Dirilen İskelet. Hüseyin Rahmi Gürpınar

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Dirilen İskelet - Hüseyin Rahmi Gürpınar страница 4

Жанр:
Серия:
Издательство:
Dirilen İskelet - Hüseyin Rahmi Gürpınar

Скачать книгу

ahirete ait sıkıntılı, siyah gölgeleri altında boğulmuş. Bu ölü bahçesine bakan pencereleri sık ve yukarıdan aşağıya bütün kafeslerle örtülü. Çevresini saran duvar değil âdeta kale hisarı. İçeride kalan serviler sanki bu kapalı kalıştan sıkılarak başlarını hapishaneden dışarı aşırmaya uğraşıyorlar. Sanki içeride dirilerin, ölülerin saklamaya çalıştıkları bir sır var. Zannedersiniz ki, burası insanlara mahsus bir ev değil, bıraktıkları kafes kemikleri şu mezarlıkta çürüyen ruhların armağanıdır.”

      Feyzi de pencereye yaklaşarak:

      “Sahi kardeş, baktıkça insanın kalbine ürküntü geliyor. Tayfur zengin çocuktur. Şişlileri, Nişantaşıları bırakıp da acaba neden konaktan ziyade cinli perili, uğursuz bir tekkeye benzeyen bu korkunç damın altında oturuyor?”

      Nihat, Sadi’ye dönerek:

      “Hiç konağın içine girdiniz mi?”

      Sadi hâlâ gözlerini, zihinleri kuruntu ile dolduran manzaradan ayırmayarak karşılık verdi:

      “Hayır…”

      Nihat devam etti:

      “Konağın içi, dışı gibi değildir. Öbür taraftan Marmara’ya karşı olan nezareti fevkaladedir. Ve her tarafı bir saray gibi mükemmel döşelidir. Bazı odaları birer küçük bedesten zannolunacak kadar antikalarla doludur. Hele büyük salon kıymetli kıymetsiz acayip eşya ile süslenmiş, görülmeye değer bir tuhaflık koleksiyonudur. Tayfur Avrupa’nın meşhur şehirlerini gezmiş, akla hayale gelmez tuhaf şeylerden ne gördü ise onların birer örneğini salonunda taklide uğraşmıştır.”

      Sadi: “Ben Tayfur’la selamlaşırım ama böyle içten içe özel hayatını bilmem.”

      Nihat: “Pek ziyade tuhaflıklar meraklısı bir çocuktur. Espirtizm,5 ölülerle ilişki kurmak, telsiz telgraf, telefon merakı, yıldızlarla haberleşme iddiası, fenne ait olsun olmasın her türlü delilik bu çocukta vardır. Komşumdur. Birçok hâllerini bilirim. Fakat öyle sıkı fıkı görüşülecek bir adam değildir.”

      Sadi: “Bu delikanlı hakkındaki merakımı gittikçe artırıyorsunuz. Onun bu gece mezarlık ziyaretleri de bu bin türlü deliliklerinden biri olacak. Fakat nasıl etmiş de bu Doktor Ferhat’ı da kendisine uydurmuş? Ben onu pek ciddi bir genç olarak tanırım.”

      Nihat: “Komşuma karşı dedikodu yapmayı sevmem. Lakin doktorun bu aile ile ilişkisi hakkında hiç de hoşa gitmeyen birtakım söylentiler duyuyorum. Ağızdan kulağa öyle kötü kötü sözler fısıldanıyor ki, aslı var mı yok mu? Bilmem. Günahı söyleyenlerin üstlerinde kalsın.”

      Sadi: “Böyle Avrupalılaşmak sevdasındaki serbest fikirli adamlar bu mahallelerde öyle rahat rahat barınamazlar. En fena dedikodulara uğramaktan yakalarını kurtaramazlar.”

      Feyzi: “Tayfur’un kişiliği üzerinde sonra konuşursunuz. Şimdi bu acayip çocuğun hareketlerindeki bilmeceyi çözmeye bakalım.”

      Nihat: “Merakınız ciddi ise üçümüz el ele vererek bu çözülmesi zor işi pek çabuk halledebiliriz.”

      Feyzi: “Nasıl?”

      Nihat: “Önce her rahatsızlığı göze aldırmak ve hiçbir yorgunluktan yılmamak gerek.”

      Sadi: “Zaten işin tadı orada. Bu rahatsızlıkların, yorgunlukların ne olduğunu söyleyiniz. Tekliflerinizin hiçbirine karşı bir şey söyleyecek değilim, işte size önceden söz veriyorum.”

