Sessiz Göç. Анонимный автор
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Sessiz Göç - Анонимный автор страница 7
Safuan, çok eskiden de burada böylece uzanmış olduğunu hissetti. Bu akça kayının dalındaki sallanan yaprağı tanıyordu sanki. O, buradaki her şeyi daha önce de görmüştü, işte bu kuşun bülbüle benzeyen ötüşünü de, at sineğinin vızıldayıp uçmasını da çok önceden duymuştu. Duyduğu bu sesler, gördüğü bu manzaralar, onun zihnine yıllar önce kaydedilmişti. Ama o, önceleri bu güzelliklerden uzak kaldığını, bu güzellikleri fark edemediğini düşündü. Şimdi nedense, Safuan gördüklerinin, duyduklarının bir parçasına dönüşmüş, onlarla bütünleşmişti: İlerideki otun tüylü yaprağında titreyen inci gibi damlada, dev ağaçlarda, mavi gökte mağrurca kanatlanıp uçan kuşlarda kendi ruhu da vardı. O, dünyanın içindeydi, dünya da onun içinde…
Safuan, “Yoksa hâlâ rüyada mıyım?” diye elini alnına koydu, telaşla doğruldu, etrafına baktı. O anda dünyanın yine eskisi gibi döndüğünü hissetti. Tüm varlıklar, dünya, tekrar eski haline döndü, damarlarındaki kan yeniden akmaya başladı.
O uyurken bir su molası verecek kadar ot biçenlerin, tırpanlarını omuzlarına koyup ıslak otlar arasından kendisine doğru geldiklerini fark etti. Bu rüya değildi, gerçekti. Uyanmıştı ama bal kokusunu andıran o büyülü kokuyu hâlâ hissediyordu. Aniden bu güzel dünyada, Zabihulla ile Samiga’nın samimi gülüşmeleri yankılandı. Bu mucizenin hiçbir zaman kaybolmayacağını anladı.
GAGAUZ YERİ
MEVSİMLER
Kusursuz Vasileoğlo
Çeviren: Lokman Baran
“İşte geldi sonbahar, Sarıya boyandı tüm dallar. Cevizler, meşeler, kavaklar, Sepet sepet yaprak döktüler Havada sarı, kızıl yapraklar Bir kuş gibi uçarlar, uçarlar… Ve yapraklar uçuşurken Bağırır köyde çocuklar.”
Çocuk bahçesinde dünyadan habersiz, neşeyle oynayan Goguş, babasının her zamankinden daha erken geldiğine şaşırmıştı. Çaresizce, oyunu bırakıp babasının elinden tutarak eve gelen Goguş, sanki başka bir eve gelmiş gibi şaşkın şaşkın etrafına bakındı. Evdeki bütün eşyaların yeri değişmişti, her şey darmadağınıktı. Duvarlardaki ikonalar2, aynalar, resimler, halılar… ne varsa sökülüp yere indirilmiş, duvarlar çırılçıplak kalmıştı. Evdeki tüm eşyaları bohçalara, karton kutulara, çuvallara ve sandıklara doldurmuşlardı. Goguş, oyuncaklarını göremeyince annesine sordu:
– Anneciğim, benim atım ve traktörüm nerede?
– Evladım, oyuncakların kırılmasın diye onları güzelce paketleyip bir kutunun içine koydum. Sabahleyin bir kamyon gelecek ve biz uzaklardaki köyümüze gideceğiz.
– Köyümüz neresi anne, nereye gideceğiz?
– Vasi dedenin yanına gideceğiz. Onun köpeği, kedisi, tavuğu ve horozu var… Üstelik sana ceviz, elma, armut hazırlamış. Vasi dedene gitmek istemez misin?
– Hey! Hem de çok isterim!
Goguş, o zaman üç, üç buçuk yaşındaydı. Amcasının oğlu Todi’yi de köye geldiklerinde görmüştü. Todi, sokakta bir yığın sonbahar yaprağının üstünde oturmuş, o yaprakları avuç avuç yukarıya atıyordu. Todi’nin babası ise eşyaların taşınmasına yardım ediyordu. Goguş daha ilk günden Todi’yi çok sevmiş, onunla hemen dost olmuş ve o günden sonra Todi’den hiç ayrılmak istememişti.
