İdealist Bir Adam Portresi Teknokrat Sedat Çelikdoğan. Yasin Topaloğlu

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу İdealist Bir Adam Portresi Teknokrat Sedat Çelikdoğan - Yasin Topaloğlu страница 8

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
İdealist Bir Adam Portresi Teknokrat Sedat Çelikdoğan - Yasin Topaloğlu

Скачать книгу

olacak, gizli Hristiyan olacak, Sabetayist olacak. Bunları ülkede imtiyazlı kılmak için şirketlerinin distribütörlüğünü verirler. Böylece onlara ticari ayrıcalık sağlarlar.

      1950’li yıllar da distribütörlük ve ithalat dönemi…

      Hem ithalat hem montaj dönemi. Bu yöntemlerle Türkiye’de etkinlik kurdular. Arada birkaç tane gözden kaçmış veya işini çok iyi yaptığı için etki edilememiş insanlar da oldu. Siyaset kulvar dışına çıktığında TÜSİAD devreye sokuldu. Onların devirme yöntemleri de ilginçtir; örneğin AP-MSP-MHP hükûmetini on bir milletvekilini ayartarak yıktılar. On bir milletvekilinden onuna yeni hükûmette bakanlık verdiler. Güneş Motel Olayı dediğimiz olay bu olaydır. Oradaki görüşmeden sonra bu on bir milletvekili, istifalarını verdiler. Onları satın aldılar. O tarihlerde birisi geldi, “Bavulla paraları ben götürdüm.” dedi. “Güneş Motel’e paraları ben götürdüm.” O zamanki gazeteler boy boy yazdılar. O zaman çok kapsamlı bir sanayileşme hamlesi başlatmıştık. Her sektörde sanayileşiyorduk. Ayrıca sanayiyi yurt sathına yayıyorduk. İstihdamın dengeli olması için Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu, Batı bölgelerimize yaymaya çalışıyorduk. O zaman Trakya’da sanayi daha yaygındı. Amacımız büyük şehirlerde nüfus yığılmasını önlemekti. Tıpkı Almanya’da olduğu gibi nüfusu dengeli bir şekilde Anadolu’ya yaymak istiyorduk.

      Yani burada şunu söylüyorsunuz anladığım kadarıyla: Hakkâri’ye özel sektör gitmez, buraya devlet eliyle yatırım yapmak gerekir. Mesela azot sanayisi, Sümerbank fabrikaları, Et Balık Kurumunun kombinaları gibi…

      Evet, nitekim dediklerimizin bir kısmını da yaptık. Ayakkabı yapımı için Sümerbank fabrikaları kuruldu. Mardin’de traktör fabrikası kuruldu. TÜMOSAN “Mardin’de adam bulamam, fabrikayı işletemem.” diyordu. Maksadımız, bugün olmazsa yarın bu işin üretime dönüştürülmesiydi. Mazıdağı’ndaki fosfat yatakları işletmeye alındı. Çimento fabrikaları işletmeye alındı.

      Mesela Kilis’te MKE Müdür Muavini rahmetli Bahri Bey’in köyünün karşısında şişe makinaları fabrikası kurmak için Gaziantep kara yolu üzerinde bir arazi istimlak edildi, sosyal tesisler yapıldı ama ihaleler yapılacağı zaman ihtilal oldu. Kilis’te o fabrikalar üretime geçseydi, 1000-1500 insan bu fabrikalarda çalışacak ve bu makinalar Orta Doğu’ya ihraç edilecekti. Ve Kilis bugünden çok farklı bir şehir olacaktı.

      Kulu’da inşaat makinaları fabrikası; Polatlı’da, Sakarya kıyısında makine kimya inşaat makinası fabrikası vardır. Buralarda bir Alman inşaat firmasının lisansıyla inşaat makinası üretildi. Üretim son derece kaliteliydi. Şimdi bütün bu yatırımları iki sene içerisinde bitirmeye kalktılar. Oysa ardından nükleer santral yatırımı gelecekti. Düşünün, Hoca 10 sene yönetimde kalsaydı bunların hepsi olacaktı. Bunları yaparken devlet olarak içinde olacaktı. Mesela TÜMOSAN, yüzde 51’i devlet, yüzde 49’u özelleştirmeye hazır bir fabrikadır. Yüzde 51 kimde? Devlette, İş Bankası’nda, Şekerbank’ta…

      O zaman sizin yatırım modelinizle Kamu İktisadi Teşebbüsleri kuruluyor.

      Hayır, biz onları anonim şirket olarak kuruyorduk. Ama MKE’nin yaptıkları MKE olarak devam ediyor.

      Anonim şirketlerin yüzde 51’i Devlet Sanayi ve İşçi Yatırım Bankası…

      Şöyle, yüzde 51’in yüzde 41’i DESİYAB dediğimiz Devlet Sanayi İşçi Yatırım Bankasının, yüzde 10’u da Şekerbank’ın. Burada Şekerbank da yatırımın içine çekildi. Devlet Sanayi ve İşçi Yatırım Bankası da hisselerini yurt dışındaki işlere satacak ve bir işçi bankası olacak. İsterse Türkiye’de de hisselerini halka açabilirdi.

