Samed Behrengi Bütün Öyküleri. Samed Behrengi

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Samed Behrengi Bütün Öyküleri - Samed Behrengi страница 12

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Samed Behrengi Bütün Öyküleri - Samed Behrengi

Скачать книгу

be!”

      Ben yine yerimden kımıldamadım:

      “Dilenci değilim ben!”

      “Affedersiniz küçük bey… Ne işiniz var burada peki?”

      “Bir işim yok. Bakıyorum sadece.”

      Sonra da yürüdüm gittim. Adam da mağazanın içine girdi. O sırada su kanalının kenarında parlayan beyaz bir fayans parçası gözüme ilişti. Artık yerimde duramazdım. Fayansı yerden kaldırdım, sonra da kolumdaki tüm güçle mağazanın kocaman camına fırlattım. Büyük cam kırılıp, tuzla buz oldu. Camın kırılırken çıkardığı o ferahlatıcı ses, sanki yüreğimin üstündeki bir yükü kaldırmış gibiydi. Sonra da tabanları yağlayıp öyle bir koştum ki arkamdan kuş olup uçsalar yakalayamazlardı. Bu şekilde ne kadar koştum, kaç cadde geçtim bilmiyorum, ama sonunda Ahmet Hüseyin’e rastlayınca mağazadan epeyce uzaklaşmış olduğumu anladım.

      Ahmet Hüseyin her zaman yaptığı gibi, kız ortaokulunun önünde bir sağa bir sola volta atıyor, içinden kız çocuklarının indiği arabaların yanına yaklaşıp dilencilik ediyordu. Bu, Ahmet Hüseyin’in her sabah yaptığı rutin işiydi. O kadar zamanın ardından, Ahmet Hüseyin’in kimin yanında kaldığını hiç anlayamadım, ama Kasım onun dilencilik yapan ninesiyle birlikte yaşadığını söylemişti. Çocuğun kendisine sorulunca, bu konuda hiç konuşmazdı.

      Okulun giriş zili çalınca, tüm çocuklar sınıflarına girdiler, biz de yolumuza devam ettik. Ahmet Hüseyin, “Bugün hiç iş yapamadım, herkes cebinde bozuk parasının olmadığını söylüyor.” diyerek yakındı.

      “Nereye gidiyoruz şimdi?”

      “Böyle yürüyüp gezelim biraz.”

      “Ama böyle gezilmez ki… Gidip Kasım’ı bulalım da birer bardak ayran içelim.”

      Kasım işlek bir caddenin kenarında, bardağı bir kırana ayran satardı. Yanına her gittiğimizde bize de birer bardak bedava ayran içirirdi. Kasım’ın babası, Hacıabdulmahmud Caddesi’nde eski elbiseler alır satardı. On beş bine bir gömlek, yirmi beş bine iki uzun don, yedi sekiz tümene ceket pantolon satardı. Kasım’ın ayran sattığı yerle, Hacıabdulmahmud Caddesi arasında bir dönemeç vardı sadece. Babasının çalıştığı caddenin duvarları ve kaldırımlarının üstü, ikinci el kıyafetlerle doldurulmuştu, giysilerin başında duran adamlar da bağıra çağıra bunları satmaya çalışıyordu. Kasım’ın babasının da bu caddede çok ufak bir dükkânı vardı, akşam olunca karısı ve çocuğuyla birlikte burada yatarlardı. Ayrıca başka bir evleri yoktu. Kasım’ın annesi, sabahtan akşama kadar dükkânda veya cadde üzerinde yakın bir yerde, kocasının sağdan soldan satın aldığı eski püskü giysileri yıkayıp temizler, sonra da yırtık ve söküklerini yamayıp diker, satılacak hâle getirirdi. Hacıabdulmahmud Caddesi toprak zeminli bir yerdi, su kanalı bile geçmezdi yanından, arabalar da girmezdi o caddeye.

      Ahmet Hüseyin’le bir iki saat kadar yürüdük ve Kasım’ın ayran sattığı yere vardık. Kasım, yerinde yoktu. Hacıabdulmahmud Caddesi’ne gittik biz de. Babasının dediğine göre, Kasım, annesini sağlık ocağına götürmüştü. Kasım’ın annesi her zaman hastaydı, ya bacakları ağrırdı ya da karnı.

      Öğlene yakın saatlerdi. Ahmet Hüseyin ve Ziver’in oğluyla birlikte, Nadiri Caddesi’ndeki benim oyuncakçı dükkânının önünde, Deve’nin yanı başına çömelmiş çekirdek çitliyor, bir yandan da Deve’nin fiyatı hakkında konuşuyorduk. Sonunda kalkıp mağazaya girmeye ve tezgâhtara fiyatını sormaya karar verdik. Tezgâhtar bizi görünce, dilenci olduğumuzu düşünmüş olmalıydı. Biz daha kapıdan girmemiştik ki bağırdı:

      “Dışarı çıkın, bozukluğumuz yok!”

