MAHALLENİN EN GÜZEL KIZI. Murat Ali Ersan

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу MAHALLENİN EN GÜZEL KIZI - Murat Ali Ersan страница 11

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
MAHALLENİN EN GÜZEL KIZI - Murat Ali Ersan

Скачать книгу

sıralar bir kıza vurgundum, adı Makbule’ydi… İncecik bel, dilber gibi dudak, billur gibi ses…”

      “Makbule hı, peki ne oldu Makbule’ye?” diye sordum.

      “Uzun hikâye,” diye geçiştirdi. Aslında anlatmak istiyordu çünkü bunu hissedebiliyordum. Ulubeyli Asker gibi, onu dinleyen birine ihtiyaç duyuyordu, “Hem de çok uzun hikâye,” dedi merak etmem için, “Ohoo, anlatmaya kalksam sabah olur! Sabahı geçtim roman olur!” Gülümsemeye çalıştı, kara bir gülümsemeydi, yaşlı yanakları artık daha da kırışmıştı.

      Donuk gözleri torpidonun üzerindeki kâğıt parçalarındaydı.

      “Ben de zamanında Makbule’ye âşık olduktan sonra şairliğe soyundum,” diye başladı konuşmasına, “Ona her gün şiir yazdım, bazısı birkaç dizeden oluşuyordu bazısı da sayfalarca uzayıp gidiyordu. Makbule’ye olan sevgimi ifade edecek bir şiir arıyordum sadece. Öyle bir şiir yazmalıydım ki Makbule şiiri okuduktan sonra kollarıma atlamalı ve yanaklarımı saatlerce öpmeliydi.”

      “Eee? O şiiri yazabildin mi peki?”

      “Yazdım,” diye başını salladı, “Hem de tam istediğim türden bir şiir. Otuz altı dizeden oluşan serbest nazım! İnci gibi dizmiştim kelimeleri. Yeri geldi beş dizeyi bir dakikada. Yeri geldi bir kelimeyi bir ayda yazdım. Şiiri temiz bir kâğıda aktardım kız kardeşimle Makbule’ye gönderttim. Makbule’nin evi bizim mahallenin hemen köşesindeydi. Erkekler onunla evlenmek isterdi. Kadınlar onun gibi görünmek isterdi. Makbule mahallenin gün ışığıydı. Ona yazdığım şiiri okuduktan sonra bana haber göndertmiş. Saat ikide Gülyazı Pastanesinde onu bekliyorum demiş. Düğünlerden düğünlere giydiğim bir kadife takım elbisem vardı. Hı bu arada sana tavsiyem sevdiğin kadının yanına takım elbiseyle git. Bu ona olan saygının bir göstergesidir.”

      “Takım elbise mi? Gerçekten mi?”

      “Tabi ya! Hem de en fiyakalısı. Takım elbise her kadının hoşuna gider. İşte ben de bu niyetle kadife takım elbisemi giydim, saçlarımı da taradım, elime de üç tutam kırmızı karanfil aldım…”

      “Kırmızı karanfil mi?”

      “Kırmızı olanlar aşkı temsil eder çünkü. Bir kadına kırmızı karanfil vermek demek ona âşık olduğunu ifade etmek demek. Eskiden böyleydi, insanlar duygularını çiçeklerle anlatabiliyordu. Her duyguyu yansıtan bir çiçek olurdu. Mesela hayal kırıklığına uğrayanlar sarı karanfil gönderirlerdi. Anlayış bekleyenler pembe lale gönderirlerdi. Sarı fulya beni asla unutma demekti. Beyaz karanfil de saflığı, temizliği ve sonsuzluğu simgelerdi. Gelin arabaları da beyaz karanfille süslenirdi… Neden bilmiyorum ama eskiden çiçeklerin bir hayli anlamı vardı. Şimdi internetten sipariş verilen bir obje oldu.”

      “Doğru söylüyorsun, şu zamanda her şeyi internetten alıyoruz. Peki ya sonra ne oldu, yani Makbule’yle buluştunuz mu?”

      “Hı, hı buluştuk. Gülyazı Pastanesi’nde buluştuk. Makbule ona yazdığım şiiri beğendiğini söyledi. Bir tane daha şiir yazar mısın diye sordu. Yazarım, dedim. Elimi tuttu, öne çıktı, yanağımı öpecekti ama pastane kalabalıktı. Eve dönüşte Makbule’yi bir sahanlığa çektim. Kapat gözlerini, dedim. Kapattı. Hazır mısın, diye sordum. Hazırım dedi. Makbule’nin göz kapaklarına bir buse kondurdum. Bu da neyin nesi diye şaşırdı. Bu dedim, bu bir şair öpücüğüdür, dudaklarından öpmem için karım olman gerek dedim. Bu bir evlilik teklifi mi diye sordu. Birkaç ay sonra düğün planları yapar olmuştuk ama…” Sustu, dudağı eğildi, karşıdaki tepeye doğru kırgın argın baktı.

