Samed Behrengi Bütün Öyküleri. Samed Behrengi

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Samed Behrengi Bütün Öyküleri - Samed Behrengi страница 16

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Samed Behrengi Bütün Öyküleri - Samed Behrengi

Скачать книгу

olduğumu… Güneşten ve annemden aldığım tüm gıdaları, suyu ve sıcaklığı bu iki köylü çocuğunun bedenine ulaştırmak arzusundaydım.

      Polat ve Sahip Ali beni yemeye karar verdikleri sırada, bütün ömrüm boyunca kaç defa bir hâlden diğerine girdiğimi ve ileride kim bilir kaç defa daha gireceğimi düşünüp durmaktaydım. Kendi kendime şöyle düşündüm: “Bir zamanlar vücudumun zerreleri toprak ve su idi, bazıları da güneş ışığıydı. Annem bunların her birini azar azar topraktan emdi ve ta dallarının uçlarına kadar eriştirdi. Sonra annem tomurcuklandı, ardından çiçek açtı ve ben yavaş yavaş ortaya çıktım sonuçta. Vücudumdaki her bir zerreyi annemin bedeninden az az emdim ve sonra da güneşin ışınlarıyla karıştırıp bir araya getirdim onları. Böylece çekirdeğim, kabuğum ve bütün bedenim oluştu, sonuçta olgun ve sulu bir şeftali hâline geldim işte. Şimdiyse Polat ve Sahip Ali beni yiyecekler, bir süre sonra da her bir zerrem bu sefer onların etine, kemiğine ve saçına karışacaktı. Elbette, onlar da günün birinde ölüp toprağa karıştıklarında, bu sefer bedenimin zerreleri ne olacak, başlarına neler gelecekti?”

      Çocuklar karar verdiler, yiyecekler beni. Sahip Ali beni tutup Polat’a uzattı.

      “Bir ısırık al.” dedi.

      Polat bir ısırık aldı ve beni Sahip Ali’ye uzattı, bir yandan da dudaklarını emip yalanmaya başladı. Sahip Ali de bir ısırık aldı ve tekrar Polat’a verdi beni. Tam da kendi kendime düşünüp kurduğum gibi, tadım damaklarında kalmıştı işte.

      Bedenimin yumuşak kısmı yavaş yavaş kayboluyordu ortadan, ama çekirdeğim yepyeni bir hayatın düşü içindeydi şimdi. Bir dakika kadar sonra şeftali olarak benden geriye pek bir şey kalmamıştı. Ama çekirdeğim ne zaman ve ne şekilde yeniden yeşerebileceğinin hayalini kurmaktaydı. Ben işte böyle, belirli vakitlerde hem bir yandan ölüyor hem de diğer taraftan yeniden diriliyordum.

      Polat son bir kez daha benden geri kalanı ağzına aldı ve son zerreme kadar etimi çekirdeğimi emdi. Beni iyice emip ağzından çıkardığında ise artık şeftali değildim. Bir çekirdekten ibarettim, canlı bir çekirdek… İçinde yepyeni bir hayatın tohumunu saklayan, sert kabuklu ve canlı bir çekirdek…

      Tek ihtiyacım olan, kabuğumu çatlatıp filizlenmek için nemli bir toprağın altında birazcık dinlenmekti.

      Çocuklar dilini damağını yalanıp da parmaklarını da birkaç kez iyice emdikten sonra, Polat “Şimdi ne yapacağız?” diye sordu arkadaşına.

      Sahip Ali:

      “Gidip suya girelim.”

      Polat:

      “Çekirdeğini de yemeyelim mi?”

      Sahip Ali:

      “Onun için ayrı bir planım var, bırak kalsın”

      Polat bunun üzerine beni söğüt ağacının dibine bıraktı, sonra geri geri yürüdü ve koşa koşa suya yönelip, sırtüstü havuza atladı. Suya atlarken dizlerini karnına kadar çekmiş, elleriyle de dizlerini sarıp tortop olmuştu. Bir anlığına suya dalıp gözden kayboldu, sonra el ve ayaklarını çırparak ayağa kalktı. Bu arada etrafındaki çamurlar da havalanıp suya karıştı. Su çenesinin altına kadar erişiyordu. Yosunlar suyun üzerinde, başından, kulağından ve yüzünden sarkıyordu.

      Sahip Ali:

      “Polat yüzünü diğer yana doğru çevir.”

      Polat:

      “Niye ki, pantolonunu mu çıkaracaksın?”