      Yani borsaya kota olacak.

      Tabii tabii, halka açılacak. Millet bunun olabileceğine inanacak. O zaman satışlarda başa baş noktasında kâra geçiyor hâlinde de satış yapacak.

      Aslında burada çok karma bir model var.

      Bu modelde özel sektör yok. Ama özel sektörü hazırlamak gayesiyle devlet bu yatırımı başlatıyor. Japonya’nın yüz yıl önce yaptığını biz de yapmak istiyoruz. Özel sektörde sermaye birikimi yok. Yatırım için kaynak bulmaları güç. Dolayısıyla devletin öncülük etmesi gerekiyor. Halkın gücünü kullanarak bu modeli geliştirdik. Böylece riskleri de üstlendik. Bu fabrikalar satış yapıp kendini toparlayana kadar devlet üretimin tamamını satın alıyor. Kâra geçtikten sonra da şirketi halka açıyor. Halka açmak suretiyle yeni yatırım kaynakları yaratıyor. Bütün dünyadaki markalar böyle oluşmuş. Japonya’daki Toyota 16 sene zarar etmiş. Devletin desteği olmadan marka çıkaramazsınız. Devlet aldığı ürünü yerlileştirecek, bunu da destekleyerek yapacak. Hoca bunu DESİYAB modeliyle çok erken fark etmişti. Kısmen uygulanan bu model, daha sonra Konya’daki holdingler eliyle çarçur edildi. Sisteme güveni sıfırladılar.

      Yeşil sermaye diye tanımlanan çok ortaklı şirketlerden söz ediyorsunuz…

      O zaman yurt dışından çok para geldi. Almanya, Fransa, İsveç gibi ülkelerde çalışan insanlar, bu tür yatırımlara inanarak çok para gönderdiler.

      Model tutsaydı halk üzerinden kalkınma modeli hayata geçirilebilirdi. Ama Türkiye’deki uygulamaları itibarıyla model ağır bir hasar gördü.

      Hem de çok ağır hasar gördü. Çünkü model üçkâğıtçıların eline geçti. İşi bilen insanlar eliyle sistem yürütülmedi. Proje üretilip insanlar ikna edilmedi; sadece projenin gerçekleşeceği ümidiyle para toplandı. Bunu yapan insanların ne proje yapma kabiliyetleri vardı ne de hazırlanan projeyi yürütme kabiliyetleri. Üretim yapmayı bina yapmak zannettiler. Binaların içini dolduramadılar. Bunların içerisinde Kombassan büyük paralar topladı. Sonunda kalanlar arsa marsa almış iyi yerlerden. Türkiye, gıda yatırımlarıyla kalkınacak bir ülke değil. Teknolojik yatırımlar yapılmalı. Gıda üretimine devletin girmesine gerek yok. Sanayileşmede eksik olduğumuz taraf, ileri teknoloji gerektiren alanlara yönelmeyişimiz. Bunu yapacak olan devlet. Üretime geçip pazarda yerini aldıktan sonra bu firmaları halka açması lazım.

      Millî Görüş geleneğinden gelen ve Erbakan Hoca’nın rahleitedrisinden geçmiş Erdoğan bunu nasıl fark etmedi? Veya fark etmediğini söylemek mümkün mü?

      Oraya çabuk geldiniz. Öncesinde sanayileşmeyi yok etme hareketi var. Burada karşımıza, Batı çıktı. Onların engelleme çalışmalarına karşı Erbakan Hoca D-8 hamlesini yaptı. Bu hamle, savaş açmak anlamına gelmiyordu. Daha ziyade dünyanın gelişmiş yedi ülkesinin oluşturduğu G-7’ye karşı Müslüman sekiz ülkenin ittifakını sağlamaktı. Nitekim attığımız her adım barışçıl oldu. Diyalog ve eşitlik esasına dayalı bir ilişki geliştirmeye çalıştık. Bu anlayışın içinde, Batı’nın yaptığı gibi küçük görme yoktu. O dönemde siyonizmin Mezopotamya bölgesindeki hareketleri yoğunlaşmıştı. Bu net olarak görülüyordu. Erbakan Hoca o zaman bunları işaret ettiği için on bir ayda devrilince Tayyip Bey bundan ders aldı. Bunu vaktiyle Özal da görmüştü. Özal da iktidara gelince kalkınmada piyasa ekonomisine yöneldi ve yabancı sermayeyi Türkiye’ye çekmeye çalıştı. Erbakan’dan farklı tarafı bu yönüydü. Erbakan, yerli kaynakları harekete geçirmeye çalışmıştı.

      Mühendis gözüyle baktığınızda Özal’ın

Скачать книгу