Biz Babasız Büyüdük. Asım Cakıpbekov

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Biz Babasız Büyüdük - Asım Cakıpbekov страница 9

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Biz Babasız Büyüdük - Asım Cakıpbekov

Скачать книгу

style="font-size:15px;">      O zamanlar inatçının tekiydim, böyle durumlara düştüğümde canım çok sıkılırdı. Sinirlendim. Çok kinlenmiş, hırslanmıştım. Öğretmene içimden söylemediğimi bırakmadım. İki karış suratla ayağa kalktım ve beklemeye başladım.

      Fakat, bizim yalaka öğretmen sınıfa yeni gelen kıza;

      – Siz… Ön tarafa oturunuz. Evet, evet şuraya, öne gelin lütfen, diyerek, sanki bir suç işlemiş de af diliyormuş gibi kısık bir sesle rica etmeye başladı.

      Kendisinden büyük bir kişinin, üstelik öğretmeninin böyle davranmasını yadırgadığı her halinden belli olan kızcağızın yüzü kıpkırmızı olmuştu.

      Ortada, üç garip hâl vardı: Birincisi, sanki amirinin karşısındaymış gibi eğile büküle konuşan öğretmenin durumuydu ve ben onun bu haline hem gülmek istiyor, hem de epey sinirleniyordum; diğer taraftansa zor duruma düşmüş, işin içinden nasıl çıkacağımı bilemezken yeni gelen kızın sıramı boşaltıp ön tarafa oturacak olması, bana rahat bir nefes aldırmıştı. Sonuncusu ise; aslında daha önce hayatında hiç şehir görmeyen küçük bir çocuğun kafasında, şehir ve şehirlilerle alâkalı kurduğu hayallerden olsa gerek çok aptalcaydı. Yabancı kızı gördüğüm andan itibaren kafamda, sanki o benden yüksek seviyede biriymiş gibi bir düşünce belirmişti. Yabancı kızın, öğretmenin sözlerinden sonra kıpkırmızı olan yüzünü görünce “Bu da aynı benim gibi utanıyormuş ya” diyerek, derin bir nefes almış, rahatlamıştım.

      Kız, hiç sesini çıkarmadan başını önüne eğip ön taraftaki sıraya gitti ve Kamçıbek’in yanına oturdu. Zilin çalmasıyla öğretmen sınıftan çıktı. Sınıftakiler âdetleri olduğu üzere her zamanki gibi gürültüyle oraya buraya koşmaya, oyun oynamaya başlamışlardı. Kamçıbek de yerinden kalkıp koşanların arasına giderken birden yeni sıra arkadaşına döndü;

      –Oo, senin adın ne bakalım? dedi. Kamçıbek’in kaba saba hareketlerinden hoşlanmamış olacak ki yabancı kız hayretler içerisinde Kamçıbek’e bakıp yüzünü buruşturdu ve cevap vermeden kafasını çevirdi.

      Eğer Kamçıbek’in yerinde ben olsaydım sanırım pancar gibi kıpkırmızı olurdum. Fakat o, ne kızın cevap vermemesine ne de kendi kabalığına aldırmadı bile, gidip oyun oynayanların arasına karıştı. Fakat Kamçıbek’in bu kabalığı sadece kızın değil, benim de tüylerimi diken diken etti. Yabancı kız hepimizi Kamçıbek gibi yabani zannedecek diye telaşlandım. Kız, oyun oynayanların arasına karışmadan bir kenarda sessizce oturdu ve sonra nasıl oldu, ne oldu tam anlayamadım, bir anda bana bakarak yanıma doğru yürümeye başladı. Ben de oyuna katılmamıştım. Kızın neyi düşünüp ne söylemek istediğini anlamaya çalışıyordum. Karşıma geçip işaret parmağını yanağına dayayarak küçük bebeklerin yüzünde beliren o tatlı tebessüme benzer bir gülüşle gözümün içine bakıp:

      –Ben senin yanında otursam olur mu? dedi.

      Daha ben ne diyeceğimi düşünemeden birdenbire ağzımdan “Olur” diyen bir sesin çıktığını hatırlıyorum.

      “Bu da ne demek oluyor? Benim yanıma gelmese de ön tarafta otursa olmaz mı? Ya da Kamçıbek mi hoşuna gitmedi? Tüh, gafil avlandık, böyle olacağını bilseydim ben de oyuna karışır, bu kızdan uzak dururdum.” diye kendi kendime kızdım. Fakat kendime kızmakla beraber kızın Kamçıbek’i istemeyerek benim yanıma oturması, kalbimde bir yerlerde bir sıcaklığın oluşmasına da neden olmadı değil. Öyle ya, Kamçıbek’in değil, benim yanımda oturacaktı. Hatta birden gururlanıp, epey hoşuma giden bu hali “Bizim çocuklar da görse..” diyerek içten içe heyecanlanmıştım bile.