      Sahip Ali:

      “Evet, babam yine yüzmeye geldiğimizi anlamasın. Çok döver yoksa beni.”

      Polat:

      “Daha öğleye kadar vaktimiz var eve dönmek için.”

      Sahip Ali:

      “Ne öğlesi ne vakti, tependeki güneşi görmüyor mu gözün?”

      Bunun üzerine Polat başkaca bir şey demedi ve yüzünü diğer tarafa doğru çevirdi. Sahip Ali’nin suya atladığını çıkan sesten anlayana kadar da ona doğru bakmadı. Sonra birlikte yüzmeye başladılar, suyun altına daldılar ve birbirlerine su sıçratıp oynadılar havuzun içinde. Bir süre sonra, artık vaktin tamam olduğuna kanaat getirip sudan dışarı çıktılar. Polat pantolonunu birkaç sefer sıkıp suyunu akıttı. Beni de söğüdün dibinde koydukları yerden alıp yola koyuldular. Bağın dış duvarının üstünden atlayıp diğer tarafa geçtiler. Köyün evleri, ağanın bağından uzak bir yerdeydi.

      Polat:

      “Evet, çekirdek için bir planın olduğunu söylemiştin.”

      Sahip Ali:

      “Biraz gölge insin de gelip seni çağırırım. Tepeye çıkar, orada oturur konuşuruz. Planımın ne olduğunu anlatırım sana o vakit.”

      Köyün sokakları tenhaydı, fakat epeyce sinek ve gübre kokusu sarmıştı her yanı. İrice bir köpek, duvarın üzerinden atlayıp hemen önümüzde bitiverdi. Polat köpeğin yüzünü ve başını okşadı, ardından da kendi evlerinin yolunu tuttu. Köpek de onun peşi sıra eve girdi.

      Sokak dik bir yokuş hâlinde yukarı tırmanmaktaydı. O kadar dikti ki, Polatların evinin damıyla yol aynı seviyedeydi. Sahip Ali bütün bu damların arasından yürüyüp geçti ve birkaç ev ilerideki kendi evlerinin damına doğru seğirtti. Beni hâlâ sımsıkı avucunda tutuyordu. Yoldan kendi bahçelerinin içine doğru atladı, atlamasıyla annesinin bir saat kadar önce duvarın dibine döktüğü hayvan gübresinin içine dizlerine kadar batması bir oldu. Sahip Ali’nin bundan haberi yoktu tabi. Annesi sesi duyunca evden dışarı uzattı kafasını ve oğluna seslendi: “Sahip Ali çabuk ol oğlum, bir koşu babana bir lokma ekmekle su götürüver.”

      Sahip Ali ahıra doğru yöneldi ve içeride bir köşede, gübre yığınının içerisinde bir delik açarak oraya gömdü beni. Artık karanlıktan ve gübre kokusundan başka bir şey hissetmez olmuştum. Orada bu vaziyette kaç saat kaldığımı bilmiyorum. Gübrenin o kesif kokusu neredeyse boğacak gibiydi beni. Neyse ki sonunda, üzerimdeki gübre yığınının kaldırıldığını hissettim. Sahip Ali’ydi bu. Beni çıkardı bulunduğum yerden, bir iki kere avucunun içinde ve parmaklarının arasında ovaladı, temizleyene kadar pantolonuna sildi. Geldiğimiz yolu takip edip geri döndük, Polat’ın evinin damına vardık. Polat’ın annesiyle kız kardeşi, bir yandan kendi damlarında tezek yaparlarken, bir yandan da duvarda kuruyan tezekleri çekip bir kenara yığmakta olan komşu kadınla çene çalıyorlardı.

      Sahip Ali, Polat’ın annesine, arkadaşının nerede olduğunu sordu. Annesi, Polat’ın evde olmadığını ve keçiyi kırlara otlatmaya götürdüğünü söyledi.

      Polat’ı tepenin başında bulduk. Evin kara keçisini otlaması için tepenin ardına salıvermiş, kendisi de köpeğiyle birlikte gözünü yola dikmiş oturmaktaydı. O anda birdenbire, kendi kabuğumun rengiyle, Polat ve Sahip Ali’nin tenlerinin renginin aynı olduğunu fark ettim. Her ikisi de güneşin altında o kadar yalın ayak baldırı çıplak dolanıp durmuşlardı ki, derileri iyice yanık renk almıştı artık.

Скачать книгу