Yol. Nesipbek Dawtayulı

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Yol - Nesipbek Dawtayulı страница 6

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Yol - Nesipbek Dawtayulı

Скачать книгу

Buldıy. Tutun yularını, ben urgan getireyim.

      Daha fazla kalmaya yüreği dayanmadı. Gözüne dolan sıcacık yaşı silmeden açık kapıya doğru yöneldi. Tam çıkarken… Aygırkişi’nin dertli, acı kişnemesinden yere düşeyazdı. Dönüp bakınca ne görsün! Aygırkişi ona doğru atılarak dört dönüp tepiniyor…

      Gecenin bir vaktinde içi geçen Eskul aksakalın düşüne Calgas girdi. Üstünde apak kefeni. Süzüle süzüle uçup geliyor. Uçarak onun üstüne gelince “Amca, Aygırkişi gelmedi mi?” diyor. “O gelecek. Ben yeni avıl inşa edeceğim yeri aramaya gidiyorum. Aygırkişi’yi alıp oraya gelin.” Uyanıverdi. Tan yeri de ağarmış. Kestane dorusu kısrak, Aygırkişi’nin kaldığı kabristan tarafına doğru bıraktığı gibi kulak kesilmiş, endişeyle kulaklarını çaprazlamış vaziyette.

      – Hey gidi kestane dorusu, düşüme Calgas oğlum girdi dedi fısıldayarak. Cancağızım benim. Küskün gitmişti bana. Herkese küsmüştü. Yüzükoyun yatmıştı. Çığlık atarak ana babasını da yaklaştırmadı yanına. Yalnızca giderken geldi bana. Her şeyini toplayıp düğmüştü. “Hoşça kal, amca!” dedi. “Burada benim için ilgi çekici bir şey kalmadı. Babam bani aldatarak şehre gönderip sakar yağızımı satarken siz onu durduramadınız. Siz biri adam öldürürken bile araya girip kurtarmak için bel bağlayarak, kolunuzu çemreyerek girişmiyorsunuz. Tek kuru söz. Hareket yok. Üzücü, amca, üzücü… Ben gidiyorum, amca. Aygırkişi’yi arayacağım.”

      Hiçbir şey diyemedi bu sözler üstüne. Hiçbir şey…

      Böylece Calgas şehre gitmiş. Aldiy’in enstitüde okumakta olan oğluna. Arabası vardı onun. Arabayı ödünç alıp Talas’ın öbür yakasındaki Kırgızlara doğru yıldız gibi akmış. Yıldız gibi akıp giderken otobüse çarpmış…

      Eskul aksakal, kestane dorusu kısrağa eyer vurdu. Üzengiye atar atmaz, sanki bunu bekliyormuş gibi, kısrağı başını dikerek ileri atıldı. Atın başını güç bela zapt etti. Umumen yeni doğmakta olan güneşin yeryüzüne yayılmaya başlayan kızıl şafağında avıla değin birkaç kez döne döne oynayan kulun, bugün anasının böğründen ayrılmadı.

      İşte, mezar da göründü. Aygırkişi görünmüyor. Gitti mi acaba?.. Biraz yaklaşınca Eskul aksakalın yüreği yerinden fırlayacakmış gibi attı. Mezarın demir korkuluğu paramparça… Aygırkişi’nin başı ıslak toprak yığınının üstünde, gövdesi bükülmüş hareketsiz yatıyor. Korkuluğun dört köşesindeki kalınca demir kazıklardan biri yüreğin yanından yarı beline kadar girmiş. Aygır ölü yatıyor.

      Eskul aksakal, eyerin üstünden ağıp indi, bayılır gibi oturakaldı. Kara yer fırıl fırıl dönerek onu alıp bir yere kaçıyor gibi.