      Yabancı kız kitaplarını alarak yanıma oturdu. Bir müddet ikimiz de konuşmadık. O, çocukların oyununu izliyordu, ben de izliyordum… Arada bir göz ucuyla bana bakıyordu, ben de bakıyordum… Bakışlarımız karşılaşacak olsa, ikimiz de birdenbire gözlerimizi kaçırıp başka taraflara bakıyorduk. Galiba konuşmaya benim başlamamı bekliyordu. Bense nereden başlayacağımı bilemeden sıkıntıyla oturuyordum.

      Bir müddet sonra;

      –Sen neden oynamıyorsun? dedi.

      –Öylesine…

      –Senin adın ne?

      –Alım.

      Biraz daha sessizlik oldu. Fakat benim konuşmama fırsat kalmadan.

      –Yanında oturmama kızmıyorsun değil mi?

      Yabancı kızın bu sözlerine çok şaşırmıştım.

      –Otur…

      Biraz daha ses çıkarmadan bir şeyler düşünüyormuş gibi durdu ve sonra sanki çok eskiden tanışmışız gibi gülerek bana dönüp:

      –Sen ne kadar da utangaçmışsın! dedi.

      Tövbe, hiç beklemediğim bir anda yapılan bu saldırı karşısında, dışarıdan hiçbir şey belli etmesem de beynimden vurulmuşa döndüm. Kimseye belli etmediğim gizli sırrımı nasıl oldu da hemen anladı diye aklıma türlü düşünceler geldi. Her taraftan kuşku çemberi içinde kaldım. Doğru düzgün bir cevap aklıma gelmediğinden sorduğu soruyu duymamış gibi yapıp ona dönerek ;

      –Efendim? dedim.

      O da şaşırmıştı. Herhalde pot kırdığını anlamış olacak ki hiç sesini çıkarmadı.

      Aslında benimle açık konuşmasını anlayabilirdim. Zaten kendi halinde, utangacın tekiydim. Bunları düşününce sinirim yavaş yavaş geçmeye başladı. Fakat nedense eskisinden de beter terlemeye başlamıştım.

      “En başından yanına oturtmamalıydım. Acaba nasıl biri? Adı? Adını sormalıyım…”

      Galiba durgun halim ilgisini çekmiş olacak ki gözlerini üzerimden ayırmadan bana bakıyordu. Bu bakışlardan olsa gerek iyiden iyiye aptallaşmış, bırak adını sormayı yüzüne bile bakamaz olmuştum. Baktı ki olacak gibi değil, yine kendisi, -Peki sen neden benim adımı sormuyorsun? diyerek, gülümsedi. “Benim adım Salima… bundan sonra ikimiz beraber oturup arkadaş olalım, olur mu? dedi.

      Sözlerini bitirmesiyle cevap bekleyen gözlerle bana bakmaya başlaması bir oldu. Konuşma sırasının bende olduğunu biraz sonra ancak idrak edip, aramızda yeni yeni gelişen sohbeti soğutmamak için uygun bir şeyler söylemek için gayretlendim. Fakat aklıma hiçbir şey gelmiyordu. Ben düşünürken o hala cevap bekler gibi bana bakıyordu. Bense ne diyeceğimi bilemez bir halde düşünüp duruyor, aradan biraz vakit geçince “İki çift laf bile edemedik..” diye sinirlenmeye, sinirlendikçe de aklımdakileri unutmaya başlıyordum… “Bu şekilde oturup kendimi Salima’ya salak gibi mi göstereceğim?” diye ödüm koptu. “Bir an önce teneffüs zili çalsa da bu işkenceden kurtulsak!” diye sabırsızlıkla beklemeye başladım. Fakat oyun oynadığımız zamanlarda on saniye gibi geçip giden on dakikalık teneffüs, sanki on ay gibi geçti. Alnım boncuk boncuk ter içinde kalmış, burnuma kadar akıp gelen ter damlaları burnumun ucundan elimin üzerine düşmüştü. Ya Salima’nın bakacak başka yer yokmuş gibi bana baktığı için saniye saniye ter damlasının elime düştüğü anı görmesine ne demeliydi?..

Скачать книгу