Samed Behrengi Bütün Öyküleri. Samed Behrengi

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Samed Behrengi Bütün Öyküleri - Samed Behrengi страница 15

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Samed Behrengi Bütün Öyküleri - Samed Behrengi

Скачать книгу

hızlı hızlı karşıdan gelip yanıma yaklaştı ve etrafımda dönüp durmaya başladı.

      Sepetten düştüğümde kabuğum bir noktadan çatlamış ve o çatlaktan birkaç damla öz suyum dışarıya sızmıştı, güneş vurunca da olduğu yerde katılaşmaya durmuştu. Karınca hortumunu kurumaya yüz tutan suya soktu ve sonra geri durdu. Bir süre açtığı deliklere bakıp göz gezdirdi. Ardından boynuzlarını dikip bir kez daha denedi. Ayaklarını sımsıkı yere bastırıp iyice zorladı, o kadar asıldı ki bir an hortumu kopacak sandım. Biraz daha zorladıktan sonra, artık katılaşmış durumdaki öz suyumu yapıştığı yerden sökebildi, sonra sevinç içinde koşa koşa uzaklaştı yanımdan.

      Tam bu esnada bir ses duydum. İki kişi duvarın üzerinden zıplayıp aştı ve koşa koşa benim bulunduğum tarafa doğru geldiler. Sahip Ali ve Polat’tı bu gelenler, meyve yiyip karınlarını doyurmak için gelmişlerdi bağa. Diğer köylülerin aksine, bahçıvanın elindeki tüfekten hiç korkuları yoktu bunların. Köylüler adımlarını atmazlardı bağdan içeriye, ama Sahip Ali ve Polat yalın ayak, üzerlerinde yamalı ve yırtık pantolonlarıyla bağın içinde dolaşır dururlardı sürekli. Bahçıvan birkaç sefer arkalarından tüfeğiyle ateş etmiş, ama Polat ve Sahip Ali tabana kuvvet kaçıp kurtulmuşlardı mermilerden. O sıralarda her ikisi de yedi sekiz yaşlarında çocuklardı. Uzun sözün kısası, o gün koşa koşa yanımdan geçip gittiler ve doğruca annemin yanına vardılar. Biraz sonra gördüm ki geri dönüyorlar, ama yüzlerinden düşen bin parça. Konuşmalarından anladığım kadarıyla bahçıvana kızıyorlardı.

      Polat:

      “Bak gördün mü? Bu da bağın son meyvesi, ama bir tanesi bile kısmet olmadı bize.”

      Sahip Ali:

      “Ama ne yapabilirdik ki? Herif bir ay boyunca elinde tüfekle o ağacın dibine oturdu, bir an bile ayrılmadı ki bir yere.”

      Polat:

      “Lanet adam, bir tane bile bırakmamış bize. Ah be şimdi olsaydı şöyle sulu sulu bir tane şeftali o ağaçtan da yiyeydim ağzıma doldura doldura! Geçen yıl ne kadar çok yemiştik, hatırlıyor musun?”

      Sahip Ali:

      “Ulan sanki biz insan değiliz. Şu bağdaki her bir şeyi tek tek toplayıp, o herife götürüp veriyoruz zıkkımlansın diye. Ama bunların hepsi bizim yüzümüzden oluyor, hepimiz miskin miskin oturup o pislik herifin bütün köyü yağmalamasını seyrediyoruz hep birlikte.”

      Polat:

      “Sahip Ali bana bak! Ya bu bağ tamamen köyün ortak malı olur ya da buradaki bütün ağaçları ateşe veririm.”

      Sahip Ali:

      “İkimiz birlikte yakalım!”

      Polat:

      “Namussuzum yakmazsak!”

      Sahip Ali:

      “Yakmazsak bize de adam demesinler!”

      İyice öfkelenen çocuklar, oldukları yerde öyle kızıp sağa sola tekme savuruyorlardı ki, ayaklarının altında kalıp bir tekme de ben yiyeceğim diye korktum. Ama yok, yemedim tekmeyi. Tam önlerinde duruyordum. Bu sırada Polat’ın ayağına bir diken battı. Bunun üzerine ayağından dikeni çıkarmak için eğilirken, bir anda beni fark etti yerde, bunun üzerine ayağını da dikeni de unuttu. Sonra yerden tutup kaldırdı beni ve Sahip Ali’ye gösterip seslendi:

      “Bak Sahip Ali!”

      Çocuklar beni sevinç içinde elden ele dolaştırdılar bir süre. Ama öylece yemek istemediler beni, dişlerinin arasında tadımı iyice çıkartmak için önce bir soğutup serinletip daha lezzetli hâle getirmek istediler. Nasırlanmış ve çatlak çatlak olmuş elleri derimi tahriş ediyordu, ama varsın öyle olsun, memnundum ben hâlimden. Çünkü biliyordum ki, son damlama kadar büyük bir iştah içinde yiyecekler, yedikten sonra da dilleriyle dudaklarıyla yalanıp, parmaklarını emeceklerdi. Günlerce ve haftalarca o güzelim tadım damaklarında kalacaktı.

      Sahip Ali:

      “Polat, yemin ederim bugüne kadar hiç böyle iri bir şeftali görmemiştim.”

      Polat:

      “Yok valla, hiç görmemiştik.”

      Sahip Ali:

      “Hadi havuzun kenarına gidelim, suda serinletip öyle yiyelim, daha lezzetli olur.”

      Öyle büyük bir dikkatle götürdüler ki beni, sanki camdan yapılmıştım da en ufak bir sarsıntıda düşüp kırılıverecektim.

      Havuzun kenarı gölgelik ve serin bir yerdi. Söğüt ve kavak ağaçlarının varlığı öyle bir gölge yapıyordu ki, daha ilk nefeste serinliği ta çekirdeğime kadar içimde hissettim. Sonra dikkatli bir şekilde suyun içine bıraktılar, dört küçük nasırlı el suyun dibine gömülmemem için dikkatle suyun içerisinde tutuyordu beni. Su buz gibi soğuktu.

      Biraz dinlendikten sonra Polat arkadaşına seslendi:

      “Sahip Ali!”

      Sahip Ali:

      “Hı ne oldu?”

      Polat:

      “Diyorum ki bu şeftali var ya, çok para eder.”

      Sahip Ali:

      “He ya, eder!”

      Polat:

      “Eder demek yetmez. Ne kadar eder sence?”

      Sahip Ali durup düşündü bir süre.

      “Yani ben de çok para eder diyorum işte.” dedi.

      Polat:

      “Yani ne kadar eder?”

      Sahip Ali biraz daha düşündü:

      “Şöyle iyice bir soğutursak… Ama öyle adamakıllı soğutmalıyız ha… Bin Tümen eder.”

      Polat:

      “Sen de para yüzü mü görmüşsün sanki, bin Tümen de para mı yahu!”

      Sahip Ali:

      “İyi be, sen de maşallah hazinelerin başında oturuyorsun sanki! De bakalım kaç para eder?”

      Polat:

      “Yüz Tümen!”

      Sahip Ali:

      “Bin Tümen yüzden fazla değil mi?”

      Polat:

      “Hay canın çıkmasın! Ben kendi kafamdan mı uyduruyorum! Babamdan işitmiştim.”

      Sahip Ali:

      “Eğer öyleyse, belki ikisi de birdir ha! Ben de kafadan atmıyorum, babam demişti.”

      Polat

Скачать книгу