Bizim Nesibe. Мемдух Шевкет Эсендал

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Bizim Nesibe - Мемдух Шевкет Эсендал страница 11

Bizim Nesibe - Мемдух Шевкет Эсендал

Скачать книгу

esiyor, makine çalışıyor, araba sarsılıyor. Ara sıra birkaç söz konuşuluyor, çok zaman susup boşluklara bakılıyor.

      Nihayet, uzun deniz yolculuğu için vapura binilecek liman şehrine varılıyor. Bilinmeyen sokaklardan geçiliyor, vapurların bulunduğu deniz kıyısına geliniyor. Bir kenarda, binilecek, onları sılaya götürecek vapur bekliyor. Deniz açık mavi mi, koyu mavi mi? Göz alabildiğince uzanıyor.

      Otomobilden eşyalar indiriliyor, hamallar vapura taşıyorlar onları. Sonra vapura biniliyor. Kamarotlar, kamaralarını gösteriyorlar; yerleşiyorlar kamaralarına. Uzun ve yorucu kara ve tren yolculuğundan sonra, bir süre dinleniyorlar kamaralarında. Tam bir zindelik içinde çıkıyorlar kamaradan. Güvertede dolaşılıyor. Bazı kişilerle tanışılıyor. Sonra da salona giriyorlar. Orada da tanıştıklarından bazıları var. Oturuyorlar.

      Başçarkçı ile birlikte çay içiyorlar. Barmen, büfenin yanında, ayakta duruyor. Bir tabak içinde rende talaşı gibi bükülmüş tereyağı parçaları. Kalın çay bardakları, el silmek için ince kâğıtlar, her şeyin üstünde geminin damgası…

      Salon pencerelerinde ölçülü bir tıkırtı var. Açık denize doğru gemi yol vermiş. Hava sakin, güneş batıyor. Trende, bitişik bölmede seyahat etmiş bir karı koca ile iki çocuk, gemide de gene beraber. Çaya geç kalmışlar. Çocuklar dehşetli yaramaz, baba ana ne yapacaklarını bilemiyorlar.

      Bütün gemi sanki bu birkaç kişi için seyahat ediyor.

      Bir genç adam, gözleri ve saçları çok güzel, kaptan köprüsünden iner, cebinden anahtarını çıkarıp kamarasını açar, girer. Gemi memurlarından iki kişi güvertede dolaşıp konuşurlar. Bunlardan birinde, gözleri ile etrafı arayan, kadın görünce bir lahza-cık duran bir hâl var.

      İhtiyar, ak saçlı, iri yarı bir kaptan geçer, kadınları kasketi ile selamlar. Bu gemi süvarisi olsa gerek. Güvertede oturup kitap okumak istenir, okunur da ama bir şey anlaşılmaz.

      Bu sırada iki genç muavin kaptan, iki genç adam geçerler, çok gizli bir nazarla kadınlara bakarlar. Bunlar belli ki tatlı çapkın adamlar. Birisinin, yeni tıraştan sonra sakal bıyık yerleri belli oluyor, bu güzel mi, çirkin mi? Çabuk hüküm verilebilir bir şey değil.

      Tenhada bir kadın, bunların arasına düşse… İnsan onların hâllerini düşündükçe güleceği geliyor.

      “Ne gülüyorsun?”

      “Ben mi? Şimdi mesela, bizim gittiğimizden annemin haberi olmasa da birden karşısına çıksam…”

      “Eee, bunda gülecek ne var? Hem onların haberi de var.”

      “Var ya! Sanki olmasa diyorum…”

      Gece oluyor, gittikçe deniz kararıyor. Birkaç gemici, merdiven yanında ayakta konuşuyorlar.

      Yemek çanı çalınıyor. Yolcular aç değiller ama sofraya gidecekler. Kamaralarına gidip kitaplarını bırakıyorlar. Sofrada kimleri göreceklerini bilmiyorlar.

      Yemek salonuna geldikleri vakit sofra henüz boştur, ayakta pencereden bakıyorlar. Bir aralık, gemi başkaptanının, gemi düdüğü kadar kalın sesi duyuluyor, dönüyorlar. Başka yolcular da yetişiyorlar. Herkes yerine oturuyor. O, kadınlara dik dik bakan adam, gemi kâtibiymiş. Yaramaz çocukların anası, babası yemekteler. Çocukları kamaraya kilitlemiş olacaklar.

      Yemekte iki genç hanım daha ortaya çıkıyor. Bunların biri o kadar güzel, sevimli bir hanım ki bütün erkeklerin gözü üstünde kalıyor. Açık kumral saçlarından bir demetçik, güzel kaşının üstüne düşmüş. Kendine bakan gözlerden sanki rahatsızdı.

