Bizim Nesibe. Мемдух Шевкет Эсендал

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Bizim Nesibe - Мемдух Шевкет Эсендал страница 3

Bizim Nesibe - Мемдух Шевкет Эсендал

Скачать книгу

gün, bir iş için odama gelmişti, sordum.

      “Kız.” dedim. “Hani seninki satıcı idi? Herif dilenci imiş!”

      “İnanmayın Küçük Bey.” dedi. “Dilenci sanmış para vermişler, o da sevabı vardır diye almış.”

      “Sevabı vardır diye mi? Hımm!..”

      Sadaka vermenin sevap olduğunu işitmiştim ama almanın da sevap olduğunu bilmiyordum. Düşündüm, doğru buldum; vermesi sevap olunca alması da sevap olmalı.

      “Ne bileyim kızım.” dedim. “Biz dilenciliği ayıp sayarız da…”

      “Siz de sahiden dilenci sanmayın, Küçük Bey.” dedi. “Onu tanıyan baylar, bayanlar var, onların fukarasıdır. Kendi kimseden istemez. Geçen gün polisler çevirmişler de Allah razı olsun, bir delikanlı bey kurtarmış.”

      Bu kızın, bilerek isteyerek bir dilenciye varması, bizim evde ilkin hiç hoş görülmedi. Hazırlıklar da durdu. Suratlar da asıldı. Dedikodusu da günlerce sürdü ancak ne yapsalar, kızın bu herife varacağı anlaşıldığından:

      “Aman, kime varırsa varsın, başımızdan gitsin; biz de kendimize göre birini bulalım.” demeye başladılar.

      Annem:

      “Babası da kılıksız herifin biri idi. O da dilenci miydi neydi? Soysuz olmasa çocuğunu el kapısına verir miydi!” diye söylendi, bir yandan da sandığı sepeti karıştırdı, kesenin de ağzı açıldı. Hem söylendiler hem de diktiler, diktirdiler, Nesibe’yi gelin ettiler. Gitti.

      Bizim eve de her çeşitten hizmetçi kadınların biri gidip biri gelmeye başladı. Nesibe de insandır, o da kocaya varmak isterdi ama bizimkiler beni dinleyip bu kıza biraz para verse idiler, bu evlenme daha geç kalabilirdi. Neyse, olmadı!

      Aradan ne kadar geçti bilmem, bir gün Nesibe’yi sinemanın giriş yerinde gördüm. Başına güzel bir eşarp örtmüş. İki ucunu da çenesi altından bağlamış. Saçının bir demetçiğini, kaşının üstüne yosmaca düşürmüş tırnaklarını, dudaklarını boyamış, kaşlarını yolmamış ama üstlerinden kalem yürütmüş, altın bilezikler, naylon küpeler takınmış. Bizde neye özenmiş de yapamamış ise hepsini yapmış!..

      Görünce sevindim. Yanında yaşlıca bir kadın vardı. Belki kılavuzluk eden o satıcı kadındır. Onlar beni görmediler. Dilenci karısı ama akşam olup da herif evine girince artık dilenci değil bir delikanlıdır. Kazanıyor da. Nesibe’nin arkasındaki palto, çok hanımları imrendirecek kadar güzel.

      Sinemadan dönüşte evdekilere söyledim. Biliyorlarmış. Nesibe bizim eve de gelmiş, süsünü göstermiş. Yengem beğeniyor.

      “Dilenci milenci ama karısına gül gibi bakıyor.” dedi.

      Ağabeyim de:

      “Gidip evini görmeli. Ben merak ediyorum.” dedi.

      Düşündüm. Ben dilenciliği pek kötü bellemiştim. Bizim evdekiler de ilkin, Nesibe’nin kocasını çok hor görmüşlerdi. Şimdi para kazanıyor, karısına iyi bakıyor diye herifi sevmeye başladık. Baksana dilenciliğin sevabı bile varmış!

      Ancak iş dilencilikle kalmadı. Bir sabah Nesibe bize gelmiş. Beni görmek istiyormuş.

