitildiğini söyledikten sonra, geçici fırtınalar kabilinden olan hâlin (yani teftişlerimin) çok devam etmeyeceğini ve yerine tayin edilecek mutasarrıfla görüşerek kendisini ona tavsiye edeceğini yazıyor ve kendisine bağlılıktan ayrılanların sonra pek çok zarar edecekleri ihtarla tehdit ediyordu. Kalyas Efendi bu tehditten dolayı kızarak:

      “Beyefendi!” dedi. “Ben daha evvelki mutasarrıf zamanında da bu memuriyette bulundum. Araştırın. O zamanlarda kanuna aykırı en küçük bir muamelemi bulabilirseniz beni en ağır cezalara çarptırın. Ormanları tahrip ettirmemek için her rast gelen yerde hızar yaptırılması yasaktır. Fakat bu adamın ısrarlı emirleri karşısında beş yerde hızar yapıldı ve üçü işlemeye başladı, ikisi de başlamak üzeredir.

      Giden mutasarrıfın ellişer ve yüzer lira rüşvet alarak müsaade ettiği bu hızarların yapılmasına mâni olamadım. Büyük rütbeli mutasarrıftan korktum. İlk fırsatta yıktırmak üzere müsaadeye mecbur oldum. Çünkü beni vaktiyle Denizli, Menteşe, Manisa ve Aydın ile İzmir livalarından mürekkep Aydın Vilayeti’ne orman müfettişliğine tayin ettiler. Orman Nazırı’na teşekkür ve veda için gittim. Beni iyi kabul ettikten sonra, “Müsteşarla da görüşün.” dedi. “Tabii.” cevabını verdim. Nazır da, müsteşar da Ermeni idiler. Müsteşar bol bol iltifattan sonra en iyi neviden üç Uşak halısı ölçüsünü gösteren bir kâğıdı vererek, bunları mümkün olan süratle alıp göndermemi emretti. İstenilen halılar ufak tefek şeyler değildi. İkisi 6x7, birisi 9x10 metre ebadında idi. Bunların benden rüşvet suretiyle istendiği hiç hatırıma gelmedi. Seçim ve pazarlıkta bilgililerin fikirlerinden faydalanarak bedellerini borç alıp ödemek suretiyle satın aldım. Tutarını ve nakil masraflarını gösteren mühürlü faturayı bir mektupla müsteşara gönderdim. Aylar geçti, paradan haber yok. Bir daha yazdım. Para tamamen geldi, fakat aynı posta, ‘Tahakkuk eden ehliyetsizliğimden dolayı azil’ edildiğimi bildiren resmî bir kâğıdı vilayete getirdi. Tam on beş sene memuriyetten mahrum kaldım; aç ve sefil, süründüm…”

      Bir hafta sonra bu beş hızarın yerlerinde yeller estiğini söylemeğe hacet yok…

      Eski Mutasarrıfın Mektubu – 108 Yaşında Bir Naip (Kadı) – Yeni Mutasarrıf – Bir Müftü – Sinop’ta İçkiye Düşkünlük

      Sinop’un eski mutasarrıfı izinle giderek dönemediği İstanbul’dan bana bir mektup yolladı. Bunda: “…zatıalileri gibi ezkiyâ-yı şübbân-ı üdebâdan ve ahlâk-ı hamide ashabından birinin, vekâlet suretiyle olsun bana halef olması mucib-i mefharettir.” (…zatıalileri gibi genç, faziletli ediplerden ve övülmeye değer ahlak sahiplerinden birinin, vekâlet suretiyle olsun yerine gelmesi iftihar etmeyi gerektirir.) diyerek pek cömertçe iltifatlarla beni lütuflandırdığı hâlde, kötü muameleleri birer ikişer meydana çıkarılarak, Vali Paşa tarafından her biri hakkında izahat istenilmeye başlanınca, ona yazdığı cevapta:

      “… Mutasarrıf Vekili diye Sinop’a gönderilen tecaribi umurdan bihaber bir nevrestenin tahkikat ve işaratı üzerine bu suretle istizahlarda bulunulması esefi muciptir…” (…Mutasarrıf Vekili diye görev tecrübelerinden habersiz bir yeni heveslinin araştırma ve bildirmesi üzerine bu şekilde açıklanma istenmesi esef vericidir…) demişti.