      Kaptan iri yarı bir adam, eski bir deniz kurdu. Ensesi kat kat, omurları merdiven basamaklarından daha kalın, iri parmakları arasında çatal bıçak kayboluyor. Uzun yıllar Cava, Hint Çini, Çin seferleri yapmış; çok meraklı hikâyeleri var. Göründüğü gibi kaba bir adam da değil. Yemekte, bir münasebetle Hindistan’da gördüklerini anlattı.

      Yaramaz çocukları olan ana baba, herkesten evvel sofradan kalkarlar. Bir kısmı, bir zaman daha kalır, kaptanı dinlerler.

      Yemekten sonra gemi büsbütün tenhalaşmış görünüyor. Gemi karanlıkta gidiyor, sular hışırdıyor. Vapurda geziliyor. İkinci mevki salonda birkaç kişi oturmuş konuşuyorlar. İçlerinde genç, güzel bir kadın da var, derin derin esniyor. Çokları kamaralarına çekilmişler, gidip yatmalı…

      Bir gece sonra gemi bir limanda duruyor. Yemek yenilmiş, yola çıkmak için zamanı bekliyorlar. Güvertede gezinirler. Karanlık denize bakarlar. Herkes bir tarafta. Geçen günleri düşünüyorlar. Arkada bırakılmış bir şehir var. Orada ne vardı? Hiç! Ne iyi oldu da oradan çıkıldı. Lambalı, abajurlu odalar, çaylar, poker masaları, geçmiş hayattan konuşmalar, dedikodu, yalancılıklar, boş boş şeyler. Bunlarla geçen ömre yazık. Ne olsa gelecek günler bundan fena olmaz. Yoksa acaba az çok farkla, her yerde aynı şeyler mi?

      Bu düşünceler bir üzüntü verir. İyi ki insan geleceği bilmiyor.

      Şimdi memlekette onları bekliyorlar, sevinç gözyaşları hazır. Öpüşler ne kadar hararetli olacak, birkaç gün onları ne kadar şımartacaklar, ne soracaklar? Neler anlatılacak?

      “Orası nasıl bir yer? Hiç, adi bir yer! Orada kimler var? Filan, filan. Nasıl adamlar? Şöyle böyle! Nasıl vakit geçirdiniz? Biz mi? Hiç sorma!”

      Vapur hâlâ kalkmıyor, ikinci kamara salonundan piyano sesleri geliyor, bütün erkekler orada toplanmışlar. O ikinci kamaradaki kadın bir artistmiş, Filistin’e gidiyormuş, pek güzel sesi varmış!

      Bu erkekler iğrenç şeyler. Bu kadın oynak bir kadın, keskince bir kadın kokusu almışlar, hepsi başına toplanmaya bahane arıyor. Kadının artistliği, sesinin güzelliği hep bundan geliyor.

      Deniz sakin, uzakta şehrin ışıkları parlıyor. Ne yapmalı? Yatmak için çok erken değil mi? Yavaş yavaş, arka tarafa gidip bir kanepenin köşesine oturulur, tekrar memleket düşünülmeye başlanır. Acaba filanca beni görünce ne yapar? Şaşıracaktır. Kim bilir! Filan acaba vapura gelir mi? Filan beni görünce bir köşeye çekip havadis soracaktır. Onu memnun etmek için mutlaka bir aşk macerası uydurmalı. Gece ne güzel… Denizde bir buruşuk bile yok.

      Artık varılıyor, geminin yanına sandallar sokuluyor. Bir sandal içinde sizi bekleyenleri tanıyorsunuz. İşaret ediyorlar, gülüyorlar, sesleniyorlar, bir şeyler söylüyor, bir çocuğa sizi gösteriyorlar. Sonra sandalın sokulması geç kalınca sizi bırakıyor, gemiyi seyrediyorlar. Birkaç dakika sonra gene işaretler yapılıyor, tekrar selamlar…

      Nihayet gemi yanaşıyor, size kavuşuyorlar. Bazıları sizi zayıflamış, bozulmuş; bazıları şişmanlamış, bozulmuş; pek azı da güzelleşmiş buluyor. Siz de bazılarının ihtiyarlamış, bazılarının şişmanlamış, bazılarının da zayıflamış olduklarını söylüyorsunuz ama bunlara inanmalı mı?

      Selamlaşmalar, öpüşmeler, latifeler, alaylar… Oradaki hamallar, polis memurları alışık gözlerle sizin bu hâlinize bakıyorlar.

      Sevinç gözyaşları tez kurur. Sandala binerken, rıhtıma çıkarken, eve giderken sizi üzen şeyler de oluyor, sevinç arasında onlara da dikkat ediyorsunuz.

Скачать книгу