      İlk kez böyle ağır bir azap yaşamıştı; kendini hiç acımadan için için yiyip bitirdi; ya Rabbi, Aygırkişi’yi Kırgızlar alıp giderken neden yürüyecekleri yola upuzun yatıvermedi; “Oğlunun umuduna, inancına, kanadına neden balta vuruyorsun?” deyip Buldıy’ın yakasına yapışıp neden boğazına sarılmadı? Çok eskiden bunların bir batur dedesine avıldaşları sert bir tartışmada “Sen sürekli elim yurdum canın kurban olsun, hayatım feda olsun diyorsun; hadi bakalım, et kendini kurban…” deyince hiç düşünmeden keskin meçiyle kendisini boğazlayıvermiş. Bugün kim böyle yapabilir? Bunu hiç kimse yapmazsa, böyle yapmak aklının ucundan bile geçmezse, neticede herkes sadece kendisini düşünmeye başlarsa, birlikte yaşadığı öz eline yurduna düşmanlık edip kanına ekmek doğrarsa hayatın değeri, ne de itibarı kalır. Başkasını bir tarafa koyalım, kendisi hangi zalime karşı durmuş, hangi felaket için kan kusmuş, dertten iki büklüm olmuştu?.. Hayır… İçin için ağlamasına rağmen uzaktan dolanıp ıraktan öfkelenmekten başka ne yaptı?.. Gücenecekse kendisine gücenmesi gerek demek ki. Kendisine gönül koyması gerek… Birden kulağına hüzünlü bir ses geldi “Ömrünüz böyle geçecek olursa yalnızca Calgas ve Aygırkişi’yi değil bütünüyle kendinizi de, yitireceksiniz!” diyor ses. “İyi ümit ve emelin iyesi ile kutunu koruyamayan yurdun göreceği kıyamettir!” Aksakal irkildi. Zorla aklını toplayarak gözünü açmıştı ki… Aman Allah’ım!.. Aygırkişi’nin cansız bedeninden arka arkaya buram buram bulutlar çıkıp yüksele yüksele bütün gökyüzünü kapladı; kara gök yarılmışçasına şiddetli bir gök gürültüsünden sonra çakan tek şimşeğin ışığı bütün yeryüzünü aydınlattı, arkasından başlayan sağanaktan Eskul aksakalı çevreleyen âlem gözünü açamadan kalakaldı… Onun ardından… Ertesi günü halkın aklı çıktı. Mayıs ayında avılı apak kar bastı. Yüzü buz tutmuş. “Felaket bu!” dedi el. “Böyle bir şey gören var mı içinizde? Soğuk çaldı bu yıl her şeyimizi. Ne afettir bu?..”

      Ağızları açık kalan insanların hiçbiri hiçbir şeyi idrak edemedi.

      KÖKMOYNAK’TAN ÇIKAN HOCA NASRETTİN

      (Hikâye)

      Dün ikindiye yakın -semiz şişeğin etini kellesi ve paçasıyla birlikte toptan alarak- Asıravbay, Almatı’ya dünürünün evine varmıştı. Oğlu geçen güzden beri kaynatasının yanında duruyor. Gelini, dünürünün tek çocuğudur. İki genç düğün yapıp evlendikten sonra dünürleri “Yapayalnız kalakalacağız öyle… Çocukların evlenmesinden sonra senin, benim diyecek ne kaldı?.. Dünür, eğer esirgemezseniz iki genç şimdilik bizim yanımızda dursa…” diyerek gerçekten de ağlamsı hâlde umutlanarak konuşunca Asıravbay bir anda ne söyleyeceğini bilememiş ve oğluna bakmış, eskiden beri sadedil bir genç olan oğlu da başını eğdi. “Ağzını kırayım…” dedi içinden o vakit. “Şu hâlinle babanın seslenişine artık cevap vermezsin.”

      Dünürünü gün boyu kesin bir cevap için merakla bekleten Asıravbay, nihayet akşamleyin rızasını vermişti. Ayrıca oğlu dört beş yıldan beri bir bilim araştırma kurumunda çalışıyordu. Tam söylemek gerekirse merinos koyununun yününü daha da inceltmek için mi, kısaltmak için mi, işte öyle bir şey için araştırma yapıyor.

      – Hanımı da alıp gelseydiniz ya dedi, pahalı bir önlük giymiş olan güzel gözlü kadın dünür, sofra sererken.

      Kırkını geçtiğine kimse inanmaz, ipince beli, yusyuvarlak kalçası insanın gözünü okşuyor. Elin karısı böyle… Seninki gibi bacağı kısacık, kıçı fırlak değil.

      – Hanım dediğiniz… -Asıravbay’ın her zamanki gibi dili kaşındı.– Şöyle sizin gibi süzülerek yürüse ne âlâ dedi. Süzülüp yürüyemediğine göre kendi bedenim bile kendime yük olurken onu nasıl sürükleyeyim yanımda?

      – Aman, siz de deyip güldü kadın.

      – Dile getirsek de getirmesek de gerçek bu, dünür.

      O sırada kan ter içinde banyodan ev sahibi çıktı.

      – Geleceğinizi bilmiyorduk dedi. Bilseydik karşılardık. Telefon etseydiniz…

      – İlahi dünür, bizim Kökmoynak’ta ne telefonu! Doksanlı yılların hemen başında iç dış hırlı hırsızlar, demir teli şöyle dursun direklerini de düşman gibi kesip götürdüler.

      – Evet, avıl gördü göreceğini deyip cıgarasını tüttürdü dünürü. Öylece oturup biraz siyaset yaptılar. Öylece

Скачать книгу