Hasan Mellah yahut Sır İçinde Esrar. Ахмет Мидхат

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Hasan Mellah yahut Sır İçinde Esrar - Ахмет Мидхат страница 5

Жанр:
Серия:
Издательство:
Hasan Mellah yahut Sır İçinde Esrar - Ахмет Мидхат

Скачать книгу

style="font-size:15px;">      Alfons: “Ne yapayım ki gemiciydim. Eğer gemici olmamış olsaydım, annenin yanından ömrüm müddetince bir dakikacık ayrılmazdım. Ah hem de o hâlde sevgili anneni, sevgili zevcemi elden çıkarmazdım.”

      Cuzella: “Nasıl oldu da…”

      Alfons: “Söyleyeceğim ya! Her yaz nisan içinde denize çıkar, ağustos sonuna kadar Allah ne verdiyse kazanıp sonra dünya bir yere gelse mutlaka buraya dönerdim. O zaman sen henüz dünyada bile değil, niyette bile yoktun. Bir yaz yine denize çıktım. Cezayir’e yük bulup gittik. Gemiyi boşaltır boşaltmaz Mısır için navlun2 bulup yükleterek Mısır’a gittiğimizde mal sahibi malı çıkarmadan İstanbul’a götürmek için pazarlığa girişti.

      Ben o zaman geminin yarısının sahibi ve ikinci kaptan idim, pazarlık uydu. Biz de ver elini Gelibolu Boğazı diye İstanbul’a vardık. Lakin böyle söylediğim kadar çabuk varmadık. Yaz vakti havalar durgun olduğundan bir buçuk ayda İstanbul’a ancak vardık. Bir de gittik ki Osmanlı Devleti’nin Rusya ile muharebesi var. Karadeniz için olan navlunlar hem ateş pahasına hem de mecburi gibi bir şey. Tersanede bizi de yakaladılar. Tuna Nehri’nin ağzına navlun teklif ederek sekiz yüz tane duka altını verdiler. Bu navlun her yerde bulunur navlun olmadığı gibi muhalefet etmekte dahi olsak Türklerden korkarak tekliflerini kabul ettik. Hasılı hem para tamahı hem korku, bizi İstanbul’dan da Tuna’ya gönderdi. Lakin gider gitmez gemiyi boşaltamadık. Muharebe hâliyle biraz vakit kaybettik. Derken kış bastı. Bir gece Tuna Nehri buz kesildi. Artık bütün kış orada mahpus kaldık. Her sabah kalkıp geminin etrafındaki buzları kırmak günlük işimiz oldu.

      İleriki sene nisana kadar orada kaldık. Nisan ortalarında kurtulduk. Ama tam denize çıkmak mevsimi olmadığından vilayetime gelemeyip kâh Karadeniz kâh Akdeniz seyahatleriyle yazı geçirdik. Eylül sonundaydı ki buraya geldim. Anneni ne hâlde bulsam beğenirsin? Sararmış, solmuş, gözleri çukurlaşmış, vücuduna bir zafiyet gelmiş.”

      Cuzella: “Demek oluyor ki sizin hasretinizle bu hâle gelmiş.”

      Alfons: “Evet, biz de en evvel öyle bir mana verdik. Ama meğer kendimizi aldatmışız.”

      Cuzella: “Ya ne olmuş?”

      Alfons: “Ne olduğunu şimdi anlarsın. Lakin ben onu tam sekiz sene sonra anladım. O hâlde annen bana hasretle pek fena bir hâle girdiğini ve hatta hem hava değiştirmek hem de biraz eğlenip teselli bulmak için şuraya, şehre kadar (Murcia şehrine demektir ki Cartagena’ya karadan bir günlük yoldur.) giderek bir iki ay ikamet ettiğini söyledi. Ben de inandım. Aradan vakitler geçti. Sen doğdun, büyüdün, beş yaşına girdin. Hep, biz annenle bir elmanın yarısı o, yarısı ben gibi yaşadık. Nihayet bir yaz yine gemi ile Cezayir’e gitmiştik. Orada Malagalı bir gemi dahi bizim geminin yanına demirlemiş olduğundan geceleri ya onun kaptanları bize gelirler ya da biz onlara gider, konuşur, eğlenirdik. Bir gece yine biz onlara gitmiştik. Herkes gördüğü ve işittiği garip şeyleri hikâye ettiği sırada o geminin hocası dahi şöyle bir fıkra nakletti:

      ‘Murcia şehrinde Pascal isminde bir dostum vardı. Gayet yakışıklı, cesur, oldukça da zengin bir adamdı. Alışveriş için Cartagena kasabasına gider gelirmiş. Orada gemici tayfası mı, hoca mı, kaptan mı, hasılı Alfons isminde bir adamın zevcesini tanır. Ama karı öyle ırz ehli imiş ki Hazreti Meryem kadar. Pascal nasılsa karının zihnini çeler. Karının kocası, deniz işleri ile denize çıkınca Pascal dahi emelini gerçekleştirmeye muvvafak olur.’ ”

      Cuzella: “Aman ne diyorsunuz?”

