Sessiz Göç. Анонимный автор
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Sessiz Göç - Анонимный автор страница 6
Bu arada Samiga, neşesiz, sıkılgan bir şekilde duran Safuan’а:
“Аğabey, bak ilerde yabani çilek çoktur, bize Akdağ’ın ikramı, bir tadına bakın, buyurun,” dedi. “ Torunlarınıza da toplayıp götürmek isterseniz, işte bir güzel sepet de var…”
Nihayet, tırpanları alıp ot biçmek için toplandılar, sıraya dizildiler. Safuan kendine uzun saplı, büyük bir tırpan almak istedi. Samiga ona hafif tırpan uzattı:
“Bunu al ağabey, o tırpanın sapı sana uygun değil.”
Biçilecek yer, eğimli bir yamaçtı. Sıraya dizilip tırpanları sallayarak yamaçtan aşağı doğru inmeye başladılar. Safuan da tırpanı alıp onların yanına geldi. Önünde rengârenk çiçekli bir kilim gibi uzayan otlara hayran hayran baktı bir süre. Önce bu güzelliği tırpanlamaya cesaret edemedi, seyretti biraz. Sonra tırpanı salladı. Tırpanı otların dibine doğru daldırınca, hoş kokulu çiçekler topluca hışırdayıp, ayakları altına serildi.
Tırpanın en keskini Safuan’a düşmüştü. Eski gücünden bir şey kaybetmediğini düşünüp tırpanı sallamaya devam etti. Kolları, ayakları, bütün bedeni, çok eskiden kazandığı bu hüneri hiç unutmamıştı. O, dul kalan annesine yardım etmek için daha çok küçükken tırpan sallamayı, ot biçmeyi öğrenen bir çocuktu.
Önce küçük bir yamacın otlarını biçtiler. Bir süre sonra, yıl boyunca kalemden ağır bir şey kaldırmayan Safuan, tırpan ile ot biçmenin bir oyun olmadığını anladı.
Gençler, hepsi aynı anda hızlı hızlı tırpan sallayıp:
“Ağabey, ayağına dikkat et!” deyip onun yanından geçip gidiyorlardı.
Safuan’ın bu kez biçilecek alanı fazla uzun, sonu yokmuş gibi hissetti. Alnından su gibi akan ter gözlerini acıtıyor, terini silmek için bir dakika bile durmuyordu. Kulakları çınladı, gözü kararmaya başladı ama o yorulduğunu belli etmek istemiyordu. Ancak, zihnindeki bir düşünce, örümcek ağına takılan sinek gibi vızıldıyordu: “Burada yıkılıp kalmadan bu işi nasıl bitirebilirim?”
İyi ki, en arkada kalan o değildi. Birkaç adım arkasından tırpanını aheste aheste sallayarak otları biçip gelen Samiga vardı. O hiç acele etmiyor, ara sıra durup masat ile tırpanının ağzını düzeltiyor, bazen de eğilip yabani çilek toplayıp yiyordu… Safuan en geride kalmadığı için daha hevesli çalışıyor, kollarındaki tüm gücü tırpana veriyordu. Çok hızlı tırpan sallayan gençler sıranın başına varmışlar, oradaki ağacın gölgesinde oturmuş sigara içiyorlardı. Sağ olsunlar!
Tırpanın ağzını bilemek bahanesiyle biraz dinlenmek mümkün diye düşündü. Bir yandan tırpanını bilerken geriye dönüp biçilen yerlere baktı. Kendi biçtiği yerler; kör bir makasla acemi bir berberin tıraş ettiği çocuğun başına benziyordu. Otların kökü bazı yerlerde uzun, bazı yerlerde kısa kalmıştı.
Canı burnuna gelse de, Safuan sıranın sonuna varabildi sonunda. Hatta yere oturmamak için bir süre dayandı. Çok yorulduğu belli olmadığı için sevindi. Samiga ise çok geride kalmıştı, “Yorulmuş,” diye düşündü.
Biraz ayran içip, etrafa bakındı, rahatladı. Sonra, az önce otlarını biçip geldiği yerlere bir daha baktı ve yanıldığını anladı.
Samiga yorulduğu için değil, Safuan mahcup olmasın diye arkada kalıyormuş. İyice baktığında ise, önce kendi biçtiği bölgeyi çok geniş olarak götürdüğünü, yorulunca da yavaş yavaş biçtiği alanı daralttığını anladı. Samiga tek başına iki kişilik yeri biçerek geliyordu. Hatta Safuan’ın beceriksizliğinden dolayı biçemeyip bıraktığı otları biçmek de Samiga’ya kalmıştı.
