Felatun Bey ile Rakım Efendi. Ахмет Мидхат

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Felatun Bey ile Rakım Efendi - Ахмет Мидхат страница 8

Жанр:
Серия:
Издательство:
Felatun Bey ile Rakım Efendi - Ахмет Мидхат

Скачать книгу

Salonun sağ tarafı sokağa baktığından, bu vaziyet gereğince odalar aydınlığını sokak tarafından alırdı. Salonun sol tarafta üç penceresi olup bunların ortada bulunanı onun karşısındaki kapıya uygun gelecek şekilde “yırık pencere” denilen camlı kapı gibi bir şeydi. Yanı başlarında bulunan diğer ikisi de âdeta birer pencereydi. Bu pencerelerin açıldığı taraf dört yüz arşın kadar, ufacık bir bahçe olup zemini sokak zemininden yüksek olduğu için salonun camlı kapısından üç ayaklık bir merdivenle bahçeye inilebilirdi.

      Evin şeklini ve düzenini anladınız ya! Şimdi bunun içini güzelce boyayınız, kâğıtlayınız, yerlere güzel kilimler döşeyiniz, salonun içine yarım takım kanepe, bir ayna ve bir konsol koyunuz. Aynanın iki tarafına iki güzel resim dahi asınız. İşte böylece Rakım’ın salonunu teşkil etmiş olursunuz. Hele merdiven yanındaki camlı kapıya karşı, duvar dibine bir piyano da konulduktan sonra o mini mini salon ne kadar güzel olur!

      Rakım’ın odası, sağ tarafta, en başta bulunan odadır. Kapısından girerseniz hemen karşınızda pencereleri görürsünüz. Odanın sağ tarafı kütüphanedir. Sol tarafında Rakım’ın karyolası görülür. Kapıdan girildiği zaman iki tarafında kalan boşlukta da birer dolap vardır ki içinde antikalar ve tuhaf hırdavatlar vardır.

      Bu odanın yanındaki oda Canan’a tahsis edilmiş. Gerçi Canan’ın kendisine kapı komşusu olmamasını istemiş idiyse de bu odanın yüklüğü olmadığından dadı kalfa burada rahat edemeyeceğini belirterek oranın mutlaka Canan’a tahsis edilmesini istemişti. Odaya girildiği zaman yine sol tarafında bir karyola, sağ tarafında ufak konsol üzerinde güzel bir ayna, yanında iki çiçeklik, kapı civarında bir tuvalet takımı, pencere tarafındaki küçük masanın üzerinde ise dikiş malzemeleri falan bulunurdu.

      Bu arada şunu da hatırlatalım ki Rakım’ın sadece bir tuvalet takımı vardı, o da Canan’ın odasında bulunduğundan sabahları orada hazırlanırdı.

      Dadı kalfanın odasına gelince, bu odanın penceresi yoktu. Koridorun sonunda bulunan bir pencerenin bahçeden aldığı ışık ile yarım yamalak da olsa aydınlanırdı. Bu oda eski zaman odaları gibi dolaplıydı. Dadı kalfa karyolada yatmadığından alaturka yatak takımı yüklükte dururdu. Bu oda aynı zamanda sandık odası olarak da kullanılırdı. Gerek Rakım’ın gerek Canan’ın sandıkları da yüklükteki özel yerlerine konulmuştu.

      Jozefino derslerini perşembe günlerine tahsis etmiş olduğundan ilk geldiği gün Rakım Efendi de evdeydi. Madam saat on civarında geldi. Canan gelen hocanın kendi eski hocası olduğunu görünce madamı kucaklayıp yarı Çerkezce yarı Türkçe memnuniyetini göstermişti. Jozefino bir kelime bile Türkçe anlamadığı hâlde o da kızı kucaklayıp öperek Rakım’a “Mösyö Rakım, şu çocuğun lisanını anlamam fakat bunun gözleri, hâl ve tavrı ne demek istediğini pek güzel anlatıyor.” dedi.

      Rakım, Jozefino’nun Canan’a gösterdiği muhabbete memnun ve müteşekkir olmuştu. Bu biçare kızcağızı öğrenci değil de bir kız kardeş olarak kabul etmesini tavsiye etti.

      Jozefino, Rakım’ın salonunu pek güzel buldu. Hele salondan bahçeye bakıp da tertip ve düzenini görünce daha ziyade memnun oldu.

      “Mösyö Rakım, evinizi pek beğendim. Ne kadar zevk sahibiymişsiniz! Vallahi kutu gibi bir saloncuk! Ancak odalarınızı da görmek isterim.”

      Rakım, “Madam, evin diğer bölümleri yalnız yatak odalarından ibarettir.” diye karşılık verdi.

