Bizim Nesibe. Мемдух Шевкет Эсендал

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Bizim Nesibe - Мемдух Шевкет Эсендал страница 7

Bizim Nesibe - Мемдух Шевкет Эсендал

Скачать книгу

dinliyordu ama alkış yok. Birisi bir el vursa, nutku işitmeyen odalardan bile Rıza Bey alkışlanacaktı. Söze yeniden başlayarak:

      “İhvan-ı kiram,16 bu mübeccel arkadaşımızın sayesinde bu gecemizi idrak etmiş bulunuyoruz. Çünkü o Allah yolundadır. Evet Allahımız da bize böyle buyurmuş, Peygamberimiz de ‘ve zevvecnâ’ emretmiştir. Yani, zevce alınız. Zevce alan milletler ölmezler ve ölmeyeceklerdir. İşte bizim mübeccel, muazzez refikimiz Sıtkı Bey izdivaç ediyor. Yani evleniyor ve evlenecektir. Bu sebeple tebrik ederek diyorum ki ‘Yaşasın bizim mübeccel ve muhterem refikimiz!’ ”

      “Yaşasın!” diye bir gürültü koptu. Rıza Bey, masayı dolaşarak güveyi öpmek istedi. Sıtkı Bey teşekkür için ne diyeceğini bilemiyordu. Rıza Bey’in elini öpmek istedi. Kadehlerdeki rakılar döküldü, karmakarışık bir şeyler oldu. Kim, kimi öptü belli olmadı!..

      Rıza Bey’in keyfi yerine geldi. Biraz din, biraz politika, sonunda işi tebriğe bağladı. Duruşu, herkesin yüzüne bakışı: “Nasıl, iyi söyledim mi?” demek istiyor gibi idi.

      Düşmez mi bir fırsat ki bu adamcık bir hitabe daha söylesin!

      Dışarıda sarhoşun biri, içeride nutuk söylendiğini duymuş, onun da damarları kabarmış, kadeh elinde gözleri eğrilmiş, fesi çarpılmış, soluğu artmış, sallanarak odadan içeri girdi. Bakındı, hiç kimsenin ona aldırdığı yok. Biraz durduktan sonra:

      “Sıtkı.” dedi. “Ama ses çıkmadı. İkincisinde:

      “Sıtkı!” diye bağırdı. “Gel buraya!”

      Sıtkı’nın yüzüne uzun uzun baktıktan sonra:

      “Yoksa beni adam yerine saymıyor musun?”

      “Estağfurullah, o nasıl söz İrfan Bey!”

      “Yok, koltuğa gelmem,17 anladın mı? Ben bu zıkkımı bak şu kadar piçken gene içerdim. Şimdi de içerim. İçerim ama ne bok karıştırdığımı da bilirim. Anlatabildik mi?”

      Uzun bir süre sustuktan sonra:

      “Benim ona da minnetim yok.”

      “Yok, sana zahmet oluyorsa otur yerine…”

      “Yok İrfan Bey, ne diyorsun? Bu sözleri nereden çıkarıyorsun!”

      “Ben akşamdan beri sesimi çıkarıyor muyum?”

      “Çıkarmıyorsun!”

      “Hah, çıkarmıyorum.”

      Parmağını kaldırıp ayrı ayrı herkesi gösterdikten sonra hiçbir şey söylemedi. Sonra da söylemiş gibi Sıtkı’nın yüzüne baktı.

      İçeride saz başlamıştı. Sofada sofraları kuruyorlar. Bu yandaki odalarda oturanlardan biri, sazın hep o odada çalmasına içerledi:

      “Ne demek yani!.. Saz hep o odada mı çalacak?” dedi.

      Bu efendiye Azapkapılı Yahya derler. Kırk yaşlarında kadar bir adamdır. Eskiden yorgancı çırağı imiş, sonradan askere yazılmış, çavuşluk, başçavuşluk derken tabur kâtibi olmuş. Bugün, topçu dairesi evrak memurudur.

