Dirilen İskelet. Hüseyin Rahmi Gürpınar

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Dirilen İskelet - Hüseyin Rahmi Gürpınar страница 8

Жанр:
Серия:
Издательство:
Dirilen İskelet - Hüseyin Rahmi Gürpınar

Скачать книгу

çıkar. Cinleri, perileri, inançsızları, saygısızları çarpmak için hep buralarda dolaşır.”

      Nihat: “İşte açıkça söylüyorsun. Halkın bu mezarlıklara yığdığı kuruntu diyorsun. Sonra kendin bu kuruntudan ürküyorsun.”

      Feyzi: “Bu çukurların içinde, eriyen ve eriyecek bütün varlıkların sırları gömülü… Mezar deyince en kâfir, en inançsız, inkârcı kimselerin bile yürekleri titrer diyorum sana…”

      Nihat: “Ben mezarlardan halk gibi korkuya kapılarak titremem. Ha insan kemiği, ha hayvan kemiği… Kurban Bayramı’nda etini yedikten sonra kemiklerini bahçeye gömdüğünüz koçun mezarından niye korkmuyorsun?”

      “Ben kuru lafa önem vermem.”

      “Kuru laf değil. Duygumu söylüyorum.”

      “Gerçekten bu ölüm tarlasından korkmuyorsan sana şimdi şuradan geniş bir mezar kovuğu göstereyim. Gir içine yat. Yoksa bana karşı başka türlü iddianı ispat edemezsin.”

      “Her nerede olursa olsun yere kazılmış bir çukurun içine girip de topraklara bulanmak hoşuma gitmez.”

      Biraz önden giden Sadi:

      “Lafa bir son veriniz. Biz buraya böyle iddialar için değil başka maksatla geldik. Öndekileri gözden kaybedeceğiz. Buraların öyle bir akustik hâli var ki… Küçük bir lakırtı büyüyor, dalgalanıp gidiyor. Seslerimizi öndekilere işittirirsek iş falso olur.”

      Soldaki çeşmeyi, sağdaki mezarcı kulübesini geçmişler, su terazisinin önüne gelmişlerdi. Birer büyük sandığa benzeyen pehleleri9 çarpılmış eski biçim mezarlar istifsiz, düzensiz bir yığıntı ile iki tarafı dolduruyordu, eski düz duruşlarını kaybetmiş bazı taşlar fısıldaşan iki insan gibi baş başa vermişlerdi.

      Henüz yükselmemiş olan ay, eşyayı asıllarının birkaç katı büyütüyor, servileri yerlere uzanmış korkunç birer gulyabani yapıyor, fesli, kavuklu taşların yere düşürdüğü acayip gölgeleriyle mezarlığın dehşet veren bir karikatürünü çiziyordu.

      Üç delikanlı gölgeleri birer deve kadar tümseklenen bisikletlerinin üzerinde yolun elverişli taraflarını arayarak, taştan taşa hoplayarak nefes nefese gidiyorlar. Gittikçe diriler şehrinden uzaklaşıp ölüler yurduna dalıyorlar. Mezarların derinliklerindeki gizlilik, sessizliklerindeki heybet artıyor. Sanki adım adım başka bir âleme yaklaşıyorlar. Başka bir yaradılışa katılıyorlar. Gezegenlerden birine yükseliyorlar.

      Feyzi birdenbire:

      “Nereye giriyoruz Allah aşkına?”

      Sadi: “Öndekilerin gittikleri yere…”

      Feyzi: “Onlar hangi sırra ermeye koşuyorlar?”

      Sadi: “Bilmem. Şimdi öğreneceğiz.”

      Feyzi: “Biz bu işe tuhaf bir merakla eğlence şeklinde başladık. Fakat böyle vakitsiz bu ölüm tarlalarının içinde dolaşıp ahiretin kokusunu aldıkça çocukluk ettiğimizi anlıyorum.”

      Nihat: “Neden?”

      Feyzi: “Kardeşim bu mezarlar dirilere birer kucak kemikten başka hiçbir sır vermezler. Şimdiye kadar bu gizliliğin arkasından koşanlar boşuna yorulmuşlardır. Belki kimyagerler bir gün altının nelerden meydana geldiğini ispat ederler. Fakat hiçbir fen adamı, hiçbir kimse ölüye ahiretin sırlarını söyletemez. Tayfur’la Ferhat budalalık ediyorlar, olmayacak bir şeyin ardından koşuyorlar.”

