MAHALLENİN EN GÜZEL KIZI. Murat Ali Ersan

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу MAHALLENİN EN GÜZEL KIZI - Murat Ali Ersan страница 7

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
MAHALLENİN EN GÜZEL KIZI - Murat Ali Ersan

Скачать книгу

style="font-size:15px;">      John Lennon gözlüklü kambur adam benim sustuğumu, hiçbir şey söylemediğimi görünce, “Kitabı alacak mısınız?” diye sordu.

      “Hayır,” dedim, “O kitabı hediye edeceğim başka birini tanımıyorum.”

      Saklısaman’dan çıktıktan sonra eve yürüyerek gitmeye karar verdim.

      Macit’le anılarımız gözlerimin önüne geldikçe Acaba Shakespeare’de mi cinsellik düşkünüydü diye soruyordum kendime. Hayatı boyunca hiç kitap okumayan, tek derdi kadınlarla yatmak olan Macit, gözüne kestirdiği kadınlarla yatmak için Shakespeare gibi kelime oyunlarına başvururdu çünkü.

      Bir gün gittiğimiz bir barda yine bir kadını gözüne kestirmişti ve o kadının aklını çelmek için türlü türlü kelime oyunları yapmıştı. Macit’in taktiği on dakika sonra meyve vermişti. İki kadın o süslü kelimelerden sonra bize eşlik etmek için masamıza gelmişti. Kumral olan kadın -sanırım ismi Filiz’di- Bodrum’da kaldığı villadan söz edip durmuştu gece boyunca. Sarışın olan ise -yirmili yaşların sonlarındaydı ve göğüs dekoltesi oldukça cüretkardı- kumralın aksine pek konuşkan değildi, birkaç kez göz göze gelmiştik, hepsi bu. Gece yarısı olduğunda hesabı ödeyip bardan ayrılmaya karar vermiştik. Arabayla yaptığımız yarım saatlik şehir turundan sonra Macit’i ve Filiz’i aynı yerde indirmiştim. Diğer kadını ise eve ben bırakacaktım. Macit arabadan inerken kulağıma eğilip, “Eğer istersen gerçekler hayallerden daha güzel olmayı başarır,” demişti yanımdaki sarışını işaret ederek. Neyi kastettiğini elbette ki anlamıştım. Bu işler böyle oluyordu demek ki. Nihayetinde sarışını evine götürdüğümde, sarışın bana kahve içelim mi diye sormuştu. Aslında ikimiz de biliyorduk kahve içmeyeceğimizi. Bu sadece formaliteydi çünkü kimse karşı cinsine benimle yatmak ister misin diye sormazdı. Bunun yerine daha masumane sorularla cinsel birleşmeyi ilişkilendirirlerdi.

      Arabayı yol kenarına park ettikten sonra sarışınla eve çıkmıştık. Sarışın önüm sıra yürürken sağa sola hareket eden kalçaları erkekliğimi okşayıp durmuştu. Vay be diyordum kendime, birazdan bu kalçaların üzerinde ileri geri gidip gelecek miyim yani?

      Oturma odasına geçtiğimde birkaç duvar tablosu -sürrealist çalışma olduğu aşikardı- dikkatimi çekmişti. Tabloların birinde baş aşağı duran taşra evi vardı ancak etrafındaki ağaçlar ve diğer nesneler ters değildi. Evin hemen yanında adeta bir siluete benzeyen iki insan dikiliyordu. Doğrusunu söylemek gerekirse hayatım boyunca gördüğüm en rahatsız edici tablolardan biriydi bu tablo. İnsan hiçbir nedeni olmasa bile bu tabloya bakarak kendini kötü hissedebilirdi. Sanırım ben böyle bir tabloya sahip olsaydım gazete sayfalarına dolayıp tavan arasına fırlatır bir daha da onu oradan çıkarmazdım. Hangi uçuk psikoloji böyle bir tabloyu ortaya çıkarırdı ki?

      Birkaç dakika sonra sarışın elinde küçük bir tepsiyle kahveyi getirmişti. Kahvenin yanına da küçük çakıl taşlı çikolatalardan koymayı ihmal etmemişti. Kahveden bir yudum aldıktan sonra evin içinde uğursuz bir hayaletmiş gibi dolanan sessizlikten kurtulmak için sarışına duvardaki sürrealist tablonun anlamını sormuştum. “Oldukça rahatsız edici bir tablo öyle değil mi?” diye kabul etmişti tablonun ne kadar ucube bir görüntüsü olduğunu. “O tabloyu ailemi kaybettikten sonra yaptım,” demişti ve susmuştu, tablonun derinliklerine, özellikle alt üst olmuş eve doğru uzun uzun bakmıştı.