      Nihat: “Bu Tayfur’la Ferhat’ın gece hareketlerinde hiçbir düzen yok. Belki yarın gece yine giderler. Belki üç gece, dört gece sonra…”

      Feyzi: “Hakkın var.”

      Nihat: “Bunun için siz yarından başlayarak her akşam bana misafir olursunuz. Allah ne verdiyse yeriz. Avluda alesta üç bisiklet bulundururuz. Pencere arkasından onları gözetleriz. İkisi konağın kapısından çıkar çıkmaz biz de makinelerimize atlar, biraz ara vererek onları izlemeye koyuluruz. Olmaz mı?”

      Feyzi sözü biraz şakaya bozarak:

      “Niçin olmasın? Zaten ben karın doyurmak için akşamları düşecek yer arıyorum. Sen kabul ettikten sonra bu ne olduğu bilinmeyen işin aydınlığa kavuşacağı zamana kadar buraya kapılanmak benim canıma minnet.”

      Bu sırada oda kapısından ihtiyar bir uşak görünerek:

      “Beyefendi, misafir geldi. Müsaade ederseniz yanınıza çıkmak istiyor.”

      Nihat çatık bir suratla:

      “Kim?”

      “Mahalle camisinin meyzini…”6

      Ev sahibi iki misafirine dönerek:

      “Ne dersiniz, gelsin mi?”

      Feyzi: “Niçin gelmeyecek? Tabii gelsin… Biz konuşacağımızı konuştuk. Kararımızı verdik.”

      Bir dakika sonra eski bir abaya sarınmış, kır sakallı, derbeder, sarıklı, ihtiyar bir softa içeriye girdi. Eli göğsünde, boyun keserek dervişçe bir selamla alçak bir sedirin ucuna ilişti.

      Nihat Bey: “Merhaba meyzin baba.”

      Meyzin: “Merhaba evlat.”

      Nihat Bey: “Hayrola?”

      Meyzin: “Yok, hiçbir şeyde hayır kalmadı. Üzerimizden bir Tanrı gazabı esiyor. Bu gidişin ilerisini iyi görmüyorum. Biliyorsunuz, cami-i şerifin meyzini de benim, imamı da, kayyumu da… Siliyorum, süpürüyorum. Beş vakit ezanı okuyorum. Bazı geceler kendi kesemden iki kandil yakıyorum. Cemaat gelmiyor. Biz böyle günlerde Tanrı’ya yalvarmazsak, onun evine uğramazsak ne zaman ibadet edeceğiz; Tanrı’dan günahlarımızı bağışlamasını dileyeceğiz? Topal Hafız’ı bilirsiniz. Mevlit okur, mukabele okur, aşır okur geçinirdi. Önceleri camiye o gelirdi. Yatsı namazlarında ikimiz cemaat olur, namazımızı kılar, ikişer sure okurduk. Hafız sizlere ömür, Hakk’a yürüdü. Artık cemaat gelmiyordu. Fakat halkın bu imansızlığına, bu ihmaline, tembelliğine alıştık. Kimse gelmese de cami-i şerif kutsallığını muhafaza ediyordu.”

      Nihat Bey: “Ne oldu? Cami-i şerifin kutsallığını bozacak bir hâl mi ortaya çıktı?”

      Meyzin gözlerini sulandıran bir hüzünle:

      “Camiyi depo yapacaklarmış. Geldiler, çizmelerle gezdiler. Gittiler. O gece sabaha kadar okudum. Namaz kıldım. Dua ettim. Tanrı’ya ve bütün erenlere, evliyalara yalvardım. Bu yakarışlarım Tanrı katında kabul olundu. Çok şükür bir daha gözükmediler. Şimdi şikâyetim başka taraftan… Komşumuz olacak o Tayfur Bey midir Menfur Bey midir? Bu çocuk Firavun gibi Tanrı’ya ortaklığa kalkışıyor. Konağın damı üzerinde türlü türlü araçlar… Güya onlarla dünya yüzüne ne kadar yağmur düştüğünü ölçermiş. Hava yarın iyi mi olacak, fena mı anlarmış. Tanrı korusun, haşa hiç Tanrı işine karışılır mı? Beyin lalası

Скачать книгу


<p>5</p>

Spiritizm: İspritizma; ruhun ölmediğine inanan, gereğinde ölülerin ruhlarıyla ilişki kurulabileceğini ileri süren inanış. (e.n.)

<p>6</p>

Meyzin: Müezzin. (e.n.)