      Sadi: “İşte iyi ya… Biz de bu budalalığın türünü anlayacağız. Yoksa şu mezarlardan karşımıza bir zevzek ölü çıkıp da onun bize ‘Buyurunuz şuraya. Birer kahve, sigara içelim de size güzel bir konferans vereyim.’ demeyeceğini gayet iyi biliyoruz.”

      Şimdi Hamidiye köyüne doğru genişleyen ufuk gittikçe daha sırlarla dolu, hafif, rüyalı bir aydınlıkla açılıyor, yolculara ötede toplanıp bekleşen ruhlarla görüşmeye gidiyorlarmış gibi bir kuruntu geliyordu.

      Sadi ani bir hareketle makinesinden yere atlayarak yavaşça, “Dikkat… Öndekiler bisikletlerden indiler. Galiba menzil burası. Bakalım ne yapacaklar?” dedi.

      Arada aşağı yukarı iki yüz metreden fazla bir mesafe vardı. Fakat yol genişleyerek servilerin karaltısından kurtulmuş olduğu için Tayfur’la doktorun hareketleri seçiliyor, hafif ay ışığı arkadan vurduğundan öndekileri gösterdiği kadar geridekileri de onlardan saklıyordu.

      Üç arkadaş aradaki mesafeyi koruyarak beklediler. İleridekiler karşı karşıya durmuş, bir şeyler konuşuyorlardı. Lakin mesafenin uzunluğundan hiçbir lakırtı işitilmiyordu.

      Beş altı dakika konuştuktan sonra besbelli kararlarını verdiler. Makinelerini sırtlayınca sağ tarafa, yani Eyüp Mezarlığı’na daldılar.

      Sadi: “Haydi kaçırmayalım. Öncülüğü yine bana veriniz. Daima servileri, mezar taşlarını siper alarak ilerleyelim.”

      Nihat: “Yoldan mı ilerleyelim? Mezarlığın içinden mi?”

      Sadi de bunu düşünüyordu. Hareket işareti vererek:

      “Durmayalım. Onların mezarlığa girdikleri noktaya kadar yoldan gidelim. Başka türlü yapacak olursak o mezar taşı ormanlığı içinde beyleri gözden kaçırırız.”

      Bisikletleri ellerinde yürüterek hızlıca ilerlemeye başladılar.

      Sadi kaldırımların bozukluğu içinde sarsılan sesiyle diyordu ki:

      “Onlar bizi uzaktan bu yol üzerinde görseler yolcu sanırlar. Fakat mezarlığın içinde kendimizi seçtirirsek tabii kuşkulanırlar.”

      Nihat: “Nereden saptıklarına iyi dikkat ettiniz mi?”

      Sadi: “Evet, evet… Çitlembik midir, meşe midir? Mezarlık sınırında bir top ağaç var. İşte tamam o hizadan girdiler.”

      Üç dakika sürmedi. Top ağaca vardılar. Mezarlıkta yer az bir meyilden sonra birdenbire aşağı doğru dikleniyordu. Taşların gerilerinde siperlenerek ileriye baktılar. Ne bir mırıltı işittiler ne de önlerinde hareket eden bir karaltı gördüler.

      Nihat ümitsizce, “Kaybettik mi?” dedi.

      Küçük ayın ışığı bayırın çukuruna düştükçe sönüyor, hiçbir şey seçtirmez bir şekilde kararıyordu.

      Sadi engin karanlığın bu yorgunluğunu gözleriyle delmeye uğraşarak karşılık verdi:

      “Henüz işimizin ümit kesecek bir anında değiliz. Lakin zorluk başladı. Şimdi üçümüz enine bir çizgi üzerine açılarak kendimizi göstermemeye dikkat ede ede aşağı inelim. Onların karaltılarını gördüğümüz veya seslerini işittiğimiz zaman sinelim. O vakit yalnız birimiz yaklaşsın. İkimiz alargada dursun. Fakat dikkat ediyor musunuz? Önceleri batıya doğru giderken şimdi kuzeye döndük. Ay aydınlığı arkamızdan vururken şimdi yanımızdan geliyor. Onlardan korunmak daha

Скачать книгу


<p>9</p>

Pehle: Mezar sandukalarının yan taşlarına verilen isim. (e.n.)