      Bazı insanlar kelimelere dökemediği duyguları susarak anlatırlar. Sarışın sessizliğe gömüldükçe onu daha iyi anlamıştım. İnsanlar kendilerini yalnız hissettiğinde her şeyden kaçmak isterlerdi ve bunun için türlü türlü yolları denerlerdi. Tıpkı bir simyacının taşı altına çevirmek için binlerce seçeneği değerlendirmesi gibi… Ne yazık ki simyacı taşı hiçbir zaman altına dönüştüremezdi ve insan her şeyden kaçamazdı. Tahmin edildiğinin aksine sarışınla o gece cinsel bir münasebet içine girmemiştik. Sadece uzun uzun konuşmuştuk. Bana anılarından bahsetmişti. On ikinci yaş gününde pastadaki mumlara üflerken az kalsın saçından olacakmış. Tamamen kendi ahmaklığından kaynaklanmış çünkü o sıralar sağ olan annesi mumlara üflemeden önce saçını at kuyruğu yapması konusunda onu uyarmış. Bir keresinde de yaz tatili için gittiği otelin bahçesindeki ceviz ağacına tırmanmış -ki bunu tamamen iddia üzerine yapmış- amacı üst dalların birine çaput bağlayıp dilek dilemekmiş, henüz ağacın yarısına bile tırmanmamışken büyük bir aksilik sonucu ayağı kaymış ve kendini bir anda yerde bulmuş, bütün yazı ayağındaki alçıyla geçirmek zorunda kalmış.

      Sabaha doğru beni evinden uğurlarken artık evinin yolunu öğrendiğimi, istediğim zaman çıkıp geleceğimi, bir sonraki gelmeme daha farklı şeyler yapabileceğimizi söylemişti. Kuşkusuz böyle diyerek ateşli bir sevişmeyi ima ettiğini anlamıştım. Oysa o sarışının evine bir daha hiç gitmedim.

      Saklısaman’dan uzaklaşmıştım eve doğru yürümeye devam ediyordum. Kafamı kaldırıp gökyüzüne doğru baktım, “Ulan Macit,” dedim hoyratça, “Ulan kadın düşkünü dürzü! Dünya’daki kadınlar senin elinden kurtuldu ama bu sefer de hurilerin vay haline…”

      Saklısaman’ın iki yüz elli metre ötesinde belediyeye ait ve genellikle üniversite öğrencilerinin kullandığı eski bir otobüs durağı vardı. Kenarlarında yarım asırlık palmiye ağaçları boy vermişti. Apartmanların arasında biten bir inci tanesi gibi görünüyordu. Otobüs durağı eskiden meşe kerestesinden yapılmaydı ancak birkaç yıl önce belediye otobüs durağını söktü ve yerine sofistike görünümlü olan yeni bir otobüs durağı yaptı. Otobüs durağındaki bu köklü değişim bile anılarımı yok etmeyi başaramadı. Ne zaman ki o durağın önünden geçsem Yasemin aklıma geliyordu. Yüzüm kızarıyor, kendime bir kez daha kızıyordum.

      Yasemin’in yokluğuna zamanla alıştım ancak onu tamamıyla unuttuğumu ve ona karşı herhangi bir şey hissetmediğimi söylersem yalan söylemiş olurdum. Birkaç kez Yasemin’le iletişim kurmaya çalışmıştım ancak ne mesajlarıma geri döndü ne de telefonlarıma cevap verdi. Neden bilmiyorum ama sürekli benden kaçmayı tercih ediyordu.

      Bazen başımı yastığa koyduğumda kendimle yüzleşiyordum. Kendimle yüzleştikçe uykularım kaçıyordu, kalkıp bir sigara yakıyordum, gece bitiyordu, gün doğuyordu, Yasemin aklımdan çıkmıyordu. Kendimi öldürmeden önce yapacaklarım arasında onu ziyaret etmek de var. Ancak onunla yüzleşmekten o kadar korkuyorum ki…

      Yasemin’le olan münasebetimiz ilk okul sıralarında başlamıştı. Yedinci sınıfın sömestr tatiline kadar da onu sevdiğimi söyleyemedim. İlk şiirlerimi onun için yazmıştım. Bir sabah ansızın sırt çantasının içine bırakıvermiştim ilk yazdığım şiiri. Bu şiir şöyleydi:

      Yasemin çok güzelsin,

      Saçlarında kelebekler uçuyor farkında değilsin.

      Seni geçen gün anneme bahsettim.

      Mutfakta puding yapıyordu,

      Kakaolu tatlı var ya bilirsin,

      Ah Yasemin sen pudingden de güzelsin.

      Şiirin altına ismimi filan yazmamıştım ama Yasemin el yazımdan şiiri benim yazdığımı anlamıştı. O yıl Yasemin’le rüya gibi bir yaz sömestri geçirmiştik. El ele tutuşup kırlarda koşmuştuk, pikniğe gittiğimizde yan yana oturmuştuk, yakar top oyunu oynarken birbirimizi kayırmıştık, isim şehir oyununda birbirimize tüyo

Скачать книгу