Çağdaş Hakas Edebiyatı. Ekrem Barak Arıkoğlu

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Çağdaş Hakas Edebiyatı - Ekrem Barak Arıkoğlu страница 7

Жанр:
Серия:
Издательство:
Çağdaş Hakas Edebiyatı - Ekrem Barak Arıkoğlu

Скачать книгу

ovada koşuyor, Aydo’nun güvenilir arkadaşı. O, şimdiye kadar Aydo ile birlikte mal otlatıp kara koyunları açgözlü yırtıcıların ağzına düşmekten çok kurtardı.

      Doğudaki Aylah Dağı’nın eteğine yaklaşmaz, dönüp gelmez. O, kendi geldiği yere bakarak durur. Yazı ortasındaki küçük yurt havanın ısınmasıyla alacalanıp görünüyor. O bazen gökle yer arasında yayılan suyun ortasında duruyor gibi görünüyor. Aydo, oradan sabah çıkıp akşam olunca dönüyor.

      Oraya geldiğinde Aydo’ya kır başlı Kamat ihtiyar, eski hikâyeler anlatarak vakit geçirtiyor. Ondan yalan yanlış duyduğu bir şey de yok. Ve ovada giderken onunla konuşacak kimse de yok. Onun için sıkıcı. Şimdi aklına gelen şeyi maniye dönüştürerek söyleyip duruyor:

      Boynuzsuz kara koyunum,

      İki kuzusunu birlikte götürür.

      Lezzetli otu otlayarak,

      Yavrularını emzirip götürür.

      Gün ışığı gökten parlayıp,

      Ovanın üstünü ısıtıp götürür.

      Güzel sesli çayır kuşları,

      Sıcak yerden gelip, şarkı söyleyip ötüşür.

      Onlar şimdi yuva yapıp,

      Yavrularını çıkarıp büyütür.

      “Ay aay, alçaklar!” Koyunlarına bakıp bilmiş bir sesle bağırıyor. Etrafına bakındığında Aylah Dağı’nın yamacından eyersiz ata binmiş bir kişi rahvan gidişle inip geliyordu. Ak ayaklı kızıl doru ata binmiş, kısa sarı elbiseli kişi bakarak yaklaşmıştı. Bakır kaplamalı, eski ağaç eyer üstünde bir yanına eğik oturmuştu.

      Aydo, melez ağacı sopasına göğsüyle dayanıp, atlı kişiden gözünü almayarak baktı. Adam, Aydo’nun yanına geldiğinde atının ağzını salıp çekerek durdurdu. Ak ayaklı doru at, demir gemini kütürdeterek çiğneyip duruverdi.

      “Merhaba, ay oğul!” At üstünden tanımadığı kişi gülümseyerek indi.

      “Merhaba!” dedi Aydo.

      “Koyun otlatıp duruyorsun, ha?” diye etrafına bakınıp sordu adam.

      “Otlatıyorum.” dedi Aydo, sopasıyla yeri karıştırıp başını eğerek.

      “Kimin koyunudur bu kadar çok?”

      “Yakın’ın koyunu.” diye cevap verdi Aydo, koyunlarına göz atıp.

      “Ee evet evet… Biliyorum… O, Pitro Yakın’dır, değil mi?”

      “Evet, o.”

      “Eee, inip sigara içelim bakalım.” diye açık yularını atın başının sol yanından üzerine attı. Onun ayakları atın iki yanına uygun olarak eğilmiş gibi bükülmüş. Küçüklüğünden beri at üstünde yaşadığından bacakları bükülmeyip de ne olacak.

      “Sen sigara içiyor musun, ay oğul?” dedi Aydo’ya.

      “Yok, ben sigaraya hiç alışmadım.”

      İkisi birlikte şimdi karşılıklı oturdular. Gelen kişi, koynundan tabaka çıkarıp, tütünü bakır uçlu piposuna sıkıştırıp koydu. Onun sivilceli yağız yüzü, bahar rüzgârından kavrulup sertleşmiş. Kış soğuğunun izleri yüzünde açıkça görünüyordu.