      Sinop’a gönderilen büyük memurlar sanki yaş fazlalığıyla tayin olunuyorlar gibi, ben orada iken gelen bir naip: “Elli dört yaşında olduğum sırada, 1254 (1838) senesinde Kıbrıs’ta naip idim; Osmanlı lirasıyla yaşıtım.” dediğine bakılırsa (O zamanlar Osmanlı lirası 108 kuruşa bedeldi.), hırs-ı pilisinden Sinop’un hayli zarar gördüğü mutasarrıfın büyük babası yerinde idi.

      Naip Efendi, uzun boyu, nispetli azası, kar gibi beyaz bir sakalın çevrelediği yüzüyle sevimli bir Arnavut’tu. Yüz sekiz yaşında olduğunu söyleyince:

      “Maşallah!” dedim. “Yetmiş yaşında bile görünmüyorsunuz…”

      “Hamdolsun!” dedi. “Öyle ama ne de olsa çok ihtiyarım. Geçmiş bir asrın mahlûkatındanım. Artık rahat etmeliyim. Hatta buraya gelirken veliyyünniam şeyhülislam efendimize: ‘Beni artık naipliğe göndermeyiniz, emekli ediniz.’ dedim. ‘Siz naiplerden emekli edilmiş kimse gördünüz mü?’ buyurdukları için, ‘Zât-ı meşihatpenahîleri de dâîleri gibi Nuh Peygamber zamanından kalma bir naip gördüler mi?’ diye sordum. Güldü ve ‘Sinop’a da gidiniz bakalım.’ buyurdu.”

      Naip bazen böyle düzgünce konuşur, hoş tabiatlı bir adam olmakla beraber, bazen küçük yaştaki bir çocuk hâli alırdı. Herhâlde Urfa, Maraş taraflarında kim bilir kaç yıl önce edindiği mor kadife kaplı ve gümüş pullarla saçaklı bir palanla bindiği pek cılız bir kira beygiri üzerinde, Haremeyn payesine (rütbesine) mahsus binişini (cübbesini) giymiş ve bilinen sırma şeriti de ak sarığı üstüne dolamış olduğu hâlde ilk defa hükûmet konağına gelirken her rastladığına selam verişiyle gülünç bir bunaktı.

      İzinle kaçan mutasarrıfın yerine tayin olunan Gürcü Yahya Dede ise başka bir “pîr-i fani” idi. Vali Paşa’nın şifreli emrine uyarak, geldiği zaman hemen dönmeyip liva ve memurları hakkında kendisine malumat verecektim. Bu mutasarrıf eskisinden daha genç olduğu hâlde, içkiye düşkünlüğünden dolayı vücudu, ölmeden önce çürümeye başlamıştı.

      Şimdiki hâlini bilmiyorum; fakat o zamanlarda Kastamonu Vilayeti’nde içkinin en çok insan zehirlediği yer Sinop’tu. Memurlarımızdan, kâtiplerimizden ve iş sahiplerinden öğle yemeğinden sonra rakı, şarap kokmaksızın yanıma gelen kimseler pek azdı. Şu tehlikeli düşkünlükten Babıali’nin haberi olsa, içkinin insanı ne hâle getirdiğini Sinop ahalisine ve memurlarına göstererek kendilerini uyandırmak için bu alkolik mutasarrıfı kasten gönderdiği sanılacaktı.

      Bu gece gündüz sarhoş mutasarrıfın akrabasından daha evvel ismi geçen Kâmil Paşa da; Niğde Mutasarrıfı ve bu Dede’nin tam zıddıydı. Geceleri bir hasır üstünde yatar ve sabahlara kadar ibadet eder, Niğde sokaklarında at koştururdu. Mutasarrıflık makamındaki yazıhanesinin çekmelerini fişekle doldurarak daima yanında bulundurduğu otomatik bir tüfekle hükûmet konağı civarındaki çayırlığa koydurduğu testilere kurşun atarak nişan egzersizi yapardı. Konya Valisi’nin hırsızlık ve rüşvetçiliğinden Babıali’ye ettiği şikâyetlere kulak asılmayınca, İngiltere Sefiri’ne telgraf çekmekteki çirkinliği takdir edemeyen bir budala idi. Kâmil Paşa’dan sonra Niğde’ye gelen mutasarrıfların çoğu kötü itiyatlarıyla bu nişancı mutasarrıfı aratmışlardı.

      Yahya Dede Paşa, ilk cuma namazını Seyit Bilâl Türbesi’ndeki camide kılmıştı, ben de beraberdim.

      Namazdan

Скачать книгу