      “Çocuk olmayınız be!.. Biz bundan sonra dost olacak değil miyiz? Yatak odası dahi olsa görmek istiyorum. Sizin gibi serbest adamların böyle düşünmesine ancak şaşılır.”

      Bu lakırtı üzerine Rakım, yatak odalarını da Madam Jozefino’ya gösterdi. Artık Canan’ın kabiliyetlerinden uzun uzadıya bahsetmeye lüzum var mı? Jozefino odaları tertemiz bir hâlde buldu. Her şey yerli yerinde, her şey intizamlı… O kadar memnun oldu ki böyle bir eve, böyle bir cariyeye sahip olmanın en büyük saadet olduğunu defalarca tekrarladı. Rakım, dadısı Fedayi’yi takdim edip onu validesi olarak gördüğünü belirttiğinde o da Jozefino’nun iltifatlarına mazhar oldu.

      Bugün Canan’ın, Rakım Efendi’nin evine gelişinin üçüncü ayıydı. Jozefino bir aydan beri Canan’ı görmemişti. Bu süre zarfında Canan her bakımdan gelişmiş ve değişmişti. Yüzüne canlı bir renk geldiği gibi, güzelliği de artmıştı. Jozefino yarım saat içinde Canan’ın dersini verip bitirdikten sonra Rakım ile Canan hakkında bir iki şey söylemeye mecbur kaldı, “Uzatmayınız Mösyö Rakım! Cariyeniz pek güzel, pek zeki ve pek etkileyici!..”

      Rakım, “Daha yavaş yavaş açılır madam!” diye karşılık verdi.

      “Onu demek istemiyorum! Siz de gençsiniz, o da! İki genç bir yerde, fena âlem değildir ha?..”

      “Yok, işte bu düşünceniz yanlıştır.”

      “Niçin yanlış olsun? Sanki ayıp bir şey mi?”

      “Niye ayıp olacak? Zaten benim cariyemdir.”

      “Öyleyse niye?..”

      “Ama ben kendisini kız kardeş gibi seversem daha ziyade memnun olacağım.”

      “Durunuz bakalım, o sizi kardeş gibi sevecek mi?”

      “Benden kardeşlikten başka bir şey görmezse ne yapacak? Elbet o da beni kardeş gibi sevecek.”

      “Onlar bugünkü lakırtıdır kuzum. Durunuz bakalım, biraz daha zaman geçsin de… Siz de melek misiniz sanki? Bir güzelden istifade etmeyi protesto mu ediyorsunuz?”

      “Yok, hatta bu istifade için fedakârlık bile ederim ama Canan’ı o yolda terbiye etmek istemem.”

      “Neyse, sizi tebrik ediyorum!”

      Bu konuşma bittikten sonra saat on bir buçuğa gelmiş olduğundan Jozefino; Rakım’a, Canan’a ve Fedayi’ye veda ederek gitti.

      Bu Canan’ın niçin satın alındığını hatırlıyorsunuzdur. Güya ihtiyar Fedayi’yi rahat ettirmek için alınmıştı. Öyle değil mi? Hâlbuki biçare Fedayi hâlâ mutfaktan çıkamamıştı. Canan’ın kendisine yardımı, yalnız üst katın hizmetini üstüne almasından ibaretti. Haftada bir gün çamaşır yıkar, sair zamanlarda ise giyinmiş kuşanmış olarak dersiyle, dikişiyle uğraşırdı. Hele piyano geldikten sonra artık bir dakikasını bile boş geçirmemeye başladı. Dersten usansa piyanoya, piyanodan usansa dikişe otururdu. Sadık Fedayi ise kızcağız ne kadar kendisini eğlendirirse o kadar memnun olurdu.

      Fedayi’nin bu kızı Rakım’dan kıskanmadığına hayret eder misiniz? Ne mümkün, Fedayi’nin elinden gelse kızı kaptığı gibi Rakım’ın koynuna sokacağı ortadaydı. Hatta, “Benim beyim melek midir nedir? Karşısında huri gibi kız gezdiği hâlde asla alıcı gözüyle baktığı yok.” diye canı sıkılıyordu. Her ne zaman moda olan bir kumaş çıksa dadı kalfa, Rakım’a rica ederek, “Gençtir, giyinsin kuşansın, karşında temiz gezsin.” diye mutlaka aldırır ve aldırdığı anda nerede güzel biçki biçen bir hanım varsa götürüp rica minnet en yeni modaya uygun olarak kestirir ve kızın kendisine diktirip giydirirdi. Sonra Canan aldığı kumaşları kesmek için dahi kimseye muhtaç olmadı

Скачать книгу