Anar'ın Dünyası. Pervin

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Anar'ın Dünyası - Pervin страница 16

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Anar'ın Dünyası - Pervin

Скачать книгу

Bahar geçip, yaz bitse de

      Sonbahar, daha kış değil.

      Kış gelirse gelsin, bırak

      Kış günü değil miydi

      Hediyesiz, kimsesiz,

      Bizim unutulmaz düğün?

      Yılın dört mevsiminde de,

      Baharımsın, yazımsın,

      Benim alın yazımsın,

      Hâlâ daha yazmadığım

      En güzel eserimsin,

      Yazacağım yazımsın.

      Yakında veya uzakta

      Seni her zaman anar

      Eski mektep arkadaşın,

      Hayat arkadaşın.

Anar

      İlk Hikâyeler

      Anar nesrinin özelliklerini anlamak için ilk hikâyelerine dönüp bakmak, araştırmak gerekir. Yazarın 2003 yılında basılmış ‘Seçilmiş Eserleri’nin ilk cildinde o zamana kadar basılmamış birkaç hikâyesi de bulunmaktadır. Anar’ın ilk basılmış hikâyeleri ‘Bayram Hasretinde’ ve ‘Geçen Yılın Son Gecesi’dir, 1960 yılında ‘Azerbaycan’ dergisinde yayımlanmıştır. Lakin yazar sonradan diğer yeniyetmelik hikâyelerini de kendisinin yazdığı küçük bir ön sözle 1.ciltte okuyucularına takdim etmiştir. Bunlar ‘İki Deniz’, ‘Hikâye’, ‘Gönlümüzün Gecesi’, ‘Sabah Uyanık Olacağız’ hikâyeleridir. Bu eserlerin kahramanlarını ayrı ayrı tahlil ettiğimizde onların benzer ve farklı yönleri hakkında düşündüğümüzde yazarın daha ilk kalem tecrübelerinden başlayarak yolunu nasıl kesinlikle belirlediği, ayırdığı açıkça görülür.

      Anar’ın asıl incelediği obje insandı. Ve o, daha ilk hikâyelerinden başlayarak insana mahsus en mühtelif yönleri, çizgileri kaleme almıştır. Yazarın sonraki yıllarda yazdığı eserlerinde daha açık, daha fazla görünen birçok farklılığın ve ferdi üslubunun temeli, işte bu ilk hikâyelerde atılmıştır. Bu konuda öncelikle Anar nesrinde sık sık karşılaştığımız sembollerden, daha doğrusu, belirgin büyük isteklerin ustalıkla kodlanmasından bahsetmek gerekir. On dört yaşındayken Şuşa’da yazdığı ‘İki Deniz` hikâyesinde yazar, belli doğal felaket neticesinde büyük denizden ayrılmış küçük denizle ilgili konuşur. Büyük denizin serbestliği, özgürlüğü ile küçük denizin sınırlar, esaret altında olmasını karışılaştırır:

      “Orada deniz yularsız at gibiydi. Burada dalgalar otlaktan dönen koyunlar gibi yavaş yavaş, yorgun yorgun, tembel tembel geliyorlardı.”

      Hayatının belli kısmını Sovyet rejiminde yaşamış ve rejimin her yüzünü görmüş yazarın bu devre övgüler dizen ya da tebliğ eden eserlerine, genellikle rastlanmaz. Ve bence Anar’ın devri, yasaklara isyanı bu ‘İki Deniz’ hikâyesinden başlar. Bu hikâyede daha bir düşündürücü kısım, Sovyet dönemi çocuklarının, gençlerinin daha erken yaşlarından yasaları iyi bilmeleridir. Şüphesiz ki, yazar isyankâr fikirlerini Ezop tarzında yazmaya mecbur olan ebeveynlerini de görüyordu. Bu sebeple bölünmüş, özgürlüğü elinden alınmış, vatanının kaderini, acısını bu tür sembollerle kaleme alması da tabidir. ‘İki Deniz’ hikâyesinde tasvir edilen deniz, aslında Azerbaycan’dır… Nasıl olmuşsa “depremler”, “tabii felaketler” neticesinde küçük deniz büyük denizden ayrılmıştır. Ama müellifin sonunda biraz da çocuk romantizmi ile “mutlaka birleşeceklerdir” demesini umutlu ve beklediğimiz netice olarak görmeliyiz. Yazarın daha çocukluktan itibaren kullandığı bu üslup, büyük hadiseleri detaylarla, sembollerle vermek mahareti ‘Askılıkta Çalışan Kadının Sohbeti` hikâyesinde daha öne çikmış bir şekilde kendini gösterir.