      “Ama?”

      “Aması,” dedi ihtiyar. Hatırladıkça canı sıkıldı, derin bir nefes alıp verdi, “Aması, hayatın acımasız gerçekleri… Şairlerin ortak kaderi… Yaşadığım mahalle yoksuldu. Makbule ise mahallenin en güzel kızıydı. Anlayacağın kadere yenik düştüm. Yoksul mahallesinin en güzel kızını hep zenginler alır çünkü,” dedi, “Makbule benden ayrıldı. Müteahhittin biriyle evlendi. Bana da yaşadıklarımızı unutmamı öğütledi.”

      İhtiyar Makbule dediği kadını hâlâ seviyordu. Yoksa neden anlatırken bile bu kadar acı çekiyor olsundu? “Müteahhitler hep kazanır,” diye fısıldadım.

      “Doğru,” diye karşılık verdi, “Müteahhitler hep kazanıyor. Orospu çocukları…”

      Güldüm, “Ya şairler?” diye sordum, “Onlar hiç kazanamaz mı?”

      “Şairler mi? Şairler uzun vadede kaybedenlerdir. Çoğu yarım kalır. Çoğu eksik bir hayat yaşar. Ve çoğu da öldükten sonra hatırlanır.”

      “Diyorsun ki şiir yazmaya devam ettiğin sürece er ya da geç kaybedeceksin, öyle mi?”

      İhtiyar sigara izmaritini ayağıyla tepeledi, “Doğru, kaybedeceksin. Şairlik intihar sebebidir,” dedi, “Kimse sen şairsin diye sana saygı göstermeyecek, ancak bir limuzinden inersen orası ayrı.”

      “Ya kadınlar?”

      “Ne olmuş kadınlara?”

      “Şairleri sevmezler mi?”

      “Kadınlar,” diye tekrar etti, “Kadınlar duygusal canlılardır. Kolay sevebilirler ancak son sözü söyleyen hep mantıktır. Yani baldırı çıplak bir şairsen mahallenin en güzel kızını alamazsın,” dedi.

      “Yine de ona şiir yazmak gibisi yok.”

      “Doğru, sevdiğin insana şiir yazmak gibisi yoktur ama dikkat et şiir bağımlılık yapar, duygulara bağımlı olursun sonra. Yazdıkça kendini iyi hissettiğine inanırsın oysa yazdıkça ölüme daha da yaklaştığını anlarsın. Gerçek hayat asla şairler için ideal bir ortam değildir. Bir süre sonra mevsimler tat vermez; ağaçlar, çiçekler, denizler yalnızca hayallerde güzel gelmeye başlar. Şair, şiir yazarken öyle hayallere kalkışır ki sonunda gerçeklik onu boğan tek şey olur. Şairlerin yalnızlığı seçmesinin sebebi budur.”

      “Belki de yalnızlık seçim değildir,” diyerek ihtiyara doğru döndüm, “Bir sürüklenmedir ya da geri çekilmektir. Bir çocuk düşün, canı acıdığını bildiği halde neden parmağını sobanın üstünde tutsun?”

      “Peki ya her iki türlüsü de can acıtıyorsa? Yalnızlığı seçse de seçmese de aynı acıyı hissediyorsa?”

      Anlamışçasına başımı salladım, “Şairlik intihara yaklaştırır,” dedim. İhtiyarın pamuk beyazı saçlarına baktım, “Ağlaya ağlaya geldim Dünya’ya, güle oynaya gitmek istiyorum sadece.”

      “Bakmayın neşemin yerinde olduğuna ölü şairlerden biriyim bu gece,” dedi gülümseyerek, “Aldığım nefes seni yanıltmasın. Sevdamı bir dar ağacında astım. Bu bir şiir değil bu benim hayatım.”

      “Geçen gün kütüphanede bir kitaba denk geldim. Şairlerin ilk yüreği ölür diyordu. Mademki sevdanı bir dar ağacında astın o halde neden Makbule’nin çıkıp gelmesi için ümitlisin?”

      Yolun aşağı kısmına baktı, kamyonlar, tırlar, minibüsler, otomobiller, ardı arkası kesilmeden

Скачать книгу