Hasan Mellah yahut Sır İçinde Esrar. Ахмет Мидхат

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Hasan Mellah yahut Sır İçinde Esrar - Ахмет Мидхат страница 8

Жанр:
Серия:
Издательство:
Hasan Mellah yahut Sır İçinde Esrar - Ахмет Мидхат

Скачать книгу

suya indirerek) “Gördün mü bir kere, ben sana konağın sahibisin dedim. Tevekkeli demedim, işte böyle ince cihetleri ancak sen düşünürsün. İstersen senin çektiri kaptanını da davet edelim de altı olalım.”

      Cuzella: “Daha münasip.”

      Bu suretle verilen karar üzerine Alfons çıktı gitti. Kız ise yüreğindeki gizli memnuniyeti gizlemeye çalışıyordu. Memnuniyeti iki kaptanın da sofrada bulunmasındandı. Çünkü bu takdirde babasının bu kadar halkın huzurunda üstü kapalı olsun söz söyleyemeyeceğini biliyordu.

      Hemen o saat aşçı ile hizmetçiyi çağırıp sofra ve yemek hazırlığını gördü. Hizmetçiler zaten bu gibi işlerin acemisi olmadıkları cihetle hazırlığı güzelce yaptılar. Cuzella ise her işi düzenledikten sonra akşamüzeri bahçesine çıkıp içinin de sıkıntısıyla âdeta ziyaret etmedik fidan, gözden geçirmedik çiçek bırakmadı.

      Akşam pederi geldiği zaman kızıyla ancak sofra başında görüşebildi. Yarın için tertip olunan ziyafetten sual eyledikçe Cuzella tarafından pek uygun, itaatli cevaplar alınca nişan meselesinde de böyle bir cevap alacağı hülyası ile o meseleyi de tekrar ortaya attı. Lakin kızdan yine şiddetli bir ret cevabı alarak yarın nişan töreninin yapılmasının mümkün olamayacağını anladı.

      Yemekten kalktıktan sonra kız, babasının odasına gitmeyip doğruca kendi odasına çekildi ve bir kitap alıp okumaya başladı ise de sofra başında babasına layığıyla cevap verdiğini hatırlayarak kalbi rahatlayıp o gece başka gecelerden daha az elemli vakit geçirdi.

      Alfons’a gelince; o da yalnız Pavlos’un zekâsına ve olgunluğuna değil, âdeta en çoğu üç dört yüz bin talerine âşık olduğundan kızını bu adama vermeyi kendisine gaye edinerek fakat kızı tarafından gördüğü ret üzerine “Nasıl yola getirebileceğim?” düşünceleri ile o geceyi hemen hemen gözü açık geçirdi. Ertesi sabah konak içinde ziyafet hazırlığı görülmeye başlandı. Cuzella, uzaktan işaretlerle işleri idare eder, Alfons ise birtakım boşuna telaşlarla halkı nafile yere meşgul ederdi. Nihayet oraca kendi vücuduna lüzum olmadığını kendisi de anlayarak kalktı. “Ben Sinyor Pavlos’un gemisine gidiyorum. Geldiğimiz zaman her şeyi hazır bulmalıyız.” tembihiyle çıktı, gitti.

      Şimdi biz burada ziyafetin hazırlanmasına dair geniş bilgi verecek olsak kitabımızı kilerci defterine benzetiriz. Dolayısıyla o bilgiden vazgeçerek Pavlos hakkında biraz bilgi vermeyi münasip saydık.

      Dördüncü Bölüm

      Yukarıda sözü geçmesi münasebetiyle Pavlos hakkında bir iki söz söylemiş ve bu arada kendisinin Akdeniz’de pek büyük bir tüccar olduğunu haber vermiştik. Lakin Pavlos bu hikâyenin birinci kahramanlarından olmaktan başka, hikâyemizin aşağısına doğru verilecek bilgiden de anlaşılacağı gibi bu adam İspanya’nın millî tarihinde birinci derecede bir adam olup bundan başka Fransa, Fas ve Osmanlı tarihlerince de hayli mühim olduğundan kendisi hakkında hikâyemizin bu cihetine ait olan bilgiyi vermek lazımdır. Bu zatın haber verildiği kadar değil, daha fazla bile zengin olduğuna hiç şüphe etmemelidir. Zira emrinde bulunan uskunanın, iki kaptan, bir reis, bir hoca, bir lostromo, yani güverte kumandanı, iki dümenci, dört armacı, bir miço, bir kamarot ve üç de tayfadan ibaret bulunan adamlarına ve geminin hâl ve şanına bakıldıkça böyle bir geminin ancak üç, dört yüz bin taler varlığı olan bir adamın maiyetinde bulunabileceği tahmin edilir. Çünkü hesap edilecek olsa yalnız tayfasının maaşı bile yedi bin taleri geçer.