      “Sen nereye gidiyorsun?” diye sordu Aydo.

      “Ben… Bir bölük yılkı arıyorum… Gece karanlığında iplerini çözmüştüm. Rezil hayvanlar nereye gittiler acaba? Sen bir yerde rastlamadın, değil mi?”

      “Bilmem… Yılkı görmedim. Sen kimin yılkısını otlatıyorsun ki?”

      “Ben, işte şu Parpus’taki Ertemey’in yılkısını otlatıyorum. Ertemey’in kendisi Rus’tur.”

      “Rus ha?”

      “Evet… .”

      “Senin otlattığın yılkın çok mu?”

      “Benim, kulun tayla birlikte binden fazla.”

      “Bin!… Ooo… .” şaşırmıştı Aydo.

      “O kadar hayvanı tek başına mı otlatıyorsun?”

      “Biz oğlumla ikimiz otlatıyoruz. Oğlum senden uzunca. Şimdi yılkının başında yalnız kaldı. Bugün yılkıları bulamazsam nasıl bağlayıp geceyi geçirecek?” deyip üzüntüyle konuştu gelen kişi. Onun yüzü ince ince kırışıyor, düşünüp üzüldüğü yüzünden anlaşılıyordu.

      “Bizim bakıcımız çok sert adam. Bir kulun veya tay bir yere girse kaybolsa ondan sonra güzel gün göremezsin.”

      Onu dinleyip Aydo kendi kendine düşündü. Bu zengin olan kimseler bizim gibi hizmetçilere tatlı gün göstermeyecekler mi? Rus da olsa, kendi insanları da olsa aynılar bunlar.

      Çok geçmeden gelen kimse, unuttuğu bir şeyi hatırlamış gibi aniden başını kaldırıp Aydo’ya sordu:

      “Sen kimin oğlu oluyorsun, ay oğul?”

      “Benim babam Karbay idi… Annem Tağay. Babam öldü, annem hâlâ sağ.” dedi Aydo yere bakıp otları çekip yolarak.

      “Burada çoktan beri mi otlatıyorsun bu hayvanları?”

      “Üçüncü yılım doluyor.”

      Adam derin nefes alıp yüksek sesle ofladı.

      “Adın nedir senin?”

      “Adım Aydo. Senin adın nedir?”

      “Benim adım Çabus.”diye gülümseyerek cevapladı adam.

      Aydo’dan o kişinin böyle her şeyi sorması, konuşması, ona pek iyi geliyordu.

      “Ben annemle karşılaşmayalı çok zaman geçti. Beni buradan Yakın Ağa hiç göndermiyor. Bana elbise ayakkabı da vermiyor.” O, kendi babasına sızlanır gibi o kişiye anlattı.

      “Öyle… Zor oğlum, bizim gibilere şimdi hayat çok zor.” İç çekip konuştu gelen adam.

      Aydo’nun aklına üç yıldır görmediği anası geliyor yüreği sıkışıyor. Gözlerinin yaşı bir bir parıldayıp çıkıyor.

      “Benim babam da Yakın Ağa’nın yanında yaşarken öldü. Bir kış günü, çok soğukta, benim babamı Yakın Ağa, işe gönderdi. Sonra babam donmuş olarak geldi. Karanlıkta biz annemle bodrumda otururken babam içeri girdi. Onun yüzü ateş ışığında, akağaç kabuğu gibi bembeyaz kesilmiş duruyordu. Babam, güçlükle ateşin başına oturdu. Ben onun ellerini ve ayaklarını sıvazladım. Buz gibiydi. “Babacığım, senin elin ayağın niçin böyle ağardı?”diye sordum. “Bilmem ki yavrum nasıl oluyor? Donduğunda böyle oluyor işte.” Demişti babam. Ben çok üşüyen kişiyi işte o zaman gördüm.

Скачать книгу