Sessiz Göç. Анонимный автор
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Sessiz Göç - Анонимный автор страница 4
Hayatta onun ilgisini çekecek, hayatı anlamlı kılacak başka şeyler var mıydı? Eskiden yüksek makamlara ulaşmak isterdi. Yüksek mevkilerde çalıştı, hatta milletvekili de oldu…
Aslında, her şey yolundaydı. Onun hiçbir şikâyeti yoktu, şikâyet edecek bir şeyi de… “Hayata karşı ilgim azaldı, zevk almıyorum,” diye başkalarına nasıl anlatacaktı? Hayatının sonuna kadar var gücüyle çalışıp çabalayan ama buna rağmen zar zor geçinen birçok yaşlı: “Ne oldu kardeşim, buldun da bunaldın mı?” demezler miydi?
“Bu güzel yaz gününde bu düşüncelerle kafa yormamak gerek, bu düşünceler insanı yoruyor, bunaltıyor,” diye düşündü. Rüzgâr hafifçe esiyordu. Safuan, bu düşüncelerinden sıyrılmayı denedi. İmece hazırlıklarını izledi bir müddet. Kadınlar, telaşla at arabalarına yiyecekleri taşıyordu, sanki ot biçmek için değil, bir düğün için hazırlanıyorlardı. Dünürünün iki oğlu ve kızı da bahçedeydiler, onlar kırlara gitmeyi, temiz hava almayı ne kadar istiyorlardı kim bilir. Dünürünün karısı seslendi:
“Bu kımızı nereye koyalım, oğlum? Biriniz elinizde tutsanız iyi olur, dökülüp ziyan olmasın.”
“Anne, kımız eklemleri gevşetir, ayran daha iyi olurdu, kefir yok mu anne?
“Kefir de koydum; kımızı da alın, siz taşımayacaksınız ya, araba var…”
Bu arada kapının önüne bir at arabası daha durdu. Avluda toplananlar, kapıdan içeri giren adam ve kadını pek de umursamadılar, Safuan da onların gelişini fark etmemişti önce.
İkisi de yaşlıydı, elbiseleri de çok eski… Adam ucuz bir kot pantolon ve eski bir gömlek giymişti. Kadının zayıf yüzü, güneşten iyice kavrulmuş, “simsiyah” olmuştu. “Simsiyah!” Safuan’ın aklına, çoktan unutulmuş bu kelime geldi. Bu kadın, öylesine giyinmek için eski, koyu renk bir elbise giymişti. Sadece başörtüsü beyazdı. Avludakilerin hepsi onlara baktı, onlar gülümsediler. Gülümsediklerinde ağızlarında dişlerinin kalmadığı da anlaşılıyordu.
Adam, onları karşılayan dünürünün Moskova’dan gelen ve doktor unvanını kazanan kızı Mestüre’ye “Gözümüz aydın kardeş,” diye seslendi. “Zabihulla ağabeyin büyükbaba oldu! Erkek torunum oldu, üç kilo yedi yüz gram…”
Adamın yanında duran ve kendisi gibi neşeli olan karısı, Safuan’ın şaşkın bakışlarını hissedip başörtüsünün ucu ile ağzını kapattı hemen.
“Dilenci artışına da bu kadar sevinir mi insan!”
Safuan, ansızın zihnine takılan bu düşünceye kendisi de şaşırdı. Ancak bu neşeli halleri ile kötü kıyafetleri uyuşmayan bu insanlardan niçin hoşlanmadığını da pek anlayamadı. Daha ziyade adamın o “simsiyah,” çirkin hanımını beğenmemişti.
Dünürü, onun düşündüklerini anlamış gibi elindeki tırpan ve tırmıkla Safuan’ın yanından geçerken:
“Çok fakirdir bunlar,” dedi. “Altı tane oğulları var. En büyüğü geçen sene evlendi ve bunlardan ayrı yaşıyor. İşte bugün bir torunları olmuş. İkinci oğullarını da bu sene evlendirdiler. Üçüncü oğulları askerde, ikizleri de askerliğe hazırlanıyorlar. En küçük oğulları okula gidiyor. Çocuklarının hiçbiri kendi ayakları üzerinde durabilecek durumda değil…”
“Bunlar da ‘Bu dünyada yaşıyoruz’ diyorlar,” herhalde diye düşündü Safuan. Kendisinden bir az genç olan bu çifte bakıp anlaşılmaz bir duygu geçti içinden, söylendi: “Hiç rahat yüzü görmemiştir bu zavallılar?”