      Hikâye okunurken böyle, senede yedi sekiz bin taler yalnız bindiği uskuna tayfasının maaşı olacağı tahmin edilecek kadar şarlatanlar ve hilekârlar bulunabileceği dahi hatıra gelir. Ancak Pavlos için böyle bir şey hatırlamaya imkân yoktur. O biçim şarlatanların hâl ve durumunda mutlaka bu derecede şatafatın yapma olduğunu anlatan ya gurur ya övünme veya gösteriş gibi bir şey bulunacağı aşikâr iken Pavlos’ta böyle bir şeyler görülemezdi.

      Kıyafetini yukarıda tarif ettik. Sonra gelip Cuzella’nın huzuruna dahi çıktı ki üzerinde dört parmak bir altın kordon bile görülmeyip her hâli sade ve fakat tavrında görülen büyüklük pek fevkaladeydi. Alfons dahi varlığı hesap edilecek olsa Pavlos’a nispetle bir derece aşağı kalabilecek bir zengin iken hâlâ gözü aç olup hiçbir şeye kanaat edememesi ve her şeye heves edip başarmaya kudreti olmayan heveslerini gönlünü zorlayarak yenmeye çalışması ve hele bulunduğu derecenin üstünde kibar görünmeye gayret etmesi, yaradılışında büyüklük olmadığını ispat edebilir. Pavlos ise bu hâllerin bütün bütün aksine bir tavırda ve hâlde idi.

      Kendisi henüz yirmi yirmi iki yaşında genç bir adam olup uzunca boylu ve boyunun uzunluğu balık eti denilecek kadar semiz olan vücuduna görünüşte bir incelik vermiş, incerek bıyıklı, kösece sakallı, mavice gözlü fakat yüzünün hatları bakışlara oldukça güzel görünen bir delikanlı idi. Bu delikanlı gence, yüzünün yuvarlaklığı da ayrı bir güzellik katıyordu. Suretinin bütününde, o kadar zekâ müşahede olunuyordu ki mübalağada mahareti olan bir adam, karşısında bulunan kimseyi sükûtuyla mat eder dese maharetine nispetle mübalağa edememiş olur.

      Söz ustası idi. Fakat malum ya söz ustası olanlar cart cart ötmezler. Sözü zamanında ve yerinde söyleyip de az söz söylemekle işi yoluna koyabileceği gibi çok söz söylediği zaman halka usanç vermeyip tatlı tatlı dinlemeye mecbur ederdi.

      Müstahzaratına8 nihayet yoktur. Lakin müstahzarat dediğimiz şeyin ne olduğunu bilir misiniz? Eğer gerek başkaları ve gerek kendisi tarafından hazır söylenmiş şeylerin ezberinde olduğuna inandınızsa hata edersiniz. Burada müstahzarat tabirinden muradımız, her mevkiye, her zamana, her hâle mahsus olan cevaplar kendisinin zaten müstahzarı imiş gibi derhâl ağzından fırlayıp inci tanesi gibi saçılmıştır. Yani Pavlos’a pek çabuk anlayışlı desek de olur. Çünkü leb demeden leblebiyi anlamak kendisi için işten bile olmayıp hatta karşısında bulunan adam leblebi dediği zaman verilmesi lazım olan cevaba kadar derhâl meseleyi kavrardı.

      Bahsetmediği fen yoktu, söylemediği lisan dahi yoktu diyemeyiz. Zira dünyada iki binden fazla lisan olup bunların isimleriyle mahiyetlerini bilmek dahi büyük bir fen sayılır. Lakin ana dili olan İspanyolcayı ne kadar bilmekte ise Arap, Fransız ve İtalyan lisanlarındaki mahareti ondan da ziyade olup bunlardan başka ikinci derecede olarak Farsça, Türkçe ve Rumca bilirdi. Ancak ikinci derecede bildiği lisanlar dahi olur olmaz adamlar için övünülecek derecedeydi.

      Demek oluyor ki Pavlos, zamanının bir tanesi idi. Hayhay! Hem hikâye yazarlarının sırf hayal ile meşgul olduklarına bakarak Pavlos hakkında verdiğimiz malumatı hayal zannetmemeli. Yukarıda dahi dediğimiz üzere bu zatın ismi İspanya, Fransa ve Fas tarihinde geçip Osmanlı tarihlerinde dahi geçmesi lazım gelirken tarihlerimizdeki hadsiz, nihayetsiz noksan sebebiyle anılması unutulmuştur. Durum daha sonra meydana çıkınca malum olur ya…

      Yukarıda Pavlos’un Akdeniz’in her tarafında ismi meşhur bir tüccar olduğunu beyan etmiştik. Hâlbuki yine yukarıdan beri hâl ve şanı hakkında verdiğimiz malumata göre bu kadar ilim ve irfanın, bu derece fazilet ve olgunluğun bir tüccar adam için çok görüleceği hatıra gelmiyor mu?

      Bizim hatırımıza geldi. Çünkü haber verdiğimiz malumatın derecesi en büyük bir devletin, en büyük bir diplomatı için bile fazladır.

      Hem Pavlos gibi bir adam bu kadar şeyi ne zaman tahsil etmiş ve ticaretçe bu kadar

Скачать книгу


<p>8</p>

Müstahzar (çoğulu müstahzarat): Kullanıma hazır duruma getirilmiş, hazırlanmış. (e.n.) 32