      Yusuf Samedoğlu Anar’ın ‘İnsanın insanı` kitabına yazdığı ön sözde şöyle belirtir: ‘Askılıkta Çalışan Kadının Sohbeti` Anar’ın ilk basılmış eserlerindendir. Kanaatimce bu küçük yazı duygusal yanı ve yalnız Anar’a has olan ilgi çekici üslup hususiyetleri ile son yıllarda Azerbaycan nesrinde yazılmış en güzel hikâyelerden biridir. İşte bu hikâye sonradan yazılacak ve çoğumuzun yazılmış nesir hakkında düşüncelerini güzel anlamda alt üst edecek birçok güzel povest ve hikâyenin ortaya çıkması için zemin olmuştur. Bazen bir cümle ile karakter yaratmak, küçücük bir paragrafla güçlü, duygulu etki yaratmak, geleneksel yazı manevrasının tek tipliliğini cesaretle bozarak yeni güçlü benzetmelere metaforlara, üslup ve kompozisyon unsurlarına geniş yer vermek tecrübesi bu zeminden başlamış, yazarın sonraki yıllarda yazdığı eserlerde daha da sağlamlaşmıştır.

      Yusuf Samedoğlu’nun yıllar önce yazdığı bu fikirleri doğru kabul etmemek olmaz. Hakikaten, Anar’ın bir cümle değil, hatta bazen ifade ile karakter yaratması, ilk bakışta basit bir ayrıntıyla insan duygularını tam olarak ifade edebilmesi onun kendine mahsus, tabii becerisidir. Sözünü ettiğim ‘Askılıkta Çalışan Kadının Sohbeti` hikâyesinde yazar basit bir sahneyle, paltoların hangisinin nereye asılmasından bahseden gardıropçu kadının sözleriyle insan ilişkilerini tasvir eder:

      “Ya, bir de atkıları vardı, beyaz yün atkılar olur ya, erkek atkıları. Ya, bak ondan da bir tane vardı. Onu adamın paltosunun cebini düzeltirdim. Ama soğuk olunca o atkı kadın mantosunun üstünde gelirdi.”

      Yukarıda aldığım parçada yazar sade bir detayla, atkıdan faydalanarak kaygılı insan karakterini gösterir, hava soğuk olunca yün atkıyı sevdiği kadının boynuna dolayan kişiyi tasvir eder, aslında. Ama bunu da kendine mahsus ve biraz da gizli, dolaylı yolla yapar. Yani asıl durumu anlamak, hissetmek okuyucuya kalır. İşte bu hikâyenin sonunda da eski mantoyu pahâlı bordo bir mantoyla değiştiren ‘kadın mantosu` sembollerden biridir. Burada da maddiyatçı bir kadın karakteri bu şekilde orijinal yolla ifade edilmiştir.

      Genellikle, derin arzuların, ağrıların gizlenmesi, tek başına değil bazen ‘ayna` yansımasıyla, bazen de bazı paralel olaylar, durumlar vasıtasıyla verilmesi Anar’ın ilk hikâyelerinde de açık açık görülür.

      Rus eleştirmen Lev Aninski ‘Dairenin Genişleşmesi`adlı makalesinde şöyle belirtir: Anar kendi sanat yoldaşları arasında ince analitiktir. Onun yazısında sık sık grafik çizilmesi, denilebilir ki, renkli süslemelere gerek görülmese de, ifadelerin bir şekilde ima edilmesi güçlüdür. Düşüncenin ihtiyatla seçilmesi ve doğruluğu ve edepli bir yaklaşım onun eşi benzeri olmayan bir usta olduğunu gösterir. Onun acısının üstü örtülüdür. Kalbinin derinliklerine sokulmuş, gizlenmiş ve parlak zekâ tarafından çoğu tamamen örtülmüş olsa da, bu sebeple daha güçlü beklenmedik ve ve dehşetli sarsıntı uyandırır.

      Bu konuda Rus eleştirmen Aninski’nin yazdığı gibi, bu ‘üstü örtülü acı…` yazarın ‘Sabah Uyanık Olacağız’ hikâyesinde de görülür. Eserin kahramanı Zeynal dostu Aydın’la içki sofrasında oturup sohbet eder. Her ikisi de içer, konuşur. Aslında, yazar bu içki meclisinin kendisiyle, arada bir çadıra girip kahramanları azarlayan Rühsara hala tiplemesiyle, bir derde, acıya dikkati çeker. Okuyucusunu bir gerçeğe hazırlar. Ama kahramanların diyaloglarında çeşitli, amaçlarına uygun olmayan konuların ortaya atılması, bir çeşit problemden kaçınma, derdi kendinden uzaklaştırma için vasıta gibi düşünülebilir. Fakat birden hikâyenin kahramanı ‘Kamile’deyip

Скачать книгу