Kendisi de bir köy çocuğuydu Safuan. Azıcık da olsa onların durumunu anlıyordu. Yaz-kış lastik ayakkabılarla hayvan otlatırlar, hastalanmaya bile zamanları olmazdı. Hayvanları doysun, sığırları zamanında sağılsın yeter… Hayatları boyunca bir köle gibi hayvanlara bakarlar, kışın karda, ilkbahar ve sonbaharda ise çamurda çalışırlardı. Ancak üç ay devam eden yaz mevsimini beklerler hep ve yazın da ot biçip odun hazırlamakla uğraşırlardı. Yaz mevsimi çok kısadır ve üstelik de sinek, sivrisinek, atsineği ve sığırkuyruğu…
Köylülerin hayatını küçümsemesi, gönlünün bir ağaç gövdesi gibi kuruduğu için miydi? Safuan bunu anlayamadı. Birden bir fıkra geldi aklına.
“… Tüm liderler ölmüş. Öbür dünyada hepsi de çamur içindeymiş. Stalin boynuna kadar çamura batmış. Lenin beline kadar, Andropov da diz kapağına kadar çamur içindeymiş. Sadece Brejnev topuğuna kadar çamura batmış. Diğerleri Brejnev’i böyle görünce: ‘Vay, sen de en az bizim kadar günahkârsın ama çamura batmamışsın,’ diye şaşırmışlar. Brejnev: ‘Susun,’ demiş, ben Kruşçev’ in kafasına basıyorum.’ ”
Safuan, “Ben de gönül bataklığımdan kurtulmak için bu köylü kadının kafasında durmaya çalışıyorum galiba,” diye düşündü.
Nihayet, bütün hazırlıklar tamamlandı. Yiyecekleri, tırpanları, dirgenleri at arabalarına yerleştirdiler.
“Ağabey, hangi arabaya oturacaksın?” diyen gençlere Safuan:
“Ben eskiden iyi at arabası sürerdim…” diye takıldı ve dünürünün arabasına bindi. Safuan babasız büyümüştü. Küçükken odun kesmeye ve ot biçmeye, arkadaşları gibi at ile gitmek istediğini hatırladı birden.
“Samiga yenge, haydi, arabaya bin, ” diye çirkin yaşlı kadını çağırdılar. Kadın önce Safuan’ın bindiği arabaya binmek istedi, sonra da diğer arabaya tırmıkları koyan eşine bakıp vazgeçti:
“Ben öbür arabaya bineceğim, siz devam edin,” dedi.
“Yoksa bu zavallı eşim beni kıskanır diye mi düşünüyor?” diye geçirdi içinden, gülümsedi Safuan.
Yaşlı kadın onun bu düşüncelerini anlamış gibi:
“Sağol, kardeş, bensiz ağabeyin canı sıkılacak ama, ben diğer arabaya bineyim,” dedi.
Avludakiler arabalara binerken Safuan, “simsiyah” kadının baldırlarına baktı. Teni simsiyahtı ve damarları da morarıp kalmışlardı. Bacakları korkunç görünüyordu. Dünürü Safuan’ın kadına baktığını farketti ve:
“Evet,” dedi, başını salladı. “Bazıları da ‘Güzelim’ diye bunu seviyor…”
Atları sürüp yola düştüler. Dünürünün arabası önde, Zabihulla’nın arabası arkadaydı. Safuan, tıkır tıkır giden at arabasında etrafı seyretmeye başladı. En son ne zaman böyle çiçekli ovalardan geçtiğini unutmuştu. Oysa araba camlarının arkasından dünya tamamen farklı görünüyordu, hoş kokuları kayboluyordu dünyanın.
Dünürü