      Alfons: “Sabret de işin dahası var. Herif benim kim olduğumu tanımıyor ya. O güya ezberden İncil okuyormuş gibi hikâyesini naklediyordu. Diyordu ki:

      ‘Hem de nasıl muvaffakiyet? Karının kocası o yaz değil, o kış bile gelmediğinden Pascal ile karı, muhabbetlerinin kıymetli bir meyvesi olarak ortaya bir de erkek çocuk çıkarırlar.’ ”

      Cuzella: (yüreği çarparak) “Aman babacığım!”

      Alfons: (sözünde devam ile) “ ‘Fakat bu çocuk Cartagena’da dünyaya gelmez. Tam karının doğumu yaklaşınca karı kalkar Murcia’ya gider, orada doğurur. Aradan bir seneye kadar zaman geçtikten sonra kocası dönerse de eşine muhabbeti tam olduğu gibi iffeti hususunda dahi şüphesi olmadığından yine eskisi gibi yaşamaya başlar.

      Hatta karısını doğurmak hâlinden arız olan zafiyet içinde görünce Alfons’un canı sıkıldığından ve karısı ise Murcia’nın havasının kendisine yaradığını söylediğinden artık yaz mevsimlerinin bir iki ayını karı Murcia’da ve Pascal’ın aşk kucağında serbest serbest geçirmeye başladı. Çocuk, sütninesinin elinde büyürdü. Aradan üç sene bu hâl ile geçti. Bir yaz karı yine Pascal için Murcia’ya geldi. Bir de Pascal’ı başka bir karı ile bağdaşmış bulunca ne yapsa iyi? Senin için sevgili kocama hıyanet ettim, namusumu, iffetimi senin ayaklarının altına attım. Sen yine bana bu hıyaneti nasıl reva gördün? diye cebinden bir küçük hançer çıkarıp Pascal’ın karnını deşer.’ ”

      Cuzella: “Aman babacığım, bu söylediğin şeyleri yapan hep annem mi? Aklıma dokunacak!”

      Alfons: “Sabret, herif hikâyeyi şöyle tamamladı:

      ‘Pascal aldığı yara üzerine derhâl vefat etmedi. Birkaç gün daha yaşadı. Lakin kendisini kimin vurduğunu benden başka bir kimseye söylemedi. Nihayet artık hayatından ümidini kesince bir vasiyetname kaleme alıp bunda kendisinin yaralanmasına, yine kendisinin sebep olduğunu ve hatta büyük bir kabahati üzerine haklı olarak bu cezaya uğradığını ve dolayısıyla vefatından dolayı hiçbir kimsenin suçlanmamasını yazdı. Hasılı Pascal ahirete gitti. Çocuk ise sütninesinin yanında kaldı. Lakin karının ne olduğunu haber alamadım.’

      İşte gemi hocası hikâyeyi bu suretle tamamladıktan sonra herkes olup bitenlere şaştılar. Lakin bizim birinci kaptan işi bildiği cihetle benim yüzüme baktı. Sanki her kirpiği birer ok imiş gibi ciğerime saplandı. Biraz daha güç hâlde oturabildik. Kalktık, sandalımıza binip gemimize geldik. Gemide bizim kaptan ‘Ee, Alfons ne yapacaksın?’ diye bana sordu, ben de tahammül edemeyeceğimi anlattım. Sevgili zevcemin canına kendi elimle kıymaya ve fakat bu sırrı kimseye açmamaya karar verdik. Çünkü o zaman annenin Murcia’da olduğunu biliyordum. Sense henüz altı yaşında olup burada sütninenle kalmıştın. Ben sana kendimi göstermeyip doğruca Murcia’ya gittim. Anneni piçin sütninesi olan karının hanesinde bulup, piç âdeta sekiz on yaşına varmış koca bir çocuk idi. Validen beni görünce şaşırdı kaldı. Bu ansızın olan gelişimin sebebini bile sormaya ağzı varmadı. Hele ‘Bu çocuk kimin nesidir?’ diye sorduğum zaman bütün bütün dili dolaşıp, şaşkın şaşkın etrafına bakınıp gayriihtiyari ‘Beni öldür de çocuğumu öldürme!’ diye haykırmaya başladı. Bu hâlde artık nazarımda her şey sabit olmuş demek oldu. Bıçağı çıkarıp bir kere annene, bir kere de çocuğa saldırdım. Ortalık al kan kesilip benim ise gözlerimi kan bürümüş olduğu cihetle dünya gözüme görünmeyerek buraya geldim. Derhâl gemiye binip, demir kaldırarak denize çıktık. Her zamanki gibi yaz mevsimini denizde geçirip kış üzeri geldiğimizde karımın nasıl öldürüldüğünü dostlar haber verdiler. Ağladık, mağladık. İşte anneni bu suretle elden kaçırdık kızım.”

      Cuzella: “Annemdir. Gerçi acırım, acırım ama onun bu cezaya layık olduğunu teslim ederim.”

Скачать книгу


<p>2</p>

Navlun: Deniz ve nehir yolu ile taşınan eşya için, taşıma hizmeti karşılığında gemi şirketine ödenen ücret. (e.n.) 19