Samiga sıranın başına ulaşınca, tırpana dayanıp terini sildi ve o an Safuan’la göz göze geldi. Samiga, Safuan’ın “Affedin” der gibi sakin bir şekilde gülümsemesinden etkilenmişti sanki. Safuan’ın bu gülüşü onun işini de yapan Samiga’ya bir teşekkür müydü?
Samiga’nın da iyi niyetli gülümsemesi, akıllıca bakışı, Safuan’a çok sevimli göründü. O, uzun zamandır kimsenin gözüne bu şekilde bakmamıştı. Samiga’nın gözlerinde parlayan çok küçük ışıltıları dahi fark etti.
Bu arada, bakır kazana kepçe ile vurarak ot biçenleri yemeğe çağırdılar.
Öyle yemeğinden sonra, biraz kımız içen Safuan’ın, tüm bedeni çözüldü adeta. “Kımız gerçekten de eklemleri gevşetiyormuş,” diye düşündü. Safuan otların üstüne uzandı, gözkapaklarına söz geçiremez oldu ve birden uyku bastırdı. Parmağını kıpırdatacak hali kalmamıştı, garip bir haz alıyordu bu yorgunluktan. Bir sevgilisinin “Nirvana” dediği hâldeydi. Kayın ağacının serin gölgesinde içi geçti, uykuya daldı. Yanı başında tırmıkların dişlerini tamir eden dünürünün çalıştığını hissediyor; onun çıkardığı sesleri duyuyordu.
Hanımının, bugün nedense başka insanlardan geri kalışının sebebini tırpanın körlüğüne yoran ve bundan dolayı kendisini suçlu sayan Zabihulla, bütün tırpanları toplayıp örsün yanına gitti ve tırpanların ağzını çekiçleyip eğelemeye başladı. O, örsün üzerindeki tırpanlara çekiçle vurdukça ahenkli bir ses yayılıyordu ovaya. Demirin o ahenkli sesi, Safuan’ı çok eski ve güzel hatıralara götürüyordu. Irmak kenarından gelen gençlerin neşeli sesleri, kadınların yüksek sesle konuşmalarına karışıyordu.
“Aysuvak’ın dönmesini bekliyoruz,” dedi Samiga, kendisine çocuklarını soran Mestüre’ye. “Geçen gün telefonla konuştuk. Orada kalmasına istiyorlarmış.” Aysuvak: “Yanımda komutanım duruyor. Ne yapayım, anne?” dedi…
“ ‘Ağabeyin Çeçenistan’dan dönünceye kadar dişlerimi sıkmaktan ağzımda dişim kalmadı. Senden mektup beklemekten de gözlerim yolda kaldı,’ dedim. ‘Denizaltında asker Aysuvak, bir giriyorlar denizin dibine, altı ay boyunca ne haber, ne mektup… İçime dert oldu. ‘Başka bir iş bulunur elbet, dön oğlum!’ dedim. Razı oldu, beni dinledi, sağ olsun.”
“Oğullarınız size çekmiş, çalışkanlar, akıllılar maşallah yenge. İş bulurlar, boşta kalmazlar,” diye onu teselli etti Mestüre.
“Şimdi Aynur ile İlnur askere gitmeye hazırlanıyorlar. Geçen gün askerlik şubesine gittim. ‘Çocuklarımı birbirinden ayırmayın!’ dedim. ‘Hayır, ikizler birbirinden ayrılmayacak diye bir kanun var, endişe etme,’ dediler. İkisi birlikte olurlarsa zorlanmazlar diye avunuyorum işte.”
“Bu ne kadar kaygı, bu ne kadar hasret!” Safuan, Samiga’nın sofranın başında herkesin önündekilere baktığını, bütün yemekleri herkesin uzanıp alabileceği mesafeye koyduğunu hatırladı. Düşünmeye başladı, daldı.
“Neden, tüm memleketin yükü, hasreti Samiga’nın omuzlarına yüklenmişti? Ya başkaları…? Hiçbir iş yapamayan çocuklarına, askerlikten kaçan oğullarına kocaman kocaman lüks villalar inşa ettiriyorlar. Samiga! Neden sizin askerliğini yapan ve vatan borcunu namusuyla yerine getiren oğullarınız için başlarını sokacak bir ev yapmıyorlar? Nerede adalet?