      “Ne var, ne istiyorsun?” dedim.

      “Aman Küçük Bey, ne olursa sizden olur. Bizimkini ‘üfürükçü’ diye alıp götürdüler, mahkemeye verip süreceklermiş; sizin tanıdıklarınız çoktur. Bir telefon etseniz bırakırlar diyorlar…”

      Yalvarıyor!

      Elindeki işi bırakıp annem:

      “Senin kocan dilenci değil mi? Git kendin söyle.” dedi.

      Nesibe:

      “Dilenciyi de sürüyorlar hanımcığım.” dedi. “Hem ben söylersem bırakırlar mı? Küçük Bey söylerse bırakırlar.”

      Yengem, biraz acıdığından, biraz da kocası gibi hükûmeti çekiştirmekten hoşlandığından:

      “Canım.” dedi. “Ne isterler elin fıkarasından, yapacak başka işleri mi kalmadı?”

      Düşündüm. Yalan bir şey söyleyecek değilim ya dilenciye dilenci diyeceğiz.

      “Bakayım.” dedi. “Bir tanıdığa rastgelebilirsem…”

      Nesibe dua etti, gitti.

      Ertesi gün haber almaya gelmişti:

      “Kızım.” dedim. “Senin kocan bal gibi üfürükçü imiş. Bana niçin yalan söyledin? Başına da yeşil sarık sarıyor, sırtına da cübbe giyip köşeye oturuyor, gelene gidene okuyor, muska veriyor, büyü yapıyormuş!..”

      Nesibe:

      “Aaa, vallahi yalan, hiç büyü yapmaz.” dedi. “Bak gördünüz mü nasıl iftira ediyorlar!”

      “Ben onu bunu bilmem.” dedim. “Adını Himmet Hoca koymuş. Üfürükçü dediğinin de boynuzu olmaz ya!”

      “Adı Himmet ise o da suç mu? Sonradan koymadı ya. Sarığı da evde sarıyor. Onu evde ben oturtuyorum Küçük Bey! Yoruluyor. Kolay mı? Yağmurda, karda… Çocuk muşambasından içine gömlek yaptım; o da tutmadı, hastalandı. Allah bizim rızkımızı verecekse evde de verir. Onu tanıyanlar, nezirleri,2 eksik olmasınlar, eve getirip veriyorlar. Anasından eli vardır: Baş ağrısına, göz ağrısına, sıkıntıya okur. Bu ayıp mı? Çalmıyoruz ya! Kimseden para istemeyiz. Herkes gönlünden ne koparsa verir. Niçin üfürükçü olsun? Asıl üfürükçü, polisin kaynatasını ayağa kaldıracağım diye elli lirasını alanlardır. Sorsunlar polise…”

      Nesibe anlattı, söylendi; benden bir yardım olmayacağını anlayınca kalktı, gitti.

      Ben Nesibe’yi tanımıyormuşum. Benim bildiğimden daha çok becerikli imiş! Anlaşılıyor ki bu herife üfürükçülüğü o yaptırıyor. Bir dilenciden bir üfürükçü çıkarmak da epeyce bir iştir!

      Bir gün evimizin önündeki ağaçlardan birinin dibine sakat bir adam oturmuştu. Odun kesmek için sokakları dolaşan baltacılardan biri geldi, sakat adamın yanına çömeldi; uzun uzun konuştular.

      Oduncu’nun:

      “Senin yüzünden ben de beş-on para kazanırım.” dediğini işittim. Biraz sonra baltacı sakat adamı arkasına alıp götürdü. Birtakımları da köylerden çocukları toplayıp şehirlerde dilendiriyorlar. Nesibe de bunların bir başka türlüsü.

      Nesibe gittikten sonra annem:

      “Bu herifi sürerlerse bu kız ne yapar?” dedi.

      “Evet, işe yarar bir dilenci bulmak kolay değil…” dedim.

      Yengem de:

      “İnsafları

Скачать книгу


<p>2</p>

Nezir: Adak.