Todi ve Goguş, her akşamüstü, güneş batarken, kıpkızıl gökyüzünde, alev alev yanan bulutların içinde uçup giden turnaları seyrediyorlardı. Turnaların sesini duyar duymaz, saatlerce gökyüzüne doğru bakarlardı. Gökyüzünde katar katar uçan turnaların sesleri uzak ufuklarda kaybolunca, Goguş ve Todi turna sesine benzer sesler çıkarırlar, göç eden turnalara seslenirlerdi.
Güneş batarken tutuşan ufuklarda sadece bulutlar değil turna sürüleri de kıpkırmızı görünürdü. Goguş ve Todi, çoğu zaman turnalar gözden kaybolana kadar gözlerini ufuklara diker, onları seyrederlerdi…
Vasi dede, sevgili torunu, oğlu ve gelini için çok önceden hazırlığını yapmıştı. Goguş, bütün kış boyunca dedesinin yetiştirdiği tatlı elmaları, şirin armutları, güzel cevizleri yiyip boy verdi, büyüdü… Goguş dört yaşına bastığı gün, komşu ve akraba çocukları onun doğum gününü kutlamak için toplandılar. Annesi doğum günü için türlü türlü pastalar, yemekler hazırladı. Dedesi de büyük bir sepetin içinden taze bir elma çıkarıp:
– Evladım, bu elmaları senin doğum günün için saklamıştım. Senin de tıpkı bu elmalar gibi güzel olmanı istiyorum! Bak bu güzel elma geçen sonbahardan kaldı. Zamanı gelince, bahçemizdeki elma ağacında yeni elmalar yetişecek. O elmalar olgunlaştığında onlardan da yiyeceksin.
– Elmalar ne zaman büyüyecekler dedeciğim.
– Önce ilkbahar gelecek, elma ağaçları çiçek açacak. Sonra da o çiçekler büyüyecek ve kocaman kocaman elma olacaklar…
Vasi dedenin bahçesinde sadece elma ağacı değil, başka meyve ağaçları da vardı. Elma ağacının birisi evin yanında, tam pencerenin önündeydi. O elma ağacının dallarına çoğu zaman sürü sürü kuşlar konardı. Goguş pencereden bu kuşları seyrederken içi içine sığmazdı. Kuşların adlarını bilmese de, elma ağacının üzerindeki kuşları gördüğünde onlar gibi kanat çalıp uçmak isterdi…
Birkaç ay sonra güneş parlamaya, karlar erimeye başladı. Karların erimesiyle birlikte dört bir yanda çimenler yeşermeye başladı. Turnalar da gittikleri sıcak ülkelerden geriye dönüyorlardı. Her yer kuşlarla doluydu. Kuşlar sanki birbirleri ile yarışırcasına ötüşüyorlardı. Elma ağacının tepesinde bu kuşlardan ikisinin yuvası vardı. Bu kuşlar her gün yuvalarına çöpler, kumlar ve yünler taşıyorlardı. Karakargalar da havada uçuşuyorlar, “Gaaak! “Gaaak!” sesleri ile ortalığı inletiyorlardı.
Goguş, bir gece o elma ağacını rüyasında gördü. Çiçek açmış elma ağacının dallarında iri iri elmalar vardı. Elini uzatıp kırmızı yanaklı elmalardan koparacağı sırada, kapı gıcırtıyla açıldı. Dedesi onu uyandırmak için gelmişti. Dedesinin sesini duyunca, düşlerine giren o iri elmaları koparamadan uyandı.
O sabah, güneş daha doğar doğmaz yaz mevsimiymiş gibi her yeri ısıtmıştı. Gökyüzü pırıl pırıl, masmaviydi. Gökte bir tane bile bulut yoktu. Goguş, dedesiyle beraber dışarı çıktığı zaman bembeyaz çiçeklerle bezenmiş, telli duvaklı bir geline benzeyen
2
Hristiyan kültürünü, inancını yansıtan resimler, figürler.