      Bu gece biraz çokça içmişti. Yavaşça yerinden kalktı; içerideki odaya gitti, kapının önünde durdu, terbiyelice bir de selam verdi.

      Odada bulunanlardan birkaç kişi bunu gördüler, çağrılmış da geç kalmış bir adam sandılar.

      Yahya dedi ki:

      “Bey biraderler, af buyurursunuz, bizim o kadar aklımız ermez. Bir kusurumuz olursa affedersiniz! Yani biz de ekmek yiyoruz, saman yemiyoruz! Saz akşamdan beri size çalıyor!”

      Bu sözleri odadakilerden çoğu işitmedi. İşitenler de aldırmadılar. Yalnız kapı karşısında oturan bir genç bey, başını çevirip Yahya’ya:

      “Ağzını topla.” dedi. “Burada çalgıcı yok, burada herkes ihvan!”

      Yahya da başını çevirdi, bu adama baktı.

      “Affedersiniz.” dedi. “Bir de temenna etti.”18

      Biraz durduktan sonra:

      “Biz de ihvan da onun için… Gene bir kusur ettik ise affedersiniz.”

      İşin uzayacağı anlaşıldı. Ortalığa bir durgunluk gelir gibi oldu. Yahya’nın ne çamur olduğunu bilenlerden biri, Tevfik Bey’e haber vermeye gitti. Tevfik Bey yetişti. Yahya’yı dışarı çekip:

      “Ulan.” dedi. “Bunlar bizim misafirimiz, sen ne halt ediyorsun!”

      “Misafir değil, ne bok olursa olsun, ben bu gece o pezevenge sözümün hesabını verdirmezsem, bana da Yahya demesinler.”

      “Aman Yahya, canım Yahya, anan yahşi, baban yahşi…”

      Tevfik Bey:

      “Gördün mü işin antikasını?” dedi. “Düğünü bir rezaletle bitireceğiz.”

      Ara sıra Yahya kalkıp içerideki odaya gitmek istiyor, bırakmıyorlardı.

      Yahya’yı sarhoş etmekten başka yolunu bulamadılar.

      “Evet Yahya Bey hakkın var, hadi içelim.” dediler.

      Akşamdan çokça içtiği için, yerinden kalkamayacak kadar turşulaşması çok sürmedi. Bir duvar dibine uzattılar.

      Yemek başlamazsa cıvıklık artacağı bilindiği için, Tevfik Bey aşağı indi.

      “Yemek!” dedi.

      “Hazırdır.” dediler.

      Yukarı çıktı, ilkin saz çalan, okuyan beyleri yemeğe çağırdı.

      Yemek yenileceğini duyanlardan birkaçı, bu kadar erken yemek çıkarılmasına kızdılar.

      “Bu bizi kovmaktır.” dediler.

      Tevfik Bey bunları önledi:

      “Beyler.” dedi. “Arkadaşlardan yemek isteyenler var, yemek veriyoruz. İçmek isteyenlere de afiyet olsun, sabaha kadar içsinler!”

      Sofra başında oturanlar, güveyin sağlığına birer kadeh kebaplık içmek istediler, güveyi aradılar. O küçük odada İrfan Bey’in nutkunu dinliyordu.

      “Ben… Ben… Dünyaaada… Ben… Sen…”

      Anlaşılmaz sözler. Sofra başındakiler bekliyorlar.

      “Canım İrfan Bey, bir dakika izin ver, gitsin gene gelsin!”

      “Olmaz…”

      Neyse

Скачать книгу


<p>16</p>

İhvan-ı kiram: Ulu dostlar.

<p>17</p>

Koltuğa gelmek: Övülmekten hoşlanmak.

<p>18</p>

Temenna etmek: Öne doğru eğildikten sonra doğrulurken eli başa götürerek selam vermek.