      Dışarıdaki Deve’yi göstererek,

      “Dilenci değiliz biz, şu Deve kaç para?” diye sordum.

      Adam hayret etti, duyduklarına inanamayarak,

      “Deve mi?” diye sordu.

      Ahmet Hüseyin’le Kasım da arkamdan aynı soruyu tekrarladı:

      “Evet, Deve’yi soruyoruz. Kaç para?”

      “Çıkın dışarı yahu! Deve satılık değil!”

      Mağazadaki adamın bu sözü çok bozmuştu bizi, mecbur dışarı çıktık. Hem sanki satılık olsa ve fiyatını söylese, o kadar paramız mı vardı ki alabilelim? Deve olduğu yerde durmaktaydı hâlen. Üçümüzü birden sırtına alıp, dere tepe gezdirir de yine de zerre kadar yorulmaz gibi geliyordu bize. Ahmet Hüseyin’in eli güçlükle Deve’nin karnına yetişebiliyordu. Ziver’in oğlu da kolunu kaldırmış, yetişip yetişmediğine bakacaktı ki satıcı dışarı çıktı ve Kasım’ın kulağına yapıştı:

      “Ulan eşek herif, görmüyor musun dokunmayın yazıyor üstünde!”

      Satıcı bunu söyledi ve Deve’nin sırtına iliştirilmiş bir kâğıdı gösterdi. Kâğıtta bir şeyler yazıyordu, evet, ama biz hiçbirimiz okuma yazma bilmiyorduk ki! Oradan uzaklaştık ve çekirdeklerimizi çitleye çitleye parka doğru yollandık. Bir süre sonra, Ziver’in oğlu uykusunun geldiğini söyledi ve parkın içinde uygun bir yer bulup uzandı. Ahmet Hüseyin’le ikimiz, Şehir Parkı’na gitmeye karar verdik. Hava sıcak ve bunaltıcıydı. Öyle bir terlemiştik ki sorma gitsin… İkimizde de bir şey konuşacak mecal kalmamıştı. İçimden, “Keşke şimdi annemin yanında olsaydım.” diye geçiriyordum. Kendimi yalnız ve garip hissetmiştim.

      Parkın girişinde, Ahmet Hüseyin bir satıcıdan iki binlik verip bir sandviç aldı, bir ısırık almam için bana da uzattı. Sonra da su kanalında yıkanmak için, her zamanki yerimize gittik. Biraz ötemizde de bizden önce gelmiş olan birkaç çocuk yıkanıyor, birbirlerine su sıçratıyorlardı. Ama Ahmet Hüseyin’le ikimiz, sakin bir şekilde suyun içine uzandık, uslu uslu vücudumuzu yıkayıp serinledik ve onların yaptığı gibi şakalaşmaya girişmedik. O sırada park bekçisi geldi ve bağıra çağıra hepimizi suyun başından kovdu, biz de kaçtık ve güneşli bir yer bulup oturduk. Oturduğumuz yerde toprağın üzerine deve şekilleri çiziyorduk ki babamın sesini duydum. Ahmet Hüseyin bizden ayrılıp gitti. Babamla ciğerciye gittik ve öğle yemeğimizi yedik. Babam benim konuşmadığımı ve düşünceli olduğumu görünce,

      “Latif, ne oldu, iyi görünmüyorsun?” diye sordu.

      “Hiç, bir şeyim yok.” dedim.

      Yemekten sonra parka geldik, ağaçların gölgesinde biraz kestiririz diye düşünüyorduk. Babam, bir o yana bir bu yana döndüğümü ve bir türlü uykuya dalamadığımı gördü.

      “Latif, ne oldu, kavga mı ettin? Birisi bir şey mi dedi sana? Hadi söyle bana, ne oldu?”

      Bense hiç konuşacak durumda değildim. Hiç konuşmadan, böyle sessiz sakin kendi kendime içlenmek istiyordum o an. Keşke annem yanımda olsaydı da ona sımsıkı sarılıp kucaklasaydım, öpebilseydim. Birden ağlamaya başladım ve başımı babamın göğsüne dayayıp gizledim. Babam kalkıp oturdu, beni kucaklayıp iyice sokuldu ki rahat rahat ağlayabileyim diye. Ama babama yine bir şey söylemedim. Sadece annemi özlediğimi söyleyebildim. Sonra da derin bir uykuya